Aydınlığın Yüz’ü

Deneme

Aydınlığın Yüz’ü

Meray Gürsoy

 

Işık, bir tohumdu kendini bilmeden önce. Belirmek, gelişmek ve kuşatıcı bir aydınlığa dönüşmek için geçeceği yollar vardı; bir de anlamını bulması için direnen zihinler. Işığın düşmanı olanlar, onu henüz tohumken serpilmekten alıkoymak isteyen varlıklardı. Var olma eyleminin rastgele muhatabı olup, cehaletin kökleriyle uzanabileceği son yere kadar uzanmaya koşullanmaktaydı böylesi.

Işık, bir tehditti; düzen ve adalet yerine teklik isteyen aç benliklerin önündeki aşılması güç engeldi. Bu yüzden gözün gözü görmemesi, kulağın başka bir kulağa yetişmemesi için el birliğiyle karanlıklar yaratmak isteniyordu. Kötülüğün dayanışma duygusundan anladığı, sadece buydu. Yaşamın tam bir bağımsızlık içinde, kimseyi emanet almadan ve kimseye emanet olmadan, kirletilmemiş özgürlük tanımları ve sağduyuyla sürdürülebilmesi için düşünmek gerekiyordu. Ancak düşünmek de vakit dar, imkân kısıtlı ve düşman, hem içeride hem dışarıda tetikteyken, yalnız başına yeterli değildi. Cesaret ve eylemin eş zamanlı olarak zihin kanallarını desteklemesi şarttı.

Bu bilinç doğrultusunda mücadele duygusu, ışığın kaynağını beslemedeki kararlılığını artırdı. Bu çerçevede, tarihin akışı içerisinde, karanlığı elinde tutup, esareti yaymak için bilgiye, medeniyete, demokrasiye karşı duranlar; yozlaşmış, çürümüş, bastırılmış tüm kavramların yerine gerçek, dürüst, açık ilkeler koymak için çaba sarf edenlerin de karşısında durdu. Oysa aydınlığın temsilcileri, alt edilemez inancıyla bu defa savaşın zihinsel cephesinde de galip gelecekti.

İstese günün hükümdarı olup, tüm imkânları kendi menfaatine hizmetkâr kılabilecekken; memleketi, ortalama bir ömür süresinin nefsine değil, kuşaklar ötesine hazırlayacak soylu fikirler üzerine temellenebilirdi bağımsız bir ülke. Bunu bilen ve bilmekten kaçmayanlar için ileriyi görmek, geride olup biteni tahlil etmek ve söz konusu an içinde hareket etmek; ışığın gücüne güç katmaktı.

Bağımsızlık mücadelesini; cephelerde, meydanlarda canı ve cananı pahasına gözünü yummadan verenlerin hatırasına sahip çıkmak, onlardan kalan hazineyi layık olduğu şekilde muhafaza etmekle mümkündü. Bunun içinse modern zamanda, şahıs ya da hanedan boyunduruğuna girmiş bir toprağın ve insanının vatan yahut millet değil ancak “nesne” olabileceği idrak edilmeliydi. Seneler süren mücadelelere, meydan okumalara, yaslara, gözyaşlarına, verilen emeklere, zaferlere, bağımsızlık uğrunda kaybedilen nefeslere bir sadakat borcu vardı kalanların ve gelmekte olanların. İşte bu yüzden dışarıdaki bağımsızlığın korunması için hürriyetin önce içeriden korunduğu bilinmeliydi. Bilginin, yeniliğin, sanatın ve kültürel her tür gelişmenin kaynağına bu zihinsel ayıklanma ile erişilebilirdi. Işık, böylelikle karanlığı bastırmaya başladı.

Cehalet, kılıktan kılığa girerken, aydınlığın askerleri, ona karşı savaşını da hiç durmadan sürdürdü. “Az zamanda çok ve büyük işler” yapıldı. Bu işlerin yegânesi, kurucusunun da ifadeleriyle şüphesiz Cumhuriyet’ti. Aydınlık, büyüdü. Aydınlık, gelişti. Aydınlık, yüz yaşını doldurdu.

Aydınlık; bilginin göğsünden, ellerinden, parmak uçlarından yayılarak Mustafa Kemal’de kaynağını, Atatürk’te umudunu buldu. Kendi kendine yetebilen; kendini geliştirebilen; bir başkasının aklını, kendine kıble yapmadan, kimseyi tanrılaştırmadan da lider seçebilen bir halk ile kimsenin menfaatine bırakılmamış bir yönetim anlayışı amaçlandı. Bu amaç, sonucuna 29 Ekim 1923 tarihinde ulaştı ancak mesele, elbette bununla da bitmiyordu. Atatürk’ün ve Cumhuriyet’e uzanan basamaklarda emeği olan herkesin demokrasinin kurulması kadar korunmasını gözeten bir disiplini vardı. Bunun için daima okumak, araştırmak, tarihe kayıtsız kalmamak gerekiyordu

Söz konusu bir aydınlık davasıydı, ışığın doğduğu yeri unutmama andıydı ve meşale, elbette elden ele uzanmalıydı. Bugün tüm zorluklara ve cehaletin fırsatını kolladığı her yerde kök salma çabalarına rağmen yüzüncü yılına dek uzanıyor o meşale. Yüzyıl değil, bin yıla kadar değil; dünya var oldukça elden ele uzanacak. Belki şartlar, birbirinden zorlayıcı hâle girecek; belki ihanetler, birbiri ardınca gelecek; belki tahammüller, “umut” dendiği anda tükenecek fakat ne olursa olsun, Cumhuriyet çocukları, Ata’sının hazinesine son nefesine kadar gururla, dimdik sarılacak.

Tarif etmenin, tanımlamanın mümkün olmadığı; yaş aldıkça hem zihinde hem yürekte anlamı büyüyen ve tazelenen; bir ulusun kaderi için sınırlı ömrünü gözü kapalı adamış; saraylarda, altın işlemeli koltuklarda oturup emirler yağdırarak değil, mütevazı odalarda ülkesine fayda sağlamak için uğraşarak liderlik vasfına değer kazandırmış Atatürk’e ve bugünleri görmemiz için didinip, yine bugünlerde bizi bekleyen cehalete karşı savaş vermiş tüm silah arkadaşlarına sonsuz minnet duygusuyla… Aydınlık yüz kez bizim, Cumhuriyet sonsuza dek bizim. 

Yorum

Handan Durmuş (doğrulanmamış) Per, 19 Ekim 2023 - 19:11

Sevgili Meray seni her okumada kendimi yeniden sorguluyorum. Gülen yüzün düşünen beynin solmasın.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.