Hayalet

Öykü

Hayalet

Ülkü Yalım Günay

Kahvaltıda ekmeği azaltacağını söyledin. Bu sabah tartıda canın sıkılmış. Üzgün üzgün, “doksan sekiz kilo olmuşum” dedin. Ben, “Öyle mi?” diye yanıtladım duyarsızca. Niye tartıldığına anlam veremedim.

 “Çoktandır, birbirimizin yüzüne bakmadan doldurduğumuz tabakları, yaşamımızda eksilen şeylerin yerine koyma çabasıyla boşalttığımızdandır demek isterdim, boşuna bir çaba olacağından söylemedim. Böyle uzun bir tümceyi kurmak zor geldi bana. Hem de gereksiz.

Kahvaltıdan sonra, sen mutfak kapısına dayanmış bana “bu kiloları nasıl vereceğim?” diye sorarken, ben elimden kayıp patlayan kavanozdan mutfağın taşına yayılan ve terliklerimin altına bulaşan vişne reçelini temizlemeye çalışıyordum. Vişneler, ben sildikçe yayılıp inatla sıvanıyor zemine. Kovadaki su kırmızıya boyandı. Gidip değiştirmeye üşendim. Kapıda öylece durup uzun uzun baktın, “o su yerleri temizlemez ki dedin. Ben, “boş ver dedim, ucu yapış yapış olmuş paspası yerde dolaştırmayı sürdürdüm. Bana bakmaktan usanıp gittin sonra. Orada, inatçı vişnelerle, cam kırıklarıyla ne kadar oyalandım bilemem. Zamanın önemi yok. Benim artık saatlerle işim bitti.

İçinde yittiğimiz yoğun sessizliği, öğleye doğru bozan ben oldum. Saksılardaki kupkuru yapraklara şaşkın bakarak, “çiçekler ölmüş dedim. Üzüldüm. Üzülmesem, yine de pek konuşmazdım aslında. Hem de suçlandım. “En son ne zaman su vermiştim? Daha dün değil miydi?” Bir elimde sigara, bir elimde kadeh pencerenin önünde dikilirken sordum bu yanıtsız soruyu. “Kasıtlı yapmadım ki... Ölmelerini elbette istemezdim ama, zamanın duruyormuş gibi beni aldatarak, hızla geçmesinden kaynaklanıyor bir sürü şey. Kötü şeylerin hepsi işte. Bu benim suçum değil.”

Çoktandır sorularıma kimseden yanıt gelmiyor. “İçeri girmeye çalışan gün ışığı bile, evdeki kasvete çarpıp korkuyla geriliyorken, çiçekler nasıl yaşasın?”

İşte, sonunda menekşeler de öldü.

Benim sınırlarım camın önünde bittiğinden başımı kaldırıp dışarı bakmıyorum. Ölü çiçeklerden ötesini görme çabam yok. Dışarıda hangi mevsim hüküm sürmekte, bilmiyorum, sen neredesin, ne yapıyorsun bilmiyorum. Ev büyük, birer köşesinde kaybolup gidiyoruz.  Kuytuya çekilip yaralarını yalayarak iyileştirmeye çalışan yaban hayvanları gibiyiz. Daha doğrusu, uzayıp giden günleri tüketmekten başka amacı olmayan, soluksuz kalmış yılkı atlarıyız. Kıpırtısız uzanmışız kuru toprağa. Arada bir inliyoruz.

Hem her şeyi içine alan geniş mi geniş - korkutucu-  hem de geldiğimiz  bu tükeniş noktasında iyice daralmış, boğucu bir çemberin içindeyiz, çıkamıyoruz.

Düzensiz düşünceler, piranhalar gibi didikliyor beynimizi. Bu didik didik beyinle nasıl karar verilir, bir şeyi sürdürmeye, ya da bitirmeye. Yaşamaya?  En iyisi, kararları çıkarmak hayatımızdan, uzanıp birbirimizin elini tutmaya bile üşenirken.

Keder, peşinde bir hayaletle, odalarda, koridorlarda, ayağımıza, boynumuza dolanarak gezinirken.

Hiç büyümeyen, yok olmamaya yargılı o hayalet... Başının iki yanında, kurdelelerle bağlı saçları savruluyor yürürken. Beyaz elbisesi karpuz kollu. Ayağında, bağcıkları çapraz bağlanmış bale pabuçları.

