Şiir Bir Sonbahar Tablosudur, Düşün Rengiyle Çizilmiş
Hatice Ayan
İnsan, asırlar öncesinden bilse de hazanmevsiminin geleceğini, sarı yapraklar dallarını terk etmeye başladığında, hiç bilmiyormuşçasına,koskoca bir hüznün içine düşer. Mevsim hep bahar olsaydı, demeye bile getirir, dünyanın diğer yarısını düşünmeyen bir bencillik içinde. Ah keşke ömrümüzhep baharında sürüp gitseydi… Keşke aşk,deli tayların koştuğu o bahar yaylalarıolarak kalsaydı hep içimizde…
Öyle bir dünyanın olmadığını ve her türlü çabanın boş olduğunu hayat kısa sürede öğretiverir insana.
Hazan yaprakları ayaklarıma değdiğinde,zamana aşk ettiğim içkin göndermelerimden birinin yüce duyuşlu bir ruha değmesini bekledim. Değmedi. Coşku ve ışığın mesafeler tanımayacağını düşünürdüm hep, yanıldığımı anladım. Gözyaşlarımı göz pınarlarımın uçlarında dondurmak istedim. Olmadı.Bıraktım sonra, engin suların serinliğine karışıp ulaşsınlar diye varlığını düşün ummanındaduyduğum kapıya. Ulaşmadılar. Sonbaharı ne çok sevdiğimi anladım bir kez daha. Baharda doğmuş olmak bile her seferinde bağ bozumu sevdasına yeniden kapılmama engel olamıyor.
Şair ruhu hazan gibidir yahut hazan şair ruhu gibi. Hep hüzünler barındırır ikisi de. Hayatın ve doğanın hüznünü, tarihin hüznünü; bugünün ve geleceğin hüznünü… en çok da aşkın hüznünü.
İnsanı ve hayatı anlatan en güzel mevsimdir sonbahar. Alabildiğine sarı…Bütün hazinliğiyle alabildiğine sinmiş yeşile. Doyumsuz bir manzara; bir yandan mest ederken diğer yandan hırpalayan… Acıtan bir tat, buruksu bir coşku… Hep böyle değil mi hayat? Tezatlarla şekillenmiş değil mi ömrümüz? Habiredevinen, hep birbiriyle savaşan karşıt hislerin istilası altında değil mi yüreğimiz? Şiir de bu hâle tercüman değil mi hep?
Mevsimlerin en içlisidir o… Her yıl dönümünde, göçmen kuşlar bizi terk ederken sonbahar hiç usanmadan gelir yalnızlığımıza yoldaş olmaya. Sanatların en zarifi olan şiirin ilham perilerini saklar yapraklarında.
Doğanın gazellendiği, hazan namlı mevsim…Sevinçlerle gelir kimi zaman.En güzel nağmeleri peşine taktığı hüzün görünümlü gelişiyle bin bahara bedel hoş kokulu çiçekler getirebilirgönlün sararmış bahçesineve yıldızlar asabilir ruhun karanlığa evrilen göklerini ışıl ışıl eden.
Hazan gelişleri… Pastel renkleriyle paha biçilmezbir tablo olarak asılı kalabilir yüreğinizin sonsuz duvarında, indirip çatı katlarına kaldırmaya hiç kıyamazsınız.
Mevsim rüzgârlarının ılık ılık esmekten henüz vazgeçmediği, deniz kokulu bir sonbahar günüdür mesela… Bir kadının dünyasına elif gibi bir güzellik girer. “Yavru balaban bakışlı, yayla çiçeği kokuşlu” hâlleriyle ısıtır anne yüreğini. Terazinin bir kefesine konulsa elif, öteki kefesindeki dünyalara bedel gelir. Güz yapraklarının ezgisine karışmış incecik bir elif tınısıdır… elif gibi sevmeyi öğretir. Öyle bir öğretir ki kara kış geldiğinde karlar bile “elif elif diye” tozup dağıtır göğün dumanlarını.
Sonbahar, doğaya getirdiği gibi devrimler getirmiştir insan hayatına. Devletlerin, milletlerin hayatına da… Nice sevilerin başladığı, nicelerinin kaybolup gittiği devrimler…
Aşk başlı başına devrimdir; insanın biyokimyasını alt üst eden, ruhu önce mutluluğa sonra hüzne eviren... Ekim devrimi gibi coşkulu, ekim devrimi gibi acıya gebe. Devrimler boyu uçurumun kenarındadır insan.
Ve bir ekim sonu “uçurumun kenarında bir ülke”deküllerinden bir Zümrüdüanka doğar, peşinden sürükleyerek ejder bakışlı kahramanları.Dirilişin adı olur yeni bir devlet. Devrimlerle yeni ufuklara yol alır. Aydınlanır cihanın bir yakasında karanlıklar.
Feylesof düşünle, şair düşüyle ortak olur devrimlere. Coşkular düşün kâsesinde özleşir kelimelerin büyüsüyle.
