Milliyetçiliği Doğru Anlamak

Felsefe

Milliyetçiliği Doğru Anlamak

Fahri Atasoy

Doğa bilimlerinin başarılı işlerinden sonra insan ve toplumla ilgili olaylar da bilimin konusu oldu. On dokuzuncu yüzyılda Tarih, siyaset, sosyoloji, antropoloji, coğrafya gibi alanlarda çalışmalar yoğunlaştı. Özellikle insan türünün diğer varlıklardan farklılığı üzerinden ortaya çıkan bilim alanlarının gelişmesi zengin bir literatür yarattı. Daha önce tarih, siyaset ve toplum felsefeleri içinde tartışılan problemler bağımsız bilim alanları içinde araştırma konusu oldu. Milliyetçilik olgusu da bu bağlamda düşüncenin ve bilimin konusudur. Farklı yönleriyle felsefenin, tarihin, siyaset biliminin, sosyolojinin ve hatta antropolojinin alanına girer.

Modern bilimin ortaya çıkması dünyada büyük değişimler yaratmıştır. İnsanoğlu artık evrenin, doğanın ve insanın sırlarını çözmeye başlamıştır. Akıl ve bilim yoluyla her türlü problemin çözümlenebileceğine inanç artmıştır. Özellikle bilimsel bilgilere dayalı olarak geliştirilen teknolojik araç-gereçlerin yarattığı yeni dünya sistemi siyasal olarak da büyük bir dönüşüme sahne olmuştur. Rönesans sonrası başlayan Yeni Çağ Avrupa’da her yönden köklü bir değişim yaratmıştır. Milletler ve milliyetçilik bu dönemde ortaya çıkan kavramlardır. Kavramların delalet ettiği olgusal kökler zaten varsa da bunların kavram olarak kullanımı bu çağa aittir. Milletler ve milliyetçilik bu çağın siyasal ilişkilerini belirleyen en güçlü unsurlardan birisi haline gelmiştir.

Orta Çağ uzun bir süreçtir ve bazı öne çıkan belirleyicileri vardır. Bunlardan birisi devlet sistemi hanedanlıklara dayalı imparatorluklar şeklinde karşımıza çıkar. İkincisi semavi dinler bu çağdatoplumsal ve siyasal hayatımızı çok fazla etkilemiştir. Dine dayanan düşünce ve bilgi dünyası en önemli unsurlardan birisidir. Hıristiyanlık için de Müslümanlık için de bu durum geçerlidir. Müslümanlık bir nebze insan düşüncesine ve bilgi arayışına imkan verir. Bu imkanı değerlendiren öncü düşünürler İslam dünyasında yaklaşık üç asır sürecek bir parlak dönem yaratmayı başarmışlardır. Ancak dini taassup bu yaratıcı özgürlüğü çabuk boğmuştur. Farabi, Kindi, İbni Sina, İbni Tufeyl, İbni Arabi gibi büyük filozoflar dönemi Gazali’nin felsefeyi reddiyesinden sonra kesilmiştir. Adeta kuraklık başlamıştır. Bu kuraklık içinden İbni Haldun, Ali Kuşcu, Takiyüddin gibi isimler çıksa da İslam bilim ve felsefe tarihinde istisna olarak yer almışlardır. İslam dünyası sonraki asırlarda ciddi başarılar kazanamamıştır. Endülüs yedi asır sonra kaybedilmiş, Osmanlı Devleti’nin siyasal alandaki başarısı Balkanlarda yaşanan bozgun ile sona ermiştir. Bu süreçte milliyetçiliğin etkisi göz ardı edilmemelidir.

