Bisküvi Lokum

Öykü

Bisküvi Lokum

Prof. Hasan Pekmezci

zorbatv

Köy meydanının köşesinde bulunan caminin altında, küçük ama “köyde ne ararsan bulunur bakkalının” kapısından çekinerek girdi içeriye. Namaz vakitleri dışında her zaman açık bulunan kapıdan ve kapının yanındaki küçük pencereden girebilen azıcık gün ışığı ile aydınlanan loş, karma karışık bir yerdir burası. Elektrik falan olmadığından, gün ışığının nimet olduğu bir yer. Geceleri ve kış günlerinin karanlık gündüzlerinde hışırtılı, lüküs ışığı ile aydınlanan... Memet Efendinin ve Emine’nin Amet’in yerinden sonra üçüncü bakkalıdır buraların. Veresiye alınan, ancak belli dönemlerde ödenenlerle kıt kanaat geçinip gitmeye çalışan yerlerden biri.

 

“Köy içi” en hareketli yeridir bu kasabanın. Bayram törenleri burada yapılır, şiirler burada okunur heyecan içinde, yırtınılarak. İlkokul öğrenciliği yıllarında günlerce heyecanını çekerek beklediği ilk şiirini burada okuduğundan iyi bilir bu duyguyu, bu köyün öteki çocukları gibi. Hiç unutmaz çünkü heyecandan bayılacaktı ilk şiirini okuduğu zaman.  Bu yüzden nasıl okudu, nereye baktı, ne zaman bitirdi hatırlayamamıştı bile.

 

Burası aynı zamanda çok amaçlı kullanılan halk meydanı gibidir. Mevsimi gelince en iyilerini seçmek için üzüm ve kiraz yarışmalarının yapıldığı yerdir. Alacak verecek, arsa-arazi, tarla-tapan kavgaları da en çok burada yapılır. Seçim nutuklarının meydanıdır burası seçim zamanları. Zaten ilk kez yapılan geçen seçimde “bizi seçin, biz çok çalışacağız” sözleri bir yana; Cumhuriyet Halk Partisi’ne, hatta bu partiden de çok İnönü’ye bin bir hakaretlerin yapıldığı;  zır cahillerin salya sümük konuştuğu, ağzını açanın köpükler saçarak Cumhuriyet’in getirdiklerine, devrimlere veryansın ettiği bir meydan…Delibaş isyanlarının  artıklarının fırsat kolladığı ortamlar. Komünizmle Mücadele Derneklerinin mantar gibi her yerde bittiği yıllar. Köy içinde Şeytan Yusuf’un Kahvesi var Halk Partililerin bilinir. Onun sol tarafında eski evlerin altında ikinci bir kahve var, Demokrat Partililerin... Böylece köy kahveleri ikiye bölünmüş durumda, particilik yüzünden. Bu bir yana aileler bölünmüş birbirine düşman edilmişti, 1950 seçimlerinde iki kardeşten biri bu yüzen kaybetti hayatını bu meydanda. O günkü manzara hala akıllardadır.

 

 Köyün terzisi yine bu meydanda. Yeni elbise dikmekten daha çok, pantolon arkalarına yama yapan, eski ceketleri ters yüz eden. İkinci bir yama terzisi de Emine’nin Amed’in dükkânının tam karşısında terzi Yusuf’un. Burası oldukça önemlidir onun anılarında. Öğretmen Okulunun ilk bir iki yılında burada akranı olan köy gençleri ile siyasal-inançsal tartışmalara girdiği ‘’Sen, Moskofun Bizim Radyosu gibi konuşuyorsun’’ diye suçlandığı bir buluşma yeriydi. Ondan sonra zaten bir daha oralara gidilemedi.   Ezberlenmiş, ezberletilmiş sloganlarla böyle konulara girenleri hemen yaftalamak ne kolaydı, şimdi de başka türlüleri var ya belki daha kolay. Terzi Yusuf da Almanya’ya işçi olarak gitmiş duyduğuna göre 1960’ların başında.

