Denizi Seyretmek Derken…

Deneme

Denizi Seyretmek Derken…


İhsan KURT


Yaz geldi. Birçokları için deniz hasreti bitiyor. Bazıları da sadece denizi ekranlardan seyretmekle yetinme mecburiyetinde kalıyor. Gerçi şimdilerde herkes ‘seyretmiyor’ daha çok ‘izliyor’. Belki de seyredenler düşünüyor, izleyenler de düşünceye yer vermiyor.
Rollo May, Yaratma Cesareti  adındaki eserinde bir “Resme temasımızla içimizde yeni bir görünüm zembereği boşanır; içimizde eşsiz bir şey doğar” diyor. Bu sözün derin ve insanın duygularını zenginleştiren anlamını ben yalnız başıma bir sahil kenarından denize bakarken daha iyi anladığımı sanıyorum. Denizle bakışlarımın ilk temasında tarifinde ve adını koymakta zorlandığım, hatta bulamadığım “eşsiz şeyler” sadece içimde doğmakla kalmaz dışımda da beni sarıp sarmalar. Etrafımı, nereye dönsem her taraftaki görüş alanımı denizle birlikte gördüklerimin bende canlandırdıkları hoş ve haz veren bir atmosfer kaplar. İster güneşli havalarda olsun isterse kapalı, bulanık havalarda denizin çarşaf gibi serilişinde de dalga dalga olup ayaklanışında da daha önceleri kurulduğunu hiç hatırlayamadığım zemberekler boşanır içimden. Bu zembereklerin sesinde bazen acılara kendimi kapatmanın, aldatmanın değil ama belki aldatıldığını sanmanın, hüznün, deryalarca sevmenin, birazcık olsun sevildiğini sanmanın, on sekizlerdeki kavak yellerinden kalan anıların hazin serinliğinin yanında ferahlık, huzur, kelimenin tam anlamıyla dinlenmek ve belki de vicdanıma karşı hesap vermenin mutluluğu  ve daha birçokları vardır.
İnsanların çoğu neden denizden hoşlanır dersiniz? Belki bazılarımızın aklına yüzmek, balık tutmak, sahillerinde kumsalında güneşlenmek gelebilir. Deniz havası, deniz sefası da ayrıca hatırlanır. Elbette bunların hepsi doğrudur da. Ancak ben sadece bu ve benzeri sebeplerden dolayı insanların denizi sevdiğini düşünmüyorum.
Geçenlerde ilk baharın ilk ayının güneşli bir gününde sahil kenarında otururken çok farklı duygular ve düşüncelerle dolduğumu hatırlıyorum. Büyüğünden küçüğüne denizin her bir dalgası ayrı birer canlıymış hissini verdi bana. İster istemez denizi seyrederken denizi düşünmeye başladım. Dikkat edildiğinde ırgalanarak gelen dalgaların da kabararak gelen dalgaların da  her birinin bıçak ağzı gibi olan sırtlarında bir şeyler taşıdıklarını gördüm. Belki de gemilerin, insanların denize bıraktıkları artıklarından çöpler belki de denizin kabul etmeyip hep kıyılara doğru ittiği nesneler. Her ne olursa olsun dalgaların bıçak ağzı sırtları aynı zamanda güneşten aldıkları ışıkları yansıtarak biz geliyoruz habercileri gibi ırgalanıp duruyordu. Denizin derinliklerine fazla işleyemeyen gün ışığı dalgalarla oynaşırken deniz dip karanlıklarını, içindeki uçurumları kendisine saklamaya devam ediyordu. Güneş aydınlatamadığı karanlıklara yine de aldırmıyor, ışıklarını göndermeye devam ediyor, onun dalgalarında kurduğu salıncaklara hep yenisini ekliyordu. Bütün bunlardan ‘derin deniz’ ‘derin düşünce’ ilişkilerini düşünürken kendi kendime tebessüm ettiğimi hatırlıyorum. Bu gülümsememi gören oldu mu diye şüpheyle etrafıma bakındım. Gelen geçenleri bırakınız yakınımda hemen yan tarafımda kayalıkların üzerinde oturanların denize bakarak, hatta düşünceleriyle denize daldıklarını fark ettim. Yani herkes denizi seyrederken kendi halindeydi. Belki de denizi seyrederken benim gibi ama farklı düşünceler içerisindeydiler. Denizde geçen güzel anılar mı, yolculuklar mı, tatiller mi hatırlanıyordu kim bilir? 