Orta Çağ’ın öne çıkan özelliklerinden birisi de semavi dinlerin devlet ve toplum ilişkilerini belirleme gücüdür. Bu ilişkide belirleyici devleti yönetenler midir yoksa dinin kendisi midir konusu hayli tartışmalıdır. Bizim şahsi görüşümüz burada dinin kullanılmış olduğu yönündedir. İslam geldikten sonra derlenip toparlanan Arap kabileleri ilk defa büyük bir imparatorluk kurmuşlar ve dünyaya yayılmaya başlamışlardır. Dünya tarihi açısından bu durum büyük bir siyasal olaydır. Emevî Devleti bu bağlamda değerlendirilmelidir. Emevî’lerin İslam dininin gücünü çok iyi kullandıkları açıktır. Dini siyasal emelleri için kullansalar da Katolikler gibi bir hegemonya aracı haline getirmemişlerdir. Roma İmparatorluğu Katolik Kilisesi aracılığı ile egemen olduğu topraklarda dini her yönden bir baskı ve sömürü aracı haline getirmiştir. Orta Çağ ve Katolik Kilisesi büyük oranda birbiriyle örtüşmüş ve literatüre yansımıştır. Milletler ve milliyetçiliği anlayabilmek için bu olgunun iyi anlaşılması gerekmektedir. Çünkü Yeni Çağ’da meydana gelen değişimlerin en büyük sebebi Katolik Kilisesi’nin hegemonyasıdır. Her yönden bu hegemonyanın kırılma isteği Avrupa toplumlarını millet gerçeğine götürmüş ve milliyetçilik hareketleri başlamıştır.

Milliyetçilik çok güçlü bir siyasal ve toplumsal dinamik olarak modern çağa damgasını vurmuştur. Millet bu dönemde siyasi iktidarın yeni meşruiyet zeminini oluşturur. Akıl ve bilim çağına koşut olarak siyasal alanda Kilise hegemonyasından kurtulmanın yolu milletlerin varlığı ve milliyetçilik şuurudur. Böylece “ulus devlet” modeli doğmuş ve 18-19. Yüzyıllara milletler ve milliyetçilikler çağı adı verilmiştir. Yeni kurulan ulus devlet modeli aynı zamanda parlamentoya dayalı demokrasilere yol açmıştır. Daha önce derebeylikler modelinde kent devletlerine bölünen ülkeleri birleştirip güç merkezi oluşturmuştur. Milletlerin kendi kendilerini yönetme hakkının kabul görmesiyle imparatorlukları dağıtmıştır. Bu süreç bizi de doğrudan etkilemiş ve Osmanlı içindeki farklı etnisitelerin bağımsızlık kazanmak için ayaklanmalarına yol açmıştır. Osmanlı yönetimi hepimiz Osmanlı milletiyiz iddiasını savunsa da bunda başarılı olamamıştır.

Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük tartışmaları tamamıyla milliyetçilik bağlamında ortaya çıkmış düşünce akımlarıdır. 1912 yılında Balkan bozgunu yaşanmış ve dört asırlık vatan toprakları terk edilmek zorunda kalınmıştır. Ne Osmanlıcılık ne İslamcılık devlette birliği sürdürmeye yetmemiştir. Aynı yıl İstanbul’da Türk Ocakları kurulur. Türkçülük hem devletin hem de Türklerin tek çıkış yolu olarak kabul görür. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti yenilgiyi kabul etmiş ve 1919 yılında Osmanlı toprakları işgal edilmeye başlamıştır. Türk Ocakları Sultanahmet meydanında işgale karşı mitingler yapar. Bu mitingler tam anlamıyla toplumsal eylem niteliğindedir. Türk milliyetçiliğinin bir halk hareketine dönüşmesi ve İstiklal Savaşı’na güç oluşturmasının simgesidir. Türklerin bütün tehlikeler karşısında birlik şuuru içinde kendi kaderlerine sahip çıkma iradesi göstermesidir. Bu bağlamda gelişen tarihsel olaylar yeni Türk devletini Türk milliyetçiliğinin bir sonucu olarak doğurmuştur.

İkinci Meşrutiyet döneminde Türkçülük olarak ortaya çıkan Türk milliyetçiliği kendine has özelliklere sahiptir. Birincisi Türk milliyetçiliği büyük acılar ve mağduriyetler içinde hüzünlü bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti yıkılmak üzeredir ve yıkılmaması için cansiperane bir uğraş vardır. Dönemin aydınları ve yöneticileri “Türkiye nasıl kurtulur” telaşındadır. Aynı dönemde Çarlık Rusya’nın Türk topluluklarının vatanlarını adım adım işgal etmesi ayrı bir acı ve mağduriyet yaratmıştır. Kafkasya, Kırım, Kazan bölgelerindeki Türkler ve Farklı etnisiteden Müslümanlar Osmanlı’ya sığınmaktadır. Bu bölgelerden İstanbul’a gelen aydınlar kurtuluş için çare aramaktadırlar. Gördükleri tek çare modern dünyada yükselen milliyetçilikten Türklerin de faydalanmasını sağlamaktır. 1911 yılında Tataristan’dan gelen Yusuf Akçura yönetiminde kurulan Türk Yurdu dergisinin çıkış mesajı “Türklerin Faidesine Çalışır Onbeş Günde Bir Çıkar” olmuştur. Türkler eğer kendi dertlerine birlikte çare olmazlarsa dünya üzerinde daha fazla mağduriyet yaşayacaklardır. Bu mağduriyeti önlemenin yolu milliyetçiliktir.

