Şiir Çağın Gösterimi:

Edebiyat

Şiir Çağın Gösterimi:

Ruh Küresel Sarmalda Çırpınan Figüran

Hatice Ayan

 

Yanmanın hazzı içindeki üveyik, baş edemediği bir coşkunluktan mustaripti feylesofu bulduğunda. İçinde alabildiğine koşan deli tayın bir süre sonra çatlamasından korkuyordu. Deli tayları rahvan atlara evirmek nasıl mümkündür, diye sordu. Duyguya gem vurmasını ve ruh dinginliğine odaklanmasını salık verdi feylesof, zamanın nice deli tayları dizginlediğini anımsatarak.

Bu,yollarında durmaksızın gidilen bilgelik sevgisinin sırrı olmalıydı; feylesofun dünya tantanasına Tanrı edasıyla baktığı zirve…

Şair, ruhunu sarmış -dinginliğe yabancı- karmaşadan söze karıştı:Şair sözü hoş gelmez kimi zaman feylesofa, onun az beğendiği, zor beğendiğidir şiir. Lâkin bir çelişki yok mudur burada? Şairin nahif derdi, ari mi sanılır feylesofun düşünsel hüznünden? Yabana atılası mı o?Bin yıllar boyu sözün en itibarlısı, estetik olanın en zarifideğil miydi? Hem feylesof, güzelliğin kuramsal bilgisini kondururken aforizmalarına, şiir değil midir sözü? İlla mısra düzmek, söze redif kondurmak mı zanneder niyetimizi? İdeal Devleti’nden sürgün ederken şairi; kendisi mitin, metaforun enginlerinde diyaloglar yüzdüren değil miydi Üstat? Neyse ki uzun etmedi ayrılığı.Çağlar boyu şairin düşsel dünyasına karıştı feylesofun batık imgeleri, akıl ve coşku birlik olup büyüsünde zamanın, aktı aşka ve sevgiye doğru.

Büyü bozulmasaydı şayet, binler yıl daha akabilirdi.

Oysa aydınlanma tuzağına düştü ilkin insanlık, yıktı ezelî sihrin mirasını. Hem de dinin karanlığına gömülmüş insanın aradığı öz ve “yeniden doğuş” Antik Çağ’da bulduğu doğayla bütünleşmiş coşkunlukiken… Mitler âleminden gerçekler âlemine geçiverdi…

Akla çağrı, tezat oluşturduğu büyü gibi, insan aklını çelen bir güce sahipti. Akıl kurtaracaktı bireyi hegemonyalardan. Bireye değer verme üzerine kurulmuş yüce düşünce!Bireysel özgürlüğün cazibesine yenildi insan;girdiği yolun sisleneceğini ve kendisinin giderek silikleşeceğini bilmeden.

Duygu ve hayalden kurtardı aydınlanma, modernizm vaat etti, evrensel sulara açılan... Doğduğu, doyduğu toprağı bıraktı insan, umur bulmaya gitti büyük şehirlere, megakentlere. Var oluşundan beri -bütünleşik yaşadığı doğaya ziyan- makine çarklarıyla apartman odalarının dört duvarı arasına sıkışan ruhunu görmeyecek bir “akıl tutulma” ile özünden uzaklara düştü, aşkı da düşürdü yüreğinden, bedeniyle başbaşa…

Parçalandı doğa, parçalandı insan. Yetisi ile şiir; yeteneğiyle şair parçalandı, asırlardır güzellik geleneğine bağlanmış olan…Ah dünyayı değiştiren devrimler… Şiirin tik taklarıyla ortalığa saçılmış tutku… Şiirde gösterime giren paramparça çağ…

Hep kanlı olur değişimler… Özgürlüğe giden yol da kanlı idi, sömürmenin yahut rasistliğin kapıları da aynı yere açılıyordu…

Hele bizim topraklarımız… Kana doymamış, aydınlığa hasret, gelenekten kopmuş, modern olana uzak… Şairin Han-ı Yağma’sının hükmünü hiç yitirmediği topraklarımız…

İki büyük savaş gördü cihan, modernleşirken aydınlanmanın hayal kırıklığında, ne buhranlar yaşadı zamanın görmediği o vakte dek.İki kutba ayrıldı sonra.İdeolojileri insanlığın önüne azık olarak koydutanrılar. Ülkelerde, şehirlerde, evlerde duvarlar ördü savaşın soğuk yüzü.Ne yıkımlar, ne kırımlar gördü gözler büyülü kutuların ekranlarında, yıllar boyu susturulmuş halklar bağımsızlık arzusuyla yanarken…

Buna karşın ne hoş bir söylemdi küreselleşme. Söylemler hep hoş gelmiştir insan kulağına. Onca acıdan, onca tükenişten sonra… Açılacak huzurun kapıları; sevgi, barış, kardeşlikköprüleri kurulacak… Aynı dilden konuşacak insanlık, anlayacak birbirini; silahlar susacak, gözleri hep gülecek çocukların…

Öte yandan postmodernizm de yetişmişti imdadına insanın. Farklılıkları kutsayan melez görüntüsü eleştirinin… Kurtarıcımız olacaktı oysa…

Işık hızıyla kocaman bir bilgi köyüne dönerken dünya, küresel meydanlarda kurşunadizildi insanlık. Devleşti kurtlar sofrasında küresel tanrılar, farklılık tanımadan gasp etti ruhları. Bulunan ne varsa -kültüre, sanata, insana, öze dair- satıldı küresel pazarlarda. Bebelerin gözyaşları kadınların çığlıkları ile beslendi ruhları çakalların.

