Dil Eylemleri: Konuşmak
Prof. Dr. Mehmet Ali Dombaycı
Felsefenin dil eylemleri ile gerçekleştirildiğini ele alan serimizin son yazısı konuşma üzerine. Yazının girişinde konuşma terimini genel olarak anlamak, sonralarına doğru ise diyalog üzerinden felsefi konuşma biçiminde anlamak doğru olacaktır. Bu bakımdan konuşmayı felsefi bir eylem olarak tartışmak için öncelikle “konuşma” terimin kavramsallaştırmak gerekir. Kimi kavramlar pek çok kavramın anlaşılmasını sağlayan üst bir kavram olarak ele alınırken, özellik ve genellik yani kavramlar mantığının terminolojisi ile içlem kaplam bağlamında ele alınır. Konuşma da bu anlamda kaplamı geniş yani genel bir kavramdır.
Konuşma bir tür sözlü bildirim olup pek çok konuşma türünden söz edilebilir. Bunlardan bazıları diyalog, münazara, münakaşa, söylem vb. dir. Konuşmanın işbirlikçi ve rekabetçi olması, odağındaki problemin ele alınışı, ortamı ya da benzer pek çok değişken onun niteliğini etkiler.
İnsan felsefesi yani felsefi antropoloji insanın varlık yapısını ve niteliklerini açıklamaya çalışırken birtakım fenomenlere yaslanır. Bunlar; bilme, eyleme, değer verme, tavır takınma, isteme, özgür olma, tarihsel yanı olma, kendini bir şeye verme, çalışma, eğitme, eğitilme, devlet kurma, inanma, sanatsal yaratıcılığa sahip olma, biyolojik bir yapıda olma ve konuşmadır. Görüleceği üzere konuşma bir varlık fenomeni iken diğer dil eylemleri doğrudan bu fenomenler arasında yer almamıştır. Bunun bir nedeni konuşmanın düşünme ve dinlemeyi örtük ve olarak kapsaması, okumak ve yazmanın da yazının icadı ile ortaya çıkmasıdır. Sözü geçen dil eylemleri pek çok disiplinle ilişkili olmasına rağmen felsefede özel anlam ve yeri vardır.
İnsan önce konuşmayı sonra yazmayı öğrenir. Çünkü konuşmak bir bakıma düşünmenin iç monolog şeklinde gerçekleşmesidir. İç monolog olarak görülebilecek düşünme, konuşmayla iç içedir. Bunun karşılıklı konuşmaya yani diyaloğa dönüşmesi ise daha sonralarıdır. Konuşma eyleminin insan hayatındaki önemi Latince “infans” terimi üzerinden anlaşılabilir. İnfanskonuş(a)mayan ve henüz dili olmayan küçük çocuklar için kullanılır. Buradan hareketle konuşmanın insan-oluşun bir süreci olduğunu, çocuğun konuştukça insanlaştığını, başkaları ve nesneler ile o zaman ilişkiye girerek sürekli kendisini var ettiği söylenir. Yazma, düşünme ve konuşmaya eklenerek bu süreklilik ilişkisini derinleştirir. Düşünmek felsefenin en temel işlevi iken, yazmak felsefenin nihai eylemi, konuşmak ise düşünme ve yazma arasındaki geçişolarak görülebilir. Bu nedenle hem düşünme hem konuşma ve hem de yazma, felsefi eylemin dolayısıyla felsefi eylemi gerçekleştiren öznenin varlık koşuludur.
Ancak yine de felsefe tarihinde filozoflar düşünme, konuşma ve yazma arasındaki ilişkiyi farklı düzeylerde kavramışlardır. Bu anlamda Sokrates hiç yazmamış, Platon yazmış ancak yazma eylemini konuşma eylemini korurcasına diyalog üzerinden gerçekleştirmiş, Aristoteles ise tamamen yazma eylemini önemsemiştir. Platon felsefi yaşam ile politik yaşam arasında bir ayrım yapmış ve yazmasının sebebini felsefi yaşamın yanında politik angajmanı seçmesi olarak açıklamıştır. Esasen diyalogları ortaya koyma nedeni de politik tasarımıdır. Platon’un neden yazdığı sorusu ile Sokrates’in neden yazmadığı sorusu birbiri ile ilişkili düşünebilir. Çünkü Platon’un yazı yazmanın aleyhine olan düşünceleri Sokrates’ten kaynaklanır. Çünkü Sokrates’e göre gerçek bilgi, yazma yolu ile elde edilemez. Yazı soru-cevap ilişkisine dönüşemez, kendini tekrar edemez, olası soru ve yorumlara karşı da kendisini savunamaz. Sokrates’e göre bilgi ancak bir rehberin eşliğinde gerçekleşen diyalog ile ortaya çıkar. Yazmada bir rehber bulunmadığından, diyalogda olduğu gibi düzeltilemez, işlenemez ve etkili hale getirilemez. Yazı donuk, konuşma akışkandır. Üstelik bu donukluk sadece kendi niteliği değil yöneldiğini de donduran onun niteliğini de değiştiren bir eylemdir. Yazmak, dil, nesne ya da konuşmak gibi doğal değil yapaydır. Çünkü icat edilmiştir. İcat edilen her şeyde insanın sınırlılığının izleri vardır.