Her milletin özellikleri (kültürü) ve hikayeleri (tarihi) farklıdır. İtalyan milliyetçiliği, Fransız milliyetçiliği, Alman milliyetçiliği, Rus milliyetçiliği, İngiliz milliyetçiliği on dokuzuncu yüzyılın baskın güçlerini oluşturmuştur. İki dünya savaşında da bu milletler ön plandadır. Milletler biraz güçlendiklerinde egemenliklerini genişletme eğiliminde oluyorlar. Türkler bu egemenlik genişletme eğilimini, Profesör Osman Turan’ın ifadesiyle “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi” olarak formüle etmiştir. Ancak 19. Yüzyıldaki milliyetçilik çağının fırsatlarından yararlanamayan ve hatta zarar gören Türkler olmuştur. Çünkü mevcut egemenliklerini bile koruyamamıştır. Bu dönem Türklerin mağduriyetinin zirveye çıktığı bir çağdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı ve zaferle sonuçlandırdığı İstiklal Savaşı olmasa Türklere Anadolu toprakları bile dar edilecek durumdadır. Türk milliyetçiliği harekete geçtiğinde ancak ülke savunması ve milli varlığı sürdürme konumundadır. Ama İngiliz ve Alman milliyetçiliği dünyayı paylaşmak için kanlı savaşlara girişmiş ve dünyayı ateşe atmıştır. Kavganın artmasının ana sebebi milliyetçilikten güç alan Avrupalı devletlerin çoğunun sömürgecilikten beslenmesidir.

Kapitalizmin doğduğu çağda, ideolojiler milliyetçilikleri kontrol etme mekanizmaları olarak devreye girmiştir. Liberal kapitalizm bir sistem olarak sanayileşmiş toplumlara egemen olmuş, karşısında sosyalizm bir sistem alternatifi ideoloji olarak etkin hale gelmiştir. Daha önceki çağlarda bu işlevi dinler üstlenmiştir. Kapitalizm ve sosyalizm iki zıt sistem ve ideoloji olarak son iki yüzyıla damga vurmuşlardır ama aynı zamanda milliyetçilikleri maskelemiş durumdadırlar. Dolayısıyla her iki kavram öne çıkarak kullanıldığında milliyetçiliklerin olmadığı düşünülmesin. Örneğin İngiltere ve Almanya hem Protestan hem sanayi devriminin önderleri hem de kapitalist sistem içindedirler. İki dünya savaşında karşı karşıya gelmelerinin sebebi milliyetçiliklerinin yol açtığı egemenlik mücadelesidir. İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanya kapitalist İngiltere’ye de sosyalist Rusya’ya (SSCB) da hücum eder. Sözde ideolojik beraberlikler ve zıtlıklar burada işe yaramaz. Fakat sosyalist ideolojinin yoğun propagandası milletleri inkar ederek milliyetçiliği örtmeye çalışır. Halka sosyalist enternasyonal kardeşliği hikayesi anlatır. SSCB örneğinde arka planda derin Rus milliyetçiliğini sürdür. SSCB’de egemenlik sembolleri tamamen Rus milletine aittir. Rus dili, Rus elitleri, Rus modernliği, vs. örnekler çoğaltılabilir.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısı dünyada tekil milliyetçilikler yerine bloklar arasında kıyasıya bir mücadele olmuştur. Soğuk Savaş adı verilen süreç 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sembolik olarak sona ermiştir. 1990 yılında SSCB kendisini feshetti ve içinden başta Rusya Federasyonu olmak üzere 15 bağımsız devlet çıktı. Küreselleşme olarak adlandırılan yeni süreç aynı zamanda yeni bir milliyetçilik dinamizmi yaratmıştır. Küreselleşme ve Milliyetçilik konusu bu bağlamda akademik bir problem olarak gündemimize girmiş ve 2005 yılında çalışmamız kitap olarak yayınlanmıştır. Günümüz şartlarında milliyetçilik yeni bir boyuta geçmiştir. Soğuk Savaş şartlarında şekillenen dünya sistemi milletleri kontrol altında tutarken, yeni süreç bu kontrolün ortadan kalkmasına yol açmıştır. Dolayısıyla tarihte önemli roller üstlenmiş köklü milletler bu yeni süreçte mücadeleye daha etkin olarak girmek mecburiyetindeler. Bunu dünyadaki son siyasi ve ekonomik gelişmelerde görmek mümkündür.