Elimdekilerle mutfağa yöneliyorum. Yemeğin altını kapatıyorum. Umarım pişmiştir. Dudaklarımdan hiç düşmeyen sigarayla, yemek yapmak, sanıldığı kadar kolay değil, zor iş. Soğan doğrarken, gözüme kaçan duman yüzünden oramı buramı kesiyorum. Parmaklarım kesiklerle dolu. Bazen ne pişirdiğimi unutuyorum, sen sorduğunda tencerenin kapağını açıp bakmam gerekiyor.

 “Afrika menekşeleri güzeldi, keşke ölmeselerdi. Evde canlı bir şey olması iyiydi.”  Bunu düşünür düşünmez, o uzak, iyice silikleşmiş ama, hiçbir zaman hepten yok olmayan görüntü, kapıdan girip önümden usul usul geçiyor. Acılı bir şeyleri, uyuşturulmuş belleğimin derinlerinden, çekip çıkarmaya çalışıyor. Masum görüntüsünün aksine, sefil ömrümüzü sürekli sorgulayan gözlerinin, ruhumu yakan sitemli bakışları hiç değişmiyor yıllardır. “ İçkimi tazelemem gerek.” Yeni bir şişe açıyorum, kadehi ağzına kadar doldurup salona geliyorum, atıyorum kendimi koltuğa, bir sigara yakıyorum.

Tam, su verdiğim Afrika menekşeleri canlanmaya başlamışken, sen beni “uyan uyan yanıyorsun diye sarsıyorsun. Uyuşmuş gövdemi, düşümden söküp almam uzun sürüyor. Şaşkın şaşkın bakınıyorum. Koltuğun döşemesinde kocaman bir delik açılmış, hâlâ tütüyor. Sabahlığımın kuşağı da yarıya kadar yanmış. Çoktandır işlevini yitirmiş burnum bile alıyor yanık kokusunu. Sigarayı tutan parmaklarım su toplamış, şişmiş. Kuşağı çekiştirip, “boş ver zaten eskiydi diyorum talazlı sesimle. Sen koltuğun yanan yerine bir sürahi dolusu suyu boşaltırken, ben kadehin dibindekini, bir dikişte bitiriyorum.

Üst dudağında bir kesik var, kanıyor. “Traş olurken diyorsun. Ellerin artık çok titriyor, biliyorum. “Ne tuhaf bir adamsın sen. Sabahları tartılıyorsun, traş oluyorsun, kilolarını dert ediyorsun. Bunların sana ne yararı var ki?”

“Gidip kolonyayla pamuk getireyim” diyorum.

Kuşak yanıp iyice kısaldığından, belimi sarmıyor. Sabahlığımın önü açılıyor, etekleri oraya buraya takılıyor, sendeliyorum. Ayaklarım çıplak, tabanım her adımda döşemeye yapışıyor. Terliklerim nerededir kim bilir. Lanet olası vişne reçeli.

Döndüğümde bir gülme tutuyor beni, gözlerimden yaşlar gelinceye kadar gülüyorum. Kareli gömleğini yanlış iliklemişsin. Bir ucu öbüründen bir karış uzun. Uzun duran uçta, ütünün tabanı kadar, kahverengi bir yanık izi var. “Bu çok komik, çok komik.” Kasıklarımı tuta tuta gülüyorum.

Dudağını temizlerken, yanık parmaklarım, kesiklerim acıyor kolonyadan. Acı duymak sarsıyor beni, bu hâlâ yaşıyorum anlamına geliyor. Bu kez ağlamaya başlıyorum. Göz yaşlarım dinmiyor uzun süre.

Haykırmalarım, bittiğinde, “yemek yer misin?” diye soruyorum burnumu çekerek.  Sen, “evet diyorsun.

Mutfağa gidiyorum. Tabaklar elimden kayıp düşüyor, kırılıyor. Yere yapışan çıplak ayaklarımın dibine küçük parçalar halinde yığılıyor kırıklar. Mutfağın tam bu noktasında bir uğursuzluk olmalı. “Bu mutfağın derdi ne?” diye bağırıyorum.  Dolap kapakları bir büyür, bir küçülür. Kulpları durmadan çoğalır, uzanırım tutamam.

“Kırıklara basma diyorsun bana. “Ayakların kesilir.” Ben terliklerimi arıyorum, bulamıyorum. Sofra kurmak için yardım ediyorsun. Dudağındaki kesiğe tam isabet ettiremeden sarsak, küçücük bir öpücük konduruyorum teşekkür yerine.

Kolonya kokuyorsun.

                                                                                             

 

                                                                                                                                             

 

 

 

 

 

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.