Konuşma, okuma ve yazmanın bir başka formu olarak diğerlerinden ayrılır. Daha önce ifade edildiği gibi düşünme bir iç monolog olduğunda söze dökülmese de bir konuşma olarak ifade edilebilir. Ancak söze döküldüğünde iç olmaktan çıkıp söz ile (ses) monoloğa dönüşebilir. Monolog ise ancak ve ancak refleksiyon ile insanın kendi karşısında yaptığı bir konuşmaya dönüşürse diyalektik öğe ortaya çıkaracağı için felsefi bir konuşma niteliği kazanabilir. Konuşma, başkasına yönelen refleksiyon içinde iken ise diyaloğa dönüşmüştür. Felsefi konuşmadan kasıt esasen diyalogtur. Bunun sebebi “konuşma” kelimesinin Türkçe etimolojisinde yatmaktadır. Konuşma birden fazla kişinin aynı konumda olmasını gerektirmektedir. Diyalog kelimesinin etimolojisi ise dia (arasından) ve logostan (akıl) oluşmakta olup iki akıl arasından anlamına gelmektedir. Hem diyalog hem diyalektik iki akıl arasından çıkan karşılıklılıktır. Ancak bu karşılıklılık bir zıtlık değil, bir bütünlüktür. Bu nedenle birden fazla zihnin birbirini takibini gerektirir.
Diyalog ilişkisi Ben ve Sen ilişkisi, konuşma ilişkisi ile Ben ve O ilişkisi olarak adlandırılabilir. Bu anlamda diyalog ilişkisi tecrübe dünyasını kurarken, konuşma dünyası salt ilişki dünyasını kurmaktadır. Diyalog ile kurulan tecrübe dünyasında kişi karşısındakini ölçüp biçeceği, kullanacağı ve kontrol altına alacağı nesne ya da bir şey gibi bakmaz. Ancak konuşma dünyasında karşısındakini nesneleştirir, onu araştırır, sınıflar ölçer ve biçer. Diyalog dünyasında her iki taraf bütün varlıklarıyla kendiliğindenlikleriyle kişilerdir, ancak konuşma dünyasında taraflar birbirlerini karşılaştırır, diğerine sahip olur ve onu kullanır. Karşısındakinin varlığına nesnel bir tavır alışı vardır ve onu, şeyler arasında bir şey olarak görür. Diyalog dünyasında kişi varlığa, dünyaya ve gerçekliğe katılır. Karşılıklılık ve katılım esastır. İki taraf birbirine ve birbirlerinin içinden akar, birbirlerine bütün varlıklarıyla bakarlar. Konuşma dünyasında taraflar ne varlığa ne dünyaya ne de birbirlerine katılırlar. Tecrübe karşıdakinin içindedir, dünyayla onun arasında değil. Dünya da tecrübeye katılmadığı gibi sadece tecrübe edilmesine de ses etmez. Diyalog dünyasında taraflar birbirlerinin biricikliğine, özgürlüğüne ve kendiliğindenliğine zarar vermeden kendilerini bütün varlıklarıyla sunarlar ve birbirlerini etkilerler. Kendilerini birbirlerine verdikleri gibi evreni birbirlerinin ışığında görür ve anlarlar. Oysa konuşma dünyasında tarafların karşısındaki pek çok karşıdakinden biridir, biricik değildir. Birbirlerini kullandıkları, evreni sadece kavramsal bir inşa etkinliğinde gördükleri ve onu neredeyse tek başlarına yarattıkları bir süreçtedirler. Diyalog, gerçek bir ilişkidir. Karşılıklılık esastır ve taraflar bütün varlıklarıyla gerçekliğe ve dünyaya katılırlar. Konuşmada ise gerçek bir ilişki olmadığı gibi karşılıklılık da yoktur. Taraflar kendisini ayrı tutar, kendi yarattığı gerçeklikte yaşar. Üstelik yarattığı gerçekliği kendisine mal eder. Diyalogda doğal birliktelik vardır