Ya acı, dayanılmaz, hatırlanması istenmeyen hatıralar varsa işte o zaman deniz karşı konulamaz bir canavar olur, ona karşı hiçbir zaman gerçekleşemeyecek planlar düşüncelerde büyütülür. Belki daha başka başka hayaller vardı denizi seyreden insanların kafalarında. Fakat ben tam da denizi seyrederken etrafımda ileride bulunan insanlara baktığımda bir yazarın sadece insanlardan değil doğadan, denizden neler çıkarabileceğinin içine girdiğimde Andre Gıde’in Kalpazanlar adındaki romanında bir kahramanına söylettiği cümleleri hatırladım. Serde biraz psikoloji eğitimi almam benim bu roman kahramanına söylettirilenleri daha açık hatırlamama sebep olduğunu düşünüyorum. Roman kahramanı Vincent “psikolog olmakla övünen bir romancı gözlerini doğanın görünümünden başka yana çevirip de onun yasalarından habersiz kalırsa ister istemez cezasını çeker… Bir küçük dalı incelediğim zaman, yapraklarının her birinin dibinde, ertesi yıl filizlenebilecek bir tomurcuk saklandığını görürüm. Bu kadar tomurcuktan en fazla iki tanesinin, geliştiğini, bunların kendi gelişmeleriyle bütün ötekileri körelmeye mahkûm ettiklerini gördüğüm zaman,  insan için de durumun aynı olduğunu düşünmekten kendimi alamam” diyordu. Bazen biraz büyük dalgaların sıçrattığı küçük su taneciklerinin kıyıdaki kayalıklara çarparak yüzümü incitmeden ıslatması düşüncelerimi dağıtmıyor tam aksine denizle daha açık daha canlı bir yakınlık kuruyordum. Bu küçük su taneciklerini şımarmış bir sevgilinin yahut şımarık bir çocuğun şakası gibi görüyor, Andre Gıde’nin roman kahramanına söylettiklerini değişik açılardan da düşünmeye çalışıyordum. Demek ki sadece “iyi psikolog”, iyi sosyolog, iyi, iyi bilmem ne olmak  tek başına yetmiyordu. En büyük, en zengin ve en derin bilgileri içinde saklayan doğa kitabını okumak, anlamak bir yazar için olmazsa olmazlardandı. Uzmanlık alanları önemli elbette. Lakin hiçbir uzmanlık alanı, özellikle bir yazar için doğa kitabını okuyup anlamanın yerine geçemeyecektir. Nitekim Gıde aynı kahramanına şöyle dedirtiyor: “Ah! Bir bahçe ne iyi okuldur! Bir bahçıvan ne iyi bir eğitimci olabilir! İnsan azıcık incelemesini bildi miydi, çoğu zaman bir kümeste, bir köpek evinde, bir akvaryumda, bir tavşanlıkta ya da bir ahırda, kitaplardakinden, hatta inanın bana, her şeyin az çok karışıp bozulduğu bir insan topluluğunda öğrenebileceklerinin çok daha fazlasını öğrenir.”
Bunlar, tabiat, tabiattaki canlılar, yaşama biçimleri, deniz iyidir, güzeldir ama bunlardan düşünceye, hayallere zenginlik çıkarabilmek “seyretmenin” ötesinde anlam kazandıran bir gözlem de yapmak gerekiyor sanırım. İşte denizi seyretmek derken denizi düşünmekten biraz da bunu anlatmaya çalışıyorum.
Denizi seyrederken belki de yarım yüzyılı çoktan geçmiş ömrümün yoğunluklarını ve yorgunluklarını onun dalgalarında salınıma bırakıp bir huzur almaktan başka ne bekleyebilirim ki? 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.