Mutluluk: Düşler Ülkesinin Kamçısı

Felsefe

Zamana Yenilmeyen Düşler - 9

Mutluluk: Düşler Ülkesinin Kamçısı

 

Ümit Yaşar Gözüm

 

Üstat yeni döndüğü Orta Asya gezisinden ayağının tozuyla yaz mevsimlerinin ihtişamla yaşandığı Akvaryum Koyuna atmıştı kendini. Köklerine yaptığı uzun geziden dolayı Tike’den ayrı kalmıştı. +

Tike, hücrelerinde hissettiği özlem ve merakla sorularını peş peşe sıralarken, üstat her zamanki dingin ruh haliyle dinliyordu. Dönmene sevindim. Yokluğunda bize ait olanlarla yetinmek durumundayken de mutlu hissediyordum, şimdi yanımdayken de. Sanırım benim bütün mutluluk tariflerim bize çıkıyor!

Bütün dikkatiyle Tike’ye yoğunlaşan üstat, başını öne ve arkaya doğru sallayarak telaşsız bir sesle haklısın sanırım; Dijital Çağla birlikte yeni bir mutluluk tanımına  ihtiyacımız var, diyerek zevkli bir konuşmanın ağlarını örmeye başlıyordu.

Biliyor musun Tike, mutluluğun bir düzlemde, süreçten bağımsızmış gibi algılanmasını hep garipsedim. Sonunu görmediğimiz bir düzlükte ilerleyen serüvenimizin bir yerlerinde birbiri ile ilintili ya da arada boşlukları olan tepelerin yükseldiğine tanıklık ederiz zaman zaman. Ancak insan ‘an’da yaşadığı için, uzun serüveninin, kesik kesik kısımlarını daha çok hatırlıyor.

Bilim daha çok gözlem ve deney, felsefe daha çok akıl yürütmelerle akıp gidiyor sonsuza. Oysa insana ve yaşama dair olanları anlamak için, geçmişle günümüz arasında bağ kurmak gerekiyor.

Kuşaklar arasılıkta düşlerin bile yer değiştirdiğine tanıklık ediyoruz. Mutluluğu hazza indirgeyenlere karşı cılız bir duruş filizleniyor olsa da görünen o ki, gelecek kuşaklar daha çok hazza yoğunlaşacak.

İnsanlık İlk Çağı yeniden keşfetmeye mi başlıyor diye sormaktan alamıyorum kendimi. Bilim ve felsefe aracılığıyla mutluluğu yeniden düşünme, sorgulama çabasında olan bir kitle oluşuyor! En azından düşünürlerin gündeminde yeniden yer buluyor mutluluk.

Gözlemlerim beni yanıltmazsa, garip ama yeni bir çağa kapı aralıyoruz: Hız çağı…

Yeni çağın araladığı pencereden belleğimize düşen ilk izlenimlerden epeyce sonra, bir dijital kasırga kasıp kavuruyor sokakları.

Sadece metropollerin gök kubbeye değen plazalarında tüketilmiyor ömür, kırsalda, kentlerin kıyılarında, salaş ortamlarda her yerde ve zamanda, her şeyi hızla tüketen bir çağ teslim alıyor insanı. Buna rağmen kimse terk etmek istemiyor konfor alanını.

Dijitalin nimetlerinden beslenen, henüz sonunu bilmediği yalnızlıkta boğulan kuşakların atalarının boğuk sesi yükseliyor ötelerden.

Hakikat diye bir şeyin olduğunu reddediyor, ona sırtımızı dönüyoruz. Belki de artık zaman, insanın her kuşakta değişen gelgitlerini taşımak istemiyor sırtında. Gerçeğe sırtını dönenlerin, aşkla yüzleşme olanağı kalmıyor.

Aşkla hevesin birbirine karıştırıldığı sokaklarda, sadece hazzın arandığı ortamlarda mutluluk aramanın doğurduğu hüsranla mutsuz oluyoruz.

Kendine rehberlik edemeyen ruh, ötekinin senaryosunda figüranlığa razı olurken, mutluluklar heba oluyor. Artık kitlenin içinde sadece yalnız değiliz, iflah olamayacak kadar da mutsuzuz.