ve kendisini dünyaya ifade etmek, açmak esastır. Konuşmada, doğal ayrılık ve yalnızlık vardır. Dünyanın ve doğanın hâkimi olma ve onu kontrol etme tutkusu esas olup, araçsal akıl iş başındadır. Diyalogda, hedef birlik ve bütünlükken konuşmada hedef ve yönelim yoktur, parçalanma ve yabancılaşmayla birlikte içi boş bir özgürlük vardır. Diyalog zorunlu ve katı determinizmden uzaktır ve özgürlük barındırır, konuşmada determinizm hakimdir, seçme, karar verme özgürlüğü yoktur. Diyalogda taraflar birbirlerine kendi olmak için muhtaçtır, kendinden bir şey kaybetmeden başkasıyla kendini var eder. Konuşmada ise taraflar birbirlerine kendi olmak için muhtaç olmadığı gibi ego merkezli bir ilişki vardır. Diyalogda ilişkinin herhangi bir aracı yoktur, hiçbir kavram, gaye, düşünce araya girmez. Herhangi bir ölçü ya da düzen, bağlantılılık yoktur. Gelişim açıktır, sürekli yeni bir görünüm vardır. Konuşmada ise ilişki araçsaldır. Belli bir amaç veya çıkara göre kavramsallaştırma vardır. Diyaloğa dayalı ilişki anda yaşar ve somuttur. Somutluk önceden görülemezliği, geri alınamazlığı ile andır. Konuşma ise geçmişte yaşar. Kendisini ayakta tutacak ve koruyacak kaleler inşa ederek sürekli geçmişe öykünür. Diyalogda kişisel sorumluluk vardır, konuşmada kolektif yapılar hakimdir ve sorumluluk dağıtılmıştır. Bu nedenle diyalog otantiktir, konuşmada yabancılaşma görülür. Diyalog anlamlılık ve güven tesis eder. Bu nedenle sevgi dolu ve alçak gönüllüdür, konuşma anlamsızlık bir yana ortak anlamı oluşturmakta yetersizdir ve genelde güvensiz ilişki biçimiyle ilerlediği için kaprislidir, hırslıdır, sahip olma tutkusu ile hareket eder. Bu nedenle diyalog değer inşa ederken, konuşma değerleri hem görelileştirir hem de tüketir.
Bu belirlemeler ışığında konuşmanın, felsefi konuşmaya yani diyaloğa dönüşmesi için karşılıklılık ilişkisi gerekir. Bu ilişki kapsamlılık, katılım, paylaşılan biliş, yüz-yüze ilişki, anlam sorgusu, sosyal dayanışma duyguları, etraflıca düşünme, tarafsızlık, modelleme, kendisi için düşünme, prosedürel meydan okuma, makul olma, okuma, sorgulama, tartışmayı içerir. Bu değişkenler ise soruları formüle eder, kapsamlı genellemelerden kaçınır, (aynı zamanda basmakalıp olarak da bilinir), iddialarının kanıtlarla desteklenmesini ister, açıklayıcı varsayımlar geliştirir, durumsal farklılıkları tanır, başkalarının fikirleri üzerine fikirlerini inşa eder, makul eleştirileri kabul eder, “olayın diğer tarafı” sözünü duymayı hoş karşılar, kişi olarak başkalarına saygı duyar, uygun analojiler yapar, kötü tanımlanmış kavramları netleştirmeye çalışır, uygun ayrımlar ve bağlantılar yapar, görüşleri ikna edici nedenlerle destekler, örnekler ve karşı örnekler sağlar, altta yatan anlamı açmaya çalışır, uygun çıkarımlarda bulunur, dengeli değerlendirmeye dayalı yargılarda bulunur.
Konuşma, bu yönleriyle ancak felsefi konuşmaya dönüşür ve diğer dil eylemlerini besler. Bu nedenle etkili felsefe eğitiminde düşünme, okuma, yazma ve konuşmanın bir arada ve ilişki içerisinde olması beklenir.
Yeni yorum ekle