
Türk Kimliği ve Ziya Gökalp
Ziya Gökalp Yeni Türkiye’nin fikir babasıdır. Dikkatlerden kaçmaması gereken nokta, günümüzün aktif siyasetinde ara ara dile getirilen “Yeni Türkiye” söylemi, Gökalp’in Yeni Türkiye’si değildir. Bu nedenle özde olan sözde olana boğdurulmamalıdır.
Günümüzün bazı siyasî figürleri Türkiyeli, Osmanlı gibi alengirli söylemlerle üst kimlik olması hasebiyle birleyici ve birleştirici olan Türk kimliğini tartışmalı hâle getirerek güya çoğulculuğu savundukları martavalıyla Türk milletini kimliksizleştirmeye kalkışmaları, ister istemez bizi de tartışmaya müdahil olmaya zorluyor.
Türk kimliği mevzusu ve söz dalaşına dönen kimlik tartışmaları zemininde açığa çıkan sorunları çözmede Ziya Gökalp'in temel fikirleri yol göstericidir.Tartışmaları bitirecek niteliktedir. Elbette bu durumu duyacak kulak, görecek göz, hissedecek yürek varsa…
Günümüz dünyasında yaşanan ve tartışılan kimlik sorunları, özde “Türk aklı” kavramıyla yakından ilişkilidir. Bir bakıma sorun, Türk aklının devrede olmamasından neşet etmektedir.
Nedir Türk aklı? Türk kimliğiyle alâkası nedir? Nazari bağlamda biraz açalım.
Birçok akıl vardır. Bu nedenle aklın yolu bir değildir. Akıllar özellikle dayanak bakımından ayrıştırılabilir. Burada akılların farklılığı meselesini derinleştirmeyeceğiz. Zira bu yazıda öncelikli kaygımız, akıllar içinde Türk aklını teşrih etmek değildir. Ancak çözüm üretmek istediğimiz mesele özellikle günümüz Türkiye’sinde yaşanan kimlik dayatmalarıyla tahrif edilmek istenen Türk kimliği olduğundan Türk kimliğinin muhâfazası bakımından olmazsa olmaz olan Türk aklının nasıl bir akıl olduğunu birkaç cümle ile hâssaten dayanağı -ilkesi- ve işlevi bakımından aşikâr etmek kaçınılmaz olmuştur.
Akıllar özellikle ilkesi ve işleyiş bakımından ayrışırlar. Bu nedenle herhangi bir aklı bir başka akla indirgemek yanıltıcı olabilir. Elbet akıllar arasında benzerlikler de vardır. Ancak bu benzerlik, dış esasındadır. Bu durumda Türk aklı, Türk’e mahsus olan ve ancak Türk olabilende zuhûr eden bir akıldır.
Nedir Türk aklını diğer akıllardan ayıran?
Türk aklını diğer akıllardan ayıran temel nitelik dayanağıdır. Öyle ki Türk aklı gönle bağlı olan bir akıldır. Gönle bağlı olan bu aklın icraatı ise “vucûd” esasında mevcûdu teşkil etmektir. Buradaki vücudu, varlığa indirgemeyin. Vücud, mevcudun ilkesidir. Varlık ise mevcudun dıştan kuşatılışıdır. Bu nedenle Türk aklı dışı veren varlık fikri üzerinden keşfedilemez. Hâsılı; sözü edilen teşkilde vucûd, varlığa; mevcûd, varolana indirgenirse, bu indirgeme ciddî sorunlar doğurur. Zira Türkiye’nin akademi dünyası genelde kavram kargaşası ile mâluldür. Meseleyi burada daha fazla açmayacağız. Ancak mevzuya giriş olması ve kafa karışıklığını önleme babında kısa bir açıklama yapalım.
İfade ettiğimiz gibi, varlık, vücudun dıştan kuşatılışıdır. Mevcûd ise vucûda cihettir. Nefs (ruh/psukhe/spritus/anima), yani nazariyatın dayanağı, ancak vucûd esasında kimliklidir.
Kimlikli olma ise, “ben” olmak demektir. Durum buysa, nazarî bakımdan vücudu varlığa indirgemek mümkün değildir. Ama Türk felsefe mahfillerinde genelde vucud ile varlık ayrıştırılmadan kullanılmakta ve bu yüzden insanın kendini (nefs/ben) idrâk edememe sorunuyla karşılaşılmaktadır.
Nefs (ben), hafızadaki mevcûd olanı (bizâtihi beni) basit manzara olarak muhayyileye rabdederek muhayyile marifetiyle kendini sûreta idrâk eder. Muhayyileye rabdedilen ben, bizâtihi ben değil basit manzara olarak doğan ya da doğrulan müteşekkil ben’dir. Yani, nefsin güçleri aracılığıyla sûretlenmiş olan ben’dir. Sûretlenmiş olan ben, gönle bağlı olan aklın vucûda cihet olan mevcûdu (ben olarak) teşkil etmektir. Bu durumda teşkil edilen ben mevcuddur. Bu bir inşâ faaliyetidir.
Nefsin muhayyile yoluyla inşâ ettiği ben’e aslî isim denir. Aslî isim, özde (zâtta) karanlık olan benin (nefs) muhayyile marifetiyle açık hâle gelmesidir. Aslî isim, kimlik teşkilinin görünür olmaya başladığı yerdir.
Basit manzara olarak muhayyilede doğan aslî ismi seyre geçen ben (nefs), aslî ismi ikame eden aslî zamirin (o/hüve) “ben” olduğunu idrâk ederek; gördüğünden hareketle “o, ben’im” demek sûretiyle kimliğini (hüviyet), hemen ardından da kendine referansla “ben, o’yum” demek sureti ile ayniyetini basit manzara esasında müteşekkil dilde inşâ eder. Burada nefs, aslî isim, aslî zamir (o), ilk isim (ben) bakımından bir birlik söz konuşur. Bunların hepsi özde sûretlendirilemeyen nefsin dildeki tezahürleridir. Bir başka ifadeyle ayrışma özde değil, sözdedir.
Gönle bağlı olan aklın teşkil ettiği kimliğin dayanağı bizâtihi ben’dir. “Ben” dediğim ise ilk isimdir. İlk isim ilk târihe, ilk târih ilk vucûda dayanır. İlk vucûd, evvel vucûda; evvel vucûd ise kadîm vucûda dayanır. Bu temellendirme burada daha fazla açılmayacaktır. Bu mevzûyu derinleştirmek isteyenler, Yalçın Koç’un eserlerini dikkâtlice okumaları gerekir.
Ziya Gökalp vadet-i vucûd geleneğinden haberdar olan biri olarak nazarî bakımdan kısaca temellendirmeye çalıştığımız yukardaki kimlik inşâsının idrâkindedir. Bu nedenle aslî kimlik ile bölünük kimlikler arasındaki ilişkinin farkındadır.
Günümüz Türkiye’sinde aslî kimlik ile bölünük kimlikler karıştırıldığı için Türk kimliği tartışmalı bir sorun hâline getirilmiş ve tehlikeli bir sürece girilmiştir. Öyle ki, aslî olan tahrip edildiğinde bölünük olanları birlemek imkân dâhilinde değildir. Bunun sonucu ise, parçalanıp yok oluştur. İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Türk kimliğinin inşâsı yolunda önemli bir aktör olan Ziya Gökalp’in tam da bundan dolayı ölümünün 100. yılında yeniden okunup yazılması Türk kimliğinin muhâfazası için hayatî önem arz etmektedir.
Arz olunur!
Yeni yorum ekle