 

Köye binde bir gelen ya da gelebilen kamyon, kamyonet, traktör, otomobil bu meydanda durur. Durmak istemese de durdurulur. Başta çocuklar olmak üzere herkes üşüşür başına, meraktan. İncelemedik yerini bırakmazlar. Bu tür araçların nadir görüldüğü bir bölge olduğundan. Şoseden uzak ve içerlerde. Traktör bile girmemiştir, çünkü dağlık yerde traktör ne yapsın, bölük pörçük taşlı topraklar; her şey emekle, bilek gücüyle yapılır buralarda. Ekinler oraktan çok elle yolunur. Teknoloji sadece buralara değil, Kurdular, Kirli, Kağşaklı gibi benzer köylere de girmemiştir. Şoseden uzak ve içerlerde, Torosların arka yamacında, sapa bütün yerleşim yerleri gibi. Konya-Beyşehir-Antalya şosesi üzerinde bulunan Üskelles biraz daha  ama Huğlu bu konuda çok ileridir, her zaman yaşamda, teknolojide yenilikleri günü gününe izleyen bir köydür. Özellikle Huğlu Tüfekçilik, av tüfekleri konusunda başlı başına bir marka sayılır. Bizim köylüler de bunlardan öğrenerek başladı tüfekçiliğe. Üzümlü Tüfekleri de günümüzde marka. Bölgenin bütün kervanlarının yolunun üzerinde. Bu şoseden ne çok deve kervanları geçerdi eskiden, çocukluğumuzun nadir/ilginç farklılıklarından, anılarından, izlerinden.

*

1950’li yılllarda bir gün, dışarıdan kamyonetle gelen bazı adamlar duvarlara bir perde gerdiler bu köy meydanında. Akşam karanlığından itibaren bütün köylüleri topladılar, tellallarla. Zaten, üç-beş kişi duysa, kulaktan kulağa bir saatte bütün köy duyardı böyle şeyleri.  Kahvelerden sandalyeleri çıkarıp dizdiler perdenin karşısına. Köyün erkekleri ve erkek çocukları “n’decekler aceba” diye merakla erkenden oturmaya başladılar sandalyelere. Köyün kadınları, kızları erkeklerden korktukları için ortalık iyice kararıncaya kadar ortaya çıkamadılar çok merak ettikleri halde. Sonra birer hayalet gibi örtülerine sarılıp-sarmalanarak sessizce geldiler, duvar diplerinden. Yaşlılar çekinerek, korkarak iliştiler bulabilenler en arka sandalyelere sığıntı gibi. Ortaya konan bir makineden cırıltılı seslerle çıkan ışıklı görüntülerle ilk kez karşılaşıyordu kadın/erkek, çoluk çocuk köylüler. “Bunun adı filimmiş” dedi kulaktan kulağa herkes. Filim dedikleri, sinema dedikleri bütün böyle bir şeymiş meğer.  Filmde yanan ormanları ve ormanları korumak için yapılması gerekenleri anlatıyorlardı: Kadın-erkek, çoluk çocuk köylülerin şaşkınlıkları ve “Abovv sesleri, “amanin, amanin” çığlıkları altında. Görüntülerdeki yangını söndürmede kullanılan kamyonlar, traktörler hareket ettikçe “üstümüze geliyooo” diye yerinden kaçanlar, bağrışıp çağrışanlar çok oldu. Bütün köylüler burada bir şok yaşadılar ki sormayın; günlerce ardından konuştukları.

“Köy İçi”nin günlük yaşamda adı çok geçer: Akşamüzerleri evinden çıkanlara “nereye gidiyon leen”  dendiğinde alınacak yanıt hep “Köy içine” olur. “Benim oğlum salına salına gezecek köy içinde, efeler gibi” duygusu bütün köy analarının oğulları için beslediği bir hayaller dünyasıdır. ”Şööğle köy içine doooru, gıcırdaklı isgarbinlerle giderkene ardından bakacam aslan o’olumun; gız analarının yüreğinin yağı eriyecek” sözü çok duyulur oğlan anası evlerinde. Kızların ve kız analarının böyle bir şansı yoktur. “Onların ne işi var köy içinde” deniverir. Kazara öyle bir niyeti olanlara “ayaklarını gırıveririm oralardan geçersen” gözdağı hazırdır ağalar, babalar tarafından. Ar namus meselesi sayılıverir bu tür davranışlar köylük yerde. Oralardan geçivermekle hayati bir bela aramak aynı anlama gelir, neme lazım... 

