Sakine ile Çiçek Yarışı

Öykü

Sakine ile Çiçek Yarışı

Prof. Hasan Pekmezci

Yaşanılan her şey bir deneyim ve bir derstir,  almasını bilene.

 

Evimizin balkonu ile İbrahim amcanın evinin balkonu karşı karşıya. Bizim köyde balkon sözü hiç kullanılmazdı, sadece “köşk” denirdi. 

Her ne ise, fırsat buldum mu koşarak çıktığım yerdir bu köşk. Küçük saksılar içinde karanfillerim, yaprağı güzellerim, cam güzellerim, küpelilerim her defasında beni bekler burada. Severim, okşarım, koklarım onları. Dostum, arkadaşım, tek eğlencem. Karşı balkonda da Sakine’nin çiçekleri. Benimkiler daha canlı, daha gelişmiş, her zaman çiçek üstünde çiçek. Sakine’nin çiçekleri marazlı, eciş bücüş. Sakine’nin çiçekle ilgisi, kıskançlığından; sevgisinden değil. Belki de çiçekler de hem bunun farkında hem de  benim tek dostumun, arkadaşımın kendileri olduğunu bildiklerinden. Nasıl koklarım karanfillerimi, kırmızı, pembe, ebrulu, beyaz.  Renk yığınlarının içine burnumu sokarak ta beynimde hissederim çoğu zaman kokularını.

Bir sokağa çıksam ilk baktığım yer bu köşküdür evimizin. Çünkü çiçeklerim evin önünden görünür, kafamı kaldırıp yukarı bakınca. Zaman zaman sırf çiçeklerime uzaktan bakmak için kapının önüne inerim, Yusuf amcaların evinin köşesinden, İbrahim amcanın evinin ta öteki yanından; uzaktan, yakından; zevkle seyrederim onları.

Çok olmuştur, bir de bakarım çiçeklerim görünmüyor yerinde. Hatta yolda, yerde çiçek kırıkları, yolunmuş yapraklar, tomurcuklar. Boğulacak gibi olurum, bir solukta köşke koşuncaya kadar. Ellerim, ayaklarım titrer manzarayı görünce. Köşkün içi darmadağın, benim güzel çiçeklerim serili. Yolunmuş, buruşmuş, boynunu büküvermiş çiçeklerimle. Gözlerim bıktı, usandı ağlamaktan: Acıdan, sinirden, kızgınlıktan, kırgınlıktan, nefretten, sevgisizliğe, çirkinliğe, çaresizliğe ve de annesizliğe lanet yağdırmaktan. Onları toplarım tek tek, öylece bırakmaya, atmaya kıyamadığımdan. Yeniden saksılarıma dikmeye çalışırım, tutar umuduyla. Çiçekler beni anlar, buna inanıyorum, kendilerini sevdiğimi bilirler, durumumu, çaresizliğimi, tek dostumun, sırdaşımın, tek eğlencemin, kendileri olduğunu. Kendilerini bu hale getirenin kim olduğunu.  Sabırla, günlerce, gece gündüz onların canlanmasını dört gözle beklediğimi; her hareketlerini, kıpırtılarını, yürek atışlarını yüreğimde hissettiğimi. Bu yüzden ne yapar yapar tekrar canlanmaya başlarlar, bana “biz buradayız, seninleyiz” demek için. Üvey anaya karşı bana yaşama sevinci  ve yaşama direnci vermek, beni yalnız bırakmamak için.

*

Bugün de öyledir, her diktiğim bitki, her diktiğim çiçek ne zaman olursa olsun; mevsimli, mevsimsiz, beni kırmaz tutar. Ankara’da yetişmez denen bir çiçek görmüştüm Anamur’da. Getirdim, bir iki yıl evin içinde yaşadı, bizimle. Şimdi evimizin bahçesinde kocaman bir ağaç,  çiçek ağacı. Pembe, salkım salkım bir oya çiçeği. Yine Anamur’da yolun kenarından tam yaz ortasında sürgünlerinden birini kopardığım, bir çiçek, şimdi yeni evimizin girişinde. Herkesin şaşkınlıkla ilk kez karşılaştıkları ve üzerinde onlarca çiçeği, yüzlerce tomurcuğu olan benim iki katımda bir çiçek azmanı.

Öğretmen Okulu'nda hemen hemen her hafta ağaçlar dikerdik, taşlı, kayalı arazilere. Neredeyse kayaları oyup içine. Kafa dengi bir iki arkadaşla herkesten gizlice okuldan kaçar, okulun lağımının aktığı dereden tenekelerle lağım akıntısı taşırdık ki, “ağaçlarımız tutsun ve herkesin ağacını geçsin” diye. 14-15 yaşlarında bir çocuk, çelimsiz, cılız kollarımla, kemik yığın gövdemle, kan ter içinde kalarak. Ayrıca lağım artıkları üstüm başımda. Fırsat bulduğumuzda herkes Ereğli’ye kaçmayı planlarken, ben doğru ağaçlarıma.  Bu yüzden hiç kurumamıştır benim ağaçlarım, bozkırın ortasında, yemyeşil bir yaşam izi. Şimdi ne alemdedirler, nasıl merak ettim aklıma gelince şu an.

İki gündür bahçemle uğraştım, yazmadığım zamanlar. Sabahları ve daha çok geceleri yazdığım için gündüzleri çiçeklerimize ve ağaçlarımıza. Daha ikinci yılları, iki elma ağacında, ne ağacı, iki küçük dalcık, elmalar var, onlarca. Kirazımızda iri iri kirazlar. Okşadım sadece, koparmadım hiç birini. Torunumuz Öykü’yü beklesin, diye. Çamlarımız, sarmaşıklarımız hepsi canlı, güçlü, yaşam fışkırıyor hepsinden. Suladım, otlarını yoldum, ilaçladım, diplerini çapaladım, gübreledim,  bütün gün. Bir haftadır Şükran yok, İzmir’de. Gelince “aman ne kadar değişmiş, ne kadar büyümüş ağaçlarımız, çiçeklerimiz, güllerimiz coşmuş, benim yokluğumda” diyecek, adım gibi eminim.

*

Ya çocukluğumun çiçekleri,

Mutfağın penceresinde cam güzelleri, Bahçe kapısının hemen girişinde sağ tarafta karanfiller öbek öbek. Bahçeye girenlere ilk onlar “hoş geldiniz” demekte. Her gün, her an sulanabilsin, diye suyun yanında. Bahçenin sol tarafı, çimlerin etrafı silme gül, her renk, her çeşit, gonca gonca.

Dostlarla, etraflarına insanca bakanlarla, insan gibi insanlarla paylaşmak için.

Bir de gözlerimden uzak olmasınlar diye. Ne olur ne olmaz, üvey ana çıkar gelir  “daha mı çiçekle uğraşırsın ha!”

“Seni geberesicenin dölü…”

Ankara

 

 

 

Yorum

H. Aykanat (doğrulanmamış) Pa, 18 Haziran 2023 - 23:22

Duygularını sezgilerini beden dilleri ile anlatan ağaçlar, çiçekler yapraklarla bir çocuğun ilişkisi. Ve dahası; sözcükler olmadan konuşabilmenin ilişki kurabilmenin en güzel örneği, insan ve bitkinin dostluğu. Özünde sevgi varsa böylesi yaşanmışlıklar öykülere dönüşüveriyor.
Öykünüzü okurken çocukluğuma gidiverdim . Hasan hocam, elinize yüreğinize kaleminize sağlık, paylaşımınız için teşekkürler. 🙏

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.