Şimdi dünyanın öte ucuna yakın, en yakınındakine uzak insan; ruhlar boş yatakların doluluğunca. Ne acıdır ki önce -yeni kuşakları değil- sevda türküleriyle büyüyen kuşakları esir aldı hırs, haset, şehvet… Aşk,dijital arşivlere yürüdü yüreklerinden, doyumsuzluğa bürünmüş bedenlerin.

Vicdan terk etti kibrin kapısında evcilik oynayanı; akıl, irfan, izan… Bilişim vaktine Orta Çağ yobazlığının karanlığı düştü. Hakkın gölgesinde parçalandı adalet, darağacına çekildi narin gülüşü çocuğun, gözyaşı narinliğinde düştü dallarından yanık hazan yaprakları, narin bir kederle tutuştu yüreği, insan kalanın…

Böylesi bir devirde insan kalabilen, varoluşun sırını da anlar elbet ve aşkın ölmesine izin vermez küresel zindanların izbe köşelerinde.

Tanrı, şairin kulağına en güzel ilhamları zifirî karanlıkta fısıldar. Bir sabah bir bilince uyanır insan, namlusunu kendisine döndürür küresel silahları tetikleyen ellerin.

Altay yaylalarında, Orta Asya bozkırlarında hâlâ -bin yılların ilhamıyla- kopuzun teline vurur ozan. Tarları, dutarları, davullarıyla eşlik eder nazende kızlar, yiğit erkekler… Tebriz’de Heyder Baba’nın eteklerinde yankılanıyor hâlâ şairin hicran yüklü sesi…

Lakin Anadolu’da şahlanmalı bilinç. Kendi karanlığıyla yüzleşmeli bu coğrafyada insan… Kadim türküsünü hatırlamalı ve vurmalı sazın teline teline…“Bir ben vardır bende benden içeru” diyerek diyalektiğini feylesoftan asırlar önce kurmuş aşkhırkalışairin“ben”ikuşatmalı ruhumuzu ve birlik olmalı sevgilinin “sen”iyle; aydınlatmalı Anadolu’yu, tıpkı tarihteki gibi.

Her çağın bedenî ve ruhî zevkleri farklıdır, diyorken Dedem Korkut dilinden konuşan bilge; onun da çağa uyumsuzluktan kıvrandığını fark etmişti şair. Bir gurup vaktinin, gurbet hissinin hüznü çökmüştü yüreklere; dipsiz bir gariplik...

Ey kıvrımlarında ruhun çırpındığı sarmal! Çözül artık. Ah aşk, kutsanmış duygu! Kurtar bizi bu dehlizden. Sen, sevgi adlı merhem! Deva ol ölümcül yaramıza.

Sonsuzluk arzusundandır üveyikin ateşle dansı. Şaire kanat olan coşkunluk ey! Ey söze ruh üfleyen bilgelik sevgisi! Güldür yüzümüzü…

Gülümsedi feylesof, uzayan yolun enginlerine dalarak…

Aşkın insanı terk ettiği yerde duramaz artık şair. Hasreti dayanılmaz kılan, rüzgârın peşine takılmış en çekici kokuları sılanın. Deli tayları dizginlerken zaman, rahvan atlarla düşmek gerek yollara. Düşlenen iklim, özüyle kavuşmanın sonsuz sevinci üveyik için ve arzusuna kapıldığı ruh dinginliği…

 

Rabarba
 

sen sevdiğin kadar büyük incitirsin
inciler dökülür istiridyelerindenmercan adalarında
benim gizli gizli ölüyor yüreğim
hep ağlayacak mı Orta Doğu
hep kahırlar mı devşireceğiztoprağın solgun teninden
daha ne kadar ölüme doğuracak
kadınlar bebelerini bombaların altında

 

öyle sıradan bir şey

çocuk gülüşleri silinirken yaşamdan
yükselen bir çığlığı duymak çağın ağlarıyla


barış söylemlerini dilimize dolayıp

bir dünya bırakacağız geleceğe delik deşik ama küresel
damaklarında kalan kekremsi tadı
genlerinde taşıyacak çocuklarımız nesiller boyu                                           
distopya okumayı seven

kahramanı olacaklar kendi hikâyelerinin

aşk silahsız yakalandı bu kaygılı yaşama
ansızın yara aldı can evinden

geldiği masallara çekildi bir daha çıkmamak niyetiyle 

bir sanal dibe vurdu zaman
 

bülbül gülün koynunda son nefesini verirken

sarmaşıkla yılanın dansa durduğuydu

sonsuz bağlılık sözleri uçuştu “an” uzunluğunda tutulan


alıp götürsen beni keşke uzaklara mercan adalarına                         
hep sevsen büyük büyük hiç incitmesen
inciler dökülmese istiridyelerinden
dinse Orta Doğu’nun gözyaşları
sevinçler devşirsek toprağın sıcak teninden
güneşin altında hayata doğursa kadınlar bebelerini

çocuk gülüşleri hiç silinmese yaşamdan
sevdiğin kadar büyük incitmesen
benim artarak ölüyor yüreğim

 

 

 

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.