Düşlerinve düşüncelerindünyasıyla kuruldu devletler, şehirler, medeniyetler…Lâkin ne düşün ne düşünün kıymetini bilir insan.
“Hafiza-yı beşer nisyanla mâlûldür.” demiş üstat. İnsanın da milletlerin, devletlerin de hafızası zayıflar kimi zaman ya da bir akıl tutulmasıdır yaşanan. Dilden hatta kalemden dökülen unutulur;idealler bir kenara itilir;düşünülen de düşlenen de hatıra gelmez.Bin bir emekle örülenler, coşkuyla büyütülenler örtülenir arkaik zamanlarda yaşanmışçasına.
Ekim devriminin peşine düşen şairin hayalleri kim bilir ne büyüktü? Arkasından gelecek yıkımlaraklının ucundan geçmiş miydi acaba? Olup bitenleri yüreğinin kaldırmayacağını ve yavaş yavaş intihara sürükleneceğinihissedebilmiş miydi?
Ya canlarını dişlerine takarak bir ülke inşa edenler… Devrimlerin ruhuyla bütünleşip kısa sürede ileriye taşıdıkları ülkenin bir asır demeden geriye doğru sürükleneceğini öngerebilmişler miydi acaba?
Sözün bittiği yer…Bir ölü sessizliği duvarların ötesinde… Nahif bedeniyle hep bir elif sızlıyor yüreğimde. Bu güz karanlığında üşüyorum, canım yanıyor… Can kafesime çekilen üveyik suskun.
Oysa karanlığı giyinmiş yüreğimin hâlâ en aydınlık düşü aşk, düşüncemin en arı hâli. Biliyorum ki yaşamaya doyamadığımız hayat gözümüzün yaşına bakmadan suların akışına kapılıp gider fakat aşk kalır cihanın orta yerinde, gökkubbeyi tutan sadâsı, gece tanımaz aydınlığıyla.
Aydınlığa evrilmesini dileyelim bugünün karanlığının. Gecenin ilhamıyla örelim ruhumuzun gıdası sanatı, sözün zarafeti şiirle doyuralım ruhumuzu. Elbet karanlığın sonunda gün ağarır, ışır sokaklar. Birgün bir rüzgâr eser,mevcelenir sakin denizler…Gün gelirarkaik zamanlarda izler bulur zihnimiz, hatırlar yaşanmışlıkları.Gün gelir geçmişi gönül süzgecinden geçiriryeni kuşaklar; atalar sözündeki düşüncenin hikmetini, sevda türkülerindeki düşün kıymetini; ninni diyen, ağıt diyen kadın ufkunun genişliğini sezer. Özüne, “ben”ine kavuşur insan; yolun geriye değil ileriye gidilesi olduğunu anımsar. İşte o vakit can kafesinden çıkar, yeniden ışığına döner üveyik. O vakit düşün kâsesinde yeni baştan yoğururuz ruhumuzu. Ve o vakit hep güler yüreğimdeki elifler.
“İnsan, hayal ettiği müddetçe yaşar.” demiş şair. Düşleyelim…Lâkin unutmamalı, düşünmeden düşleyemez insan.
Kanatları Gümüşten Bir Ezgiyi Hatırlatma Seansları
hatırla
sen beni bulduğunda
hüzünlü bir tınıydı
asırlık yalnızlığımın fonu
ilk çağ harabelerinden kalan
saatler durmuştu dört duvarında ruhumun
portrem meryem ana figürlerinin yanıbaşına asılmış
bir kırılganlık göğüs uçlarında
hatırla
grinin siyaha çaldığı mevsimdi
henüz açmadantoprağımda
buz tutmuştu kardelen
tenimin gurur kuşandığıgünbatımıydı
donakalmıştı
aşkın ritmiyle sarhoş sevgililer
ülkem kadar yalnızdım
annesiz çocuklar gibi sürgündüm dünyadan
hatırla
sen beni bulduğunda
okşadın saçlarını yalnızlığımın
çocuk sevinçleri taşıyan gözlerinden
kalbime sürgünler yürüdü
sen beni aldın ıssız harabelerinden ruhumun
uçurdun saman uğrusundaki yıldızlara eş
aşkı yalazladın da
yaprakları alevden bir gül düştü yüreğime
tutuştu münzevi uykularından uyanıp
dudağıma titrekçe kondu kelimeler
ve koştular
amansız koştular mısralarına şiirlerin
kanatları gümüşten bir ezgi havalandı ruhumda
dinle ve hatırla
ölü değilse insan
hem de ciğerlerine doldurabilmişse masmavi havasını aşkın
unutmak bu kadar kolay
ve hatırlamak bunca güç olmamalı
haydi tut ellimden
bilmelisin
hüzün hiç bırakmaz tutunduğunu
İşte gümüşten kanatlarında ezginin
benim hüznüm
haydi dinle
biliyorum onu tanıyacaksın
gülümse ve tut elinden
haydi yeniden
Yeni yorum ekle