*

Köy İçindeki caminin altında bulunan küçük bakkaldan anlatıyordu öykümüz, başlangıçta. Başka şeylere dalıp gidiverdi.

Ürkek ve çekingen girdi, bakkaldan içeri birkaç adım attı ürkekliğinden. Önce kapıya bakan küçük tezgâhına dirsekleriyle yaslanarak kapıdan girenlere ve gireceklere bakan bakkal amca ile yüz yüze geldi. Ardından hemen yan tarafta kalçası ile tezgâha yaslanarak ayakta duran bir adamın bulunduğunu gördü, loş, az ışıklı ortamda. Elleri bakkalın tezgâhı üzerinde bir şeyler yapıyordu; bakkalın işareti ile kapıya yarım döndü ve onu gördü. Bu adam onun babasıydı. Elinde iki büsküvü arasına sıkıştırmaya çalıştığı lokum vardı. Parmakları lokumun beyazlığı içindeydi. Emine’nin Amed’in oğlu Cengiz; lokumları, büsküvü ile böyle böyle yapıp yediklerini anlattığı için hemen aklına gelivermişti onun söyledikleri. “Gel bakayım” dedi, biraz sert bir ifade ile. “Niye geldin, ne istiyoon”.

“Buba, seni çağırıyorlar evden” dedi. Analığı çağırıyordu aslında. Ama “Anam seni çağırıyor” dememek gerektiğini daha önce birkaç tokat yedikten sonra öğrendiğinden iyi biliyordu. “Böyle demek iyi bir şey değilmiş” bildiği tek şey bu. Neden, niçin, kime sormalı, ne yanıt alınacak ki? Zaten “Anam” demeyi hiç sevmezdi, sevemedi ama dayak yememek için bazen korkuyla söylemek zorunda kalıyordu.

Babası elindeki bisküvi ve lokumdan uzattı ona. “Al sen de ye”. Almadı, hızla uzaklaştı oradan.

Evleri köy içine yakın, üç dört ev var arada. Köy içinden eski hükümet binasına, jandarma karakoluna ve ormanın eteklerindeki Bınarbaşı’na giden yol onların evinin de yolu. Yol boyu kısa da olsa hep bunu düşündü: “Bobam tek başına büsgüvü ve lokum yiyo”. Ben, gardaşım Akif, üvey gardaşım Necati varız evde. Ben o zamana gadar iki büsgüvü arasında lokum yemedim, gardaşlarım da. Duydum ama nasıl ve nerede yiyeyim ki. “Bobamız yiyo”. Çocuk dünyası içinde başka bir gözle değerlendirdi “boba” kavramını. “Çocuklarının yiyemediğini boba nasıl yer”. “Büsgüvü arası lokum onun boğazından nasıl geçer?

 

Kafası bu sorulara yanıt ararken ve bir yandan da nasılları, nedenleri düşünürken farkında olmadan evlerine geldi. Orada, burada oyalanmakla başına gelecekleri bildiğinden hemen eve dönerdi, böyle durumlarda.  Eve girdi, belli ki dalgın, dalgın düşündüğünden kendisine söylenenleri duymadı bir an için; üvey ananın “uyuşuk, gine neler düşünüyorsun seme seme” iğnelerini batırıvermesi ile kendine geldi. Her biri altı okka çeken, zehir gibi gelen sözlerdi duydukları.

*

Günlerce gözünün önüne geldi-gitti bu sahne.