Mutluluk sürekli ya da sonsuz bir hal midir sorusunun karşılığı; asla!

Mutluluk insanın yaşam serüveni akıp giderken, farklı zaman, ortam, durum, istek ve beklentilerine ilişkin yaşadığı bir ruh hali. Yaşam akıp giderken siz ‘an’lara takılıp kalamazsınız. Kalırsanız şayet, akıl ve ruh sağlığınızı sorgulamaya başlar toplum, çevre, aile...

Hız çağı, mutluluğun kaynağı olan ‘an’ kavramıyla yetinmekten bıkmış olmalı ki, onu ışınlayarak ‘anlar’a çevirdi.

Üst üste bindirilmiş saydam katmanlar, hakikatten yoksun sokaklarda-mekanlarda çağın hızına uyum sağlamış bir akışla geçip gidiyor.

İnsan hiçbirine takılı kalamadan akıp giden ekrandaki yanılsamalardan ibaret sanıyor gerçeği.

Yaşamı kaçırdığını fısıldayan çağın yarattığı yeni korkulara kapılıyor. Sahip olduklarını sorgulayamamanın yarattığı mutsuzlukla, daha fazlasına sahip olmanın derdine düşüyor.

Üstadın konuşması Tike’nin düşüncelerini sorgulamasına ve yeniden yoğurmasına vesile oluyordu. Bir an üstadın soluklanmasını fırsat bilip: “Kurban, zorba ve kurtarıcı üçgeni, yaşamın kısır döngüsü. Belki de drama üçlüsü dememiz daha uygun. Neden insanlık uzun tarihinde bunu değiştiremedi diye sormadan yapamadım, diyerek yeniden dinlemeye geçen Tike’ye hayranlıkla bakan üstat, coşkun bir nehre dönüşüyor:

Hissetmeye zaman bırakmayan kurban, hızlı çağın ensemizdeki zorbalığı ve hep beklediğimiz ancak çoğunlukla kim olduğunu bilmediğimiz kurtarıcı. Asıl büyük felaket!

Hız çağının yanılsamalarına karışıp giden mutluluk, kaçırılan fırsatlar, hiçbir zaman yakalayamadığımız anlamın yüceliği. İnsanlık bütün dönemlerinde bu karanlığa teslim oldu. On binlerce yıl sürüp gelmesinin nedeni bu. Oysa bir an hızlandırılmış yaşamın dışına çıkıp sormamız ve sorgulamamız gerekiyor yaşamı: Çünkü yaşamı anlamlı kılan yaşadıklarımızdır. İster acı, ister hüzün, isterse mutlu, insanın bütün anlarının toplamıdır yaşam.

Tike, gelmekte olan karanlığın farkına varamayacak kadar insanı ve toplumu meşgul eden neydi diye içinden geçirdiğinde, üstadın kaçamayacağı bir soruyu daha düşürüyordu ortama:

Söyle bana üstat, hissetmenin zamanı yok mudur?

Herkesin yaşam koçluğuna soyunduğu bir çağda, yaşam kendi alemine çekilmiş sanki. Senin yaşamı sorgulamaların insana dair umutlarımı artırıyor Tike. 

Hissetmek ve üretken olmak benliğimizin bize kattıklarıdır. Hissetme, haz alma, üretme, tüketme, kendini şımartma, değerli hissetme, inanma, aşk, sevgi, birbirine el vermek vb. hepsi yaşama tutunmanın anlamı. İnsanı yalnızca fiziki bir varlık ya da spiritüel /bir ruh varlığı olarak algılayan kitlenin aldanmışlığının kaynağı bu yanılgı.

‘An’da yaşayacağımız mutlulukların kaynağını es geçiyoruz. Bir an durup, kısırdöngülerimizin dışına çıkmayı ve sorgulamayı düşünemiyoruz! Çünkü Hızlı Çağ kitle iletişim araçlarıyla bunu emrediyor. Durma, kendi zevklerinin sınırlarını keşfet. Şımart haz damarlarını, ötekileştir senin dışındakileri, düşünmene gerek yok, sen tüketmeye odaklan diye öğütlüyor.