Türkler, dünya tarihinde önemli roller üstlenmiş köklü bir millet olarak hak ettikleri namı üstlerinde taşırlar. Bunu kendileri unutsa da diğer milletlerin aydınları ve yöneticileri unutmaz. Dolayısıyla dünya Türklüğünün en önemli temsilcisi olarak Türkiye Türklerinin sırtında büyük bir sorumluluk vardır. Türk milliyetçiliği bu sorumluluğun bilinç durumu olarak adlandırılabilir. Dünyadaki gelişmeler içinde genel anlamda Türkler ve özel anlamda Türkiye, tarihin ve kültürün yüklediği sorumluluk doğrultusunda varlıklarını sürdürme haklarına sahiptir. Bu hakların ve görevlerin yerine getirilmesi yine milliyetçilik olgusuna bağlıdır. Türklerin geleceğini tayin edecek irade milliyetçi bir şuur içinde oluşursa, milletler mücadelesinde hak ettiği yere sahip olacaktır. Toplumlar ve devletler arasındaki ilişkilerde milliyetçilik tahmin edilenden daha büyük bir güce sahiptir. Fakat bir milletin aydınları ve yetkilileri bu şuurdan uzak olursa başka milliyetçiliklerin istilasından kurtulamaz. Türkiye maalesef uzun yıllardır bu istilayı yaşamaktadır. Siyasi istila belki silahlı mücadeleyle bertaraf edilebilir ama ekonomik, kültürel, ideolojik, dini istilalar bir milleti pasivize eder. Mücadeleden çekilmesine ve başka güçlere teslim olmasına yol açar. Türkiye’nin en önemli problemlerinden birisi budur.

Milliyetçiliği anlamak için konuya çok yönlü ve gerçekçi bakmak gerekir. Toplumu yanıltmak için sunulan şablon açıklamalara itibar etmemek gerekir. Milliyetçilik bir denge meselesidir ve her milletin şartlarına göre şekillenir. İtalyanların faşizme, Almanların Nazizm’e, Rusların sosyalizme kaymış olmaları milliyetçilik gerçeğini ortadan kaldırmaz. Derleme toplama bir vatandaşlar topluluğu olan Amerika bile milliyetçilikten faydalanmaya çalışmaktadır. Yeni Başkan Trump kendisini Amerikan milliyetçisi olarak tanımlamaktadır. Küreselleşme adı verilen kozmopolit süreç bile normal şartlarda Amerikan çıkarlarına hizmet etmekte ve Amerikan milliyetçiliğini beslemektedir. Dünya hegemonyası kurmaya çalışan bu merkez doğal olarak karşısında güçlenme ihtimali olan milliyetçilikleri istemez. Bu milliyetçiliklerden birisi de doğal olarak yükselen Türk milliyetçiliğidir. Türk milliyetçiliği hem Türkiye Cumhuriyeti hem dünyadaki bütün Türklerin varlığı bağlamında önemli bir güçtür. Bunu doğru anlamak ve doğru yönetmek herkesin kendi çıkarları doğrultusunda yapmaya çalışacakları bir problem olarak da düşünülebilir.

NOT: Konuyla ilgili yeni bir kitap Net Kitaplık Yayınları arasında yayımlandı.

Tevfik Erdem & H. Bozkurt Çelik, Milliyetçilik Ders Notları, 2025

 

Görsel kaldırıldı.

Yorum

Hüseyin (doğrulanmamış) Pa, 16 Şubat 2025 - 16:55

Her türlü milliyetçiliği ayakların altına almış bu düzende .bu toplımu uyandırmanız biraz zor olacak sanırım

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.