Bir gün bile, “aç mıdır, tok mudur çocuklarım” diye, merak etmeyen boba “büsgüvü arası lokum” yiyordu. İçinde bambaşka duygular gelişmeye başladı boba kavramına karşı. “Bütün bobalar mı yer bunları, sadece bazı bobalar mı”. “Bobaların boğazından nasıl geçer, çocuklarının yiyemediği şeyler? “Ben hiç yemedim bunları” düşüncesi geçiverdi içinden, ağzı sulandı bir yandan da. Acaba nasıl olurdu diye sormadan edemedi.

“Acaba çok mu abartım bu duyguyu” dediği de çok oldu. “Alt tarafı bir büsgüvü–lokum” dedi kendi kendine. “Ne olmuş yani bir boba bunu yemişse. Boba bobadır, yer mi yer”.

Yok, yine de günlerce yattı-kalktı bu görüntü gözlerinin önündeydi.
Bobası, bakkal emminin yanında onların yiyemediklerini yiyordu.

 

*

Bazen Sakarya Caddesi’nden geçerken, özellikle dönerci yakınından geçerken, nasıl bir döner kokusu gelir insanın burnuna. Hele bir de akşam üzerleri. Acıkma hissinin zorunlu belirmeye başladığı saatlerde. “Girsem içeriye, bir döner alsam, soğanlı-soğansız. Yanında soğukça bir ayran” dedirten cinsten bir iştah kabartan. Yok. Bunca yıldır hiç yapmadı bunu. Aklından geçmedi değil; içinden geçmedi değil, doğrusu. Yapmadı; kazara tam ısıracakken döner-ekmeği “ya karşımda kızımı-kızlarımı görüverirsem ya da onlar beni görüverirse” iç sızısı geliverdi aklına her defasında. Bu nedenle bir kez olsun, yapmadı. Kuşkusuz salt görürler kaygısı da değil. Birlikte yiyememek, onlardan farklı zamanlarda, farklı bir şeyler yemiş durumda olmamak gibi, başka duygular. “Boğazımdan nasıl geçer, her bir lokma dizilir, kalır ümüğümde” diye düşündüğünden. Böyle bir durumda yese bile kızlarının gözünde “demek ki babalar tek başına döner-ekmek yiyorlarmış” düşüncesi oluşmayacaktır, bilir bunu. Günümüzün hızlı beslenme, hatta tek tip beslenme denilebilecek alışkanlıklarının çocukları ve üstelik Ankara’daki en iyi dönerin, pizzanın nerede yapıldığını ailede en iyi bilen kızları olduğundan. Hatta babasının-anasının böyle bir şey yapmasından mutlu bile olurlar. Ama o yapmadı, yapamadı ki hiç. Salt bunu değil. Bir simidi bile tek başına yiyemedi.

 

Ne benzerliktir ki eşi; kızlarının anası da yapmadı bunu; ana ile baba çok uzun yıllardır; ilk gençlik yıllarından itibaren birlikte okuduklarından, birlikte büyüdüklerinden, birlikte yaşlandıklarından. Birbirlerinden huy kapmışlar gibi. Bu nedenle iki kızları ile salt döner-ekmek yemek için ailecek gitmenin yollarını aradılar hep.

Çocukları küçükken evde bisküvi-lokum partisi düzenlediler zaman zaman. Öyle ya zamane çocukları rağbet etmese, ahım şahım ilgi göstermese de. Salt onlarla birlikte yemek, çocukken yiyemediklerini onların gözleri önünde tadabilmek için.

*

Aklına düştüğünde, gözünün önüne geliverir babasının o anki durumu, yüz ifadesi ve biraz şaşıran tavrı ile oğluna bakışı, belki de mahcubiyeti, bugün bile. En önemlisi onun içinde oluşan baba kavramına bakış ve değerlendirme duygusu.

 

İnsanın yaşı-başı, kültürü, yaşam deneyimleri, parası-pulu ne olursa olsun; bazı izler zamanın ve anıların üzerine çeşitli duyguların eklemesi ile öyle kalıcı ve öyle etkili oluyor ki silebilene aşk olsun.

 

2003/2024

* Görsel ananim olup, internet ortamından alınmıştır.

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.