Tike bir an kendini kaptırdığı insanlığın geleceği rüyasından uyanmışçasına : Peki ama üstat yaşam kesintisiz bir süreçken bu nasıl olacak, sorusuyla yeniden hızla sahneye çıkıp inmeyi başarmıştı.

İşte  mutluluğu düşler ülkesinin kamçısı yapan sır da burası Tike, diyerek yeni bir akıl yürütmeler zincirine kapı açmıştı üstat.

İnsanı ve ona ait olanı tartışacağımız zaman onun fiziki ve ruhsal bir canlı olduğu gerçeğini asla göz ardı etmemeli. Bir çok bileşenden oluşan bir gerçeklik yaşam dediğimiz şey.

İçsel olana odaklandığımızda bunun aslında yuva ile eşdeğer ve insanın güvenli sığınağı olduğunu biliyoruz.  Orada olanlar birer uyarıcıdır. Bunların başında duygular gelir ki, onlar olan ve olup biteceklere karşı önceden bizi uyararak,  işaret ederler.

İçsel olan, bağ kurmanın yollarını gösterir. Bağ; içsel olanın kabuğunu kırıp, paylaşma ve dertleşme isteğiyle dışsal olanla yüzleşmemizi sağlar. Çünkü, insan dertleşirken umuda koşar, paylaşırken iyilik düşüncesini gerçekleştirmiş olur. Unutmamamız gereken içsel bir kural da; yaşamın insana yük olmamasına açılan kapılardan birisinin de paylaşmak olduğudur. Öyle ki, mutluluğu besleyen ana kaynaklar olarak sürekli çağlar içimizde.

İçsel olanı, ihtiyaç duyduğunda durgunluğa bırakmayı da  bilmeli insan. Bu geçici durum her insanın yaşamında karşılaştığı gerçektir. Kimimiz bu gerçekle yüzleşir mutluluk kapısını aralarız, kimimiz yüzleşme cesaretini gösteremediği için, içsel bunalımlarına hapsolur kalırız.

İnsan dönüşen bir yapı değil, değişen bir varlıktır, Tike. Değişen kişilikler ve dönüşen toplum bir gerçektir.

Beğeni ve takdir duygusu bozulmamış kişiliklerin nazarında hak teslimi ve estetik algının yansımasıdır. Kendine yetmenin ve karşılanmış ihtiyaçların verdiği mutluluk vardır. Sırf bu yüzden hiçbir yansımayı kaçırmamalıyız. Oysa öze ters düşen kişiliklerde beğenmenin, takdir etmenin, onurlandırmanın yerini, idealize etmek, yüceltmek, hayranlık duygusu alır. Ki, burada kişinin kendisi yok, dışındakinin üstünlüğünü doğuran karşılanmamış ihtiyaçlarda kaybolmuşluk vardır.

Yaşam insana farklı olmakla, farkında olmanın birbirinin karşıtı ya da düşmanı olmadığını gösterir. Her farklı olanın, farkında olma yetisini kullanma becerisi ve hakkı vardır. Bu da mutluluğun kamçılayıcılarındandır.

Biliyor musun Tike; yaşamı anlamlı kılmak için, ona meydan okumak mı vazgeçmek mi sorusunun karşılığı her anlamda üretmekten geçiyor.

Üretimi düşünsel ve fiziki olarak ayrı ayrı veya birlikte düşünebiliriz. Üretme isteği içsel bir duygudur. İnsanın kendi otacısı olma kendini iyileştirme arayışının dışa vurumudur. Aksi üretmeyi insanın içinde bulunduğu açmazlardan bir kaçış yolu olarak görmesi de mümkündür. Ancak birisi mutluluğa çıkarırken insanı, öteki yapay mutluluk halesi oluşturur ki, Hız Çağı’nın insanda bırakacağı en büyük miras mutsuzluk olacaktır.

 

Kapak Fotografı: Suna Gözüm- Mikro ölçek doğal taş, Antik Çağ mozaikleri, sarmal

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.