Felsefede Dinî Referans Sorunsalı

Felsefe

Felsefede Dinî Referans Sorunsalı

Levent Edige Özdemir

Felsefede dinî referanslar epistemolojik ve metodolojik sorunlar yaratabilmektedir. Dinî metinlerden yapılan alıntıların sorun teşkil ettiği bağlamına göre verilecek bir yargıdır. Bir mantık hatası olarak otoriteye sığınmak ile fikirlerin aidiyetine önem vermek erdeminden dolayı atıfta bulunmak ayrıdır. Ayırt edici olan temellendirmenin bulunup bulunmadığıdır. Eğer bir temellendirme bulunmuyor, hatta temellendirmeden kaçınmak için dinî metinlere yönelinmekte ise bunun bir mantık hatası olduğu ifade edilmelidir.

Orta Çağ'da teoloji kitaplarının yanı sıra felsefi eserlerde de sıklıkla rastlanan durumlardan birisi dinî metinlere referansta bulunulmasıdır. Bu atıf ve alıntıların kendi başına eserin değerine değer katmak ya da kıymetini düşürmek gibi bir etkisi olduğunu veya bu tür eserlerin felsefî olamayacaklarını iddia etmek ise ön yargıolarak görülebilir. Bunun yerine dinî referansların bulunduğu bağlam dikkate alınmalıdır. Referansların bulundukları bağlam içerisinde bilgiye dönüştürülüp dönüştürülmedikleri, doğrulamaya ya da yanlışlamaya açık bir önerme olarak mı yer verildikleri yoksa temellendirme bulunmaksızın kesin yargı olarak mı konumlandırıldıkları incelemenin ölçütlerinin başında gelmelidir. Böylelikle yazarın dinî metinlere karşı yaklaşımı ile bir ölçüde din anlayışı da anlaşılmış olacaktır. Eğer yazar dinî metinlerdeki temellendirmeden uzak önermeleri kesin yargılar olarak görüyor ve kabul ediyorsa eserin felsefiliğine kuşkuyla yaklaşılması gereği ortaya çıkacaktır. Zira dinî metinlerde sıkça karşılaşılan hatabî sözler etkileyicilikle ikna edicilik bakımından diğerlerinden daha güçlüdür. Buna bir de okuyucunun söz konusu dinî metne duygusal bağlılığı eklenirse sorgulayıcılık büyük ölçüde yitecektir.

Kuşku, sorgulayıcılığın ön koşullarındandır. Yönelinen nesneye duyulan bağlılık ondan kuşku duyulmasını engelleyecek; sorgulamaktan söz etmeye imkân bırakmayacaktır. Kişioğlunun bilmediğini bilmeye yönelmesi, eldekilerden kuşku duyarak onların sorgulanmasıyla girişilen bir iştir. Kendisinde kuşkunun bulunmadığı okurun metinle ilişkisi, ortak kabullere sahip tarafların anlaşısıdır. Dinî metinler söz konusu olduğunda hissî yaklaşımın bir sonucu olarak okurun ilişkisi metinle değil yazarla kurulur hale gelmektedir. Hissî yaklaşımla uluların şüphe götürmez olduğuna inanılan sözlerindeki çelişkililer görülmez, dışarıdan böyle bir uyarı ise bu ulunun sözlerinin maksadının anlaşılmadığı şeklinde karşılanır. Uyarı, kabulü zorunlu bir yargı ise ya akıl üstülük söz konusu edilir ya da ulu zatın sözü yorumlanarak uzlaşıya çalışılır. Ancak duygusal bağlılık kuşku duyma basamağı önünde duran engel olarak var oldukça bir uzlaşı gerektiği dahi fark edilemeyecektir. Oysa herkes için istenebilir olan doğrulanmamış inançlardan bütünüyle sıyrılarak bilgiye yönelinmesi değildir. Bunun imkânı yani sepetteki elmaların bütünüyle boşaltılmasının olabilirliği kuşkulu görünmektedir. Sepetin tamamen boşaltıldığı kabul edildiğinde bile bir ömrün sepeti yeniden doldurmak için yeterli gelmeyeceği sezilmektedir. Söz konusu yöntem önerisinin metot değişikliği olarak anlaşılması uygulanabilirlik bakımından daha uygun görünmektedir. Zira kategoriler ve üç ilkenin a posteriori doğrulanması hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Sepetteki elmaların bütünüyle boşaltılmasında olduğu gibi kişilerin bütün kabullerinden sıyrılması olursuzdur. İnançların temellendirilemez kabuller olup olmadıkları her birinin ayrı değerlendirilmesini gerektiren zorlu bir soruşturmadır.

Felsefede olduğu kadar bilimde de dinî zihniyet nesnelerin oldukları gibi görülmesinin engelleyicisi haline gelebilmektedir. Büyük patlama teorisinin teologlar tarafından dinî bir argümana dönüştürülmesi bunun örneği olarak verilebilir. Öte yandan felsefeci ya da bilim adamlarının bir dine sahip olmamaları gerektiği sonucuna ulaşmak yanlış olacaktır.Bilginin bilgiyle öğreniliyor oluşu kişioğlunun karşılaştıklarına ön bilgilerle yaklaştığı anlamına gelmektedir. Bilginin oluşumu verilerin işlenip soyutlanmasıyla bir yargıya ulaşılmasıdır. Bu işlemin tarafları olan özne ile nesne arasındaki ilişkinin içeriği, anlamlandırmanın gerçekleştirildiği yerdir. Anlamlandırma sırasında hem öznenin hem de nesnenin işleme katıldığı göz önüne alındığında ön yargı olmaksızın bir nesneye yaklaşmanın imkânı görünmemektedir. Kim olursa olsun herkesin az veya çok inançlarının, yaşamlarına etki eden inanışlarının ve bakış açılarını biçimlendiren kabullerinin bulunduğu yadsınamaz. Sayılan inanç ve kabuller yalnızca dinî değil psikolojik, kültürel, siyasî, içtimaî vb. kaynaklardan beslenerek oluşmaktadır. Beklenti bu inanç ve kabullerin oluşturduğu bakış açısının gerçekliği olabildiğince az saptırması; kişinin bu sapmanın ayırdında olmasıdır.Dinler çoğunlukla insan yaşamının bütününe karışma dileğindedir. Bütün yaşamı kuşatıcı bir din anlayışına sahip olmak ile bu din anlayışının nesnelere onlarda bulunmayan anlam ve değerleri yükleyici olmaması bir arada olurludur. Bu açıdan ideolojiler yaşamın bütün anlarına kendi boyasını sürerken gerçekliği bulanıklaştırmakta, özneyi yanıltmaktadır. Kaçınılması gereken her şeyin olduğu gibi dinin de ideoloji hâline getirilmesidir.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.