Erkekler Author, Kadınlar Wrıter

Araştırma

Erkekler Author,     Kadınlar Wrıter


İnci Gürbüzatik


Evet, konu başlığımda bilerek İngilizce iki sözcük kullandım. 
Kadınlar yazan, erkekler yazar! 

Yazar kadınların neden 18.yy’a kadar edebiyat tarihinde görünmediklerini daha iyi anlatabilmek için kullandım author ve wrıther sözcüklerini.

Anlaşılması zor, çetrefil konulardan söz etmek kolay değildir. Kadının edebiyat dünyasındaki tarihi geçmişinde kısa bir gezinti yapmış, kadın yazarların tarihte nasıl görmezden gelindiğine değinmiştim. Geçen ayki yazımı okuyanlardan çok ilginç yorumlar aldım.  Tepkisel iletilerdi bunlar.

Anladım ki 21.yy’da ‘Burka’ nın Penceresinden Bakma’ her konuda bir yara imiş. ‘Biraz daha deşelim şu konuyu bakalım, kadın edebiyat tarihinde daha neler yaşamış’. Düşünmeye başlayınca da eril gözün, kadınlara neden Writer, erkeklere neden otorite anlam kökenli Author dediklerine bir değineyim. Kadın’ı erkek yazarlardan ayıran bu Wrıter, yani yazar tanımının temelinde bir ayrımcılık, küçümseme var çünkü. Kadın yazarlarla ilgili bu farklı tanımın Uluslararası literaturde nasıl dile getirilip nasıl yıllarca tescil ettirildiğine de kadın yazarların bu konuyu aşma mücadelesine de ‘Kısa kesit’ şöyle bir bakalım. Kadın yazarsa Writer, ‘yazan’, erkekler yazarsa Author, ‘yazar’, demek gerektiğine kararı verenler kimler? Otorite sözcüğünü herkes bilir ama ben yine de bir araştırma yaptım. İçeriğinin bildiğimin ötesinde çok zengin, çok çeşitli olduğunu gördüm.

‘Yetki, salâhiyet, hâkimiyet, otorite; hükümet; itibar, nüfuz; bilirkişi, ehli vukuf, erbap; şahadet, şahit; itimada lâyık yetkili sayılan kitap veya yazar.’ anlamlarını içeriyor. Edebiyat alanında erki elinde bulunduranlar, authority, ‘otorite’ sözcüğünü, author olarak kısaltarak kendilerini tanımlayan bir sözcük yaratıp yıllarca kullanmışlar bunu. Uzun zamandan bu yana kadın yazarlar için de Author sözcüğü kullanılıyor artık hatırlatayım bu arada. Bana göre yine de eril geçmişin izini silmiyor, aksine o küçümsemeyi kadın yazarlara hep anımsatıyor bu sözcük.

Erkek yazarları onurlandıran ‘Author’ tanımının gücü, otoriteyi işaretlediği bir gerçek. Yazma konusunda kararlı olup yazmaya başlayan kadınları da yazdıklarını da görmezden gelenler, küçümseyenler var. Belki de o yüzden kadınlar ‘yazan’, erkekler ‘yazar’. Tarihi geçmişte erkeklerin hemen hemen her konuda mutlak güç elde etmiş olmalarından kaynaklı bir karar bu. Yazılı edebiyatın her türünü sıkı sıkıya denetleyenler de basım, yayın, eser kabulü, yazar parlatma, ünlerini sınırlama konusunda karar verenler de onlar hep. Erkek yazarların aslında kadınlar için yazmadığını da baştan belirtmek gerekli, konu birbiriyle bağlantılı çünkü. Okuma yazma ediminden yoksun kadınları erkeklerin ele aldıkları konular pek ilgilendirmiyordu çünkü. Din, siyaset, toplum, savaş konularında kafa yoran, dünyevi konularla ilgili olanlar erkek okurlardı. Yazma, kitap, makale, araştırma tamamen erkeklerin işiydi, öyle görülüyordu. Çoğu okuma yazma ediminden yoksun kadınların yetki sahibi oldukları konular evleri, mutfakları ve çocuklarının bakımlarıyla sınırlıydı.

Yazılı ilk metinler destanlardı. Homeros’un destanları işte bu yüzden erkeklerin en sevdiği konu, savaş üzerineydi ve o uzun destanda kadınların ele alındığı sayfa sayısı parmakla sayılıydı. Rönesans döneminde de soneler revaçtaydı; aşk üzerine yazılan soneler. Kadınların aşka dair hele de şehvet içeren aşk şiirleri yazabilmeleri söz konusu bile değildi. Sonraki yıllarda, yüzyıllarda da kadınlar, şiirlerini erkekler gibi özgür, içlerinden geldiği gibi coşkuyla yazamadılar. Duygularını da konularını da hep sınırlı tuttular. Rönesans’taki aşk sonelerini kadınlar yazamadı ama kadınlar o sonelere obje, konu oldular.

1775-1817 arasında yaşayan İngiliz dilini en iyi kullanan kadın yazar Jane Austen, yirmi iki yaşına kadar altı roman yazdı ama hiç biri kendi adıyla yayınlanmadı. Çünkü o yıllarda değil İngiltere, Dünya’nın hiçbir ülkesinde, hangi yaşta olursa, ne yazarsa yazsın kadınların yazdıkları yayınlanmıyordu. ‘Sağduyu ve Duyarlılık’ romanının basımına karar verildiğinde yayınevi romanın yazarı olarak kapağa Jane Austen’in adını yazacağına  ‘Bir Hanım’ yazdı. ‘Bu kitabın yazarı erkek değil adı olmayan bir hanım’ dercesine. İkinci kitabı ‘Aşk ve Gurur’ yayınlandığında da yine Jane Austen’in kitapta adı yoktu ama kitabın ilk sayfasında bir lütuf vardı, şöyleydi, ‘Sağduyu ve Duyarlılık’ ın yazarından’. Bu da bir şey sayılırdı. Kadın yazarlar için küçük bir adım, insanlık için büyük bir adımdı bu. 

Jane Austen 1817 de öldüğünde Winchester Katedraline, üzerinde  ‘iyi bir hristiyan ve iyi bir evlat’ olduğunu belirten bir anıt dikildi ama kitabede onun bir kadın yazar olduğundan söz edilmedi. Bronte Kardeşler’in edebiyat tarihine kendilerini altın harflerle yazdırdıklarını bilmeyen mi var? 18.19.20.YY’lardaki kadın yazarların hayatları, yazma mücadeleleri incelendiğinde, hayat hikâyelerinin yazdıklarından daha da önemli olduğunu görüyoruz. Şiddetle öneririm, Bronte kardeşlerin yazma mücadelesini, nasıl yazdıklarını, nasıl görmezden gelindiklerini, nasıl yıldıklarını, umutsuzluklarını, çaresizliklerini okuyun. Emily Bronte’nin, Uğultulu tepeler, Charlott’un Jane Eire’sini bir inceleyin. Kullandıkları dili, kurguyu ele aldıkları konuyu işleyişlerini, anlatılamayacak şeyleri bile incelikli bir eğretilemeyle nasıl anlattıklarını görün. Kitapların hiç birinde kendi isimlerini kullanmadıklarını, kullanamadıklarını da görün.

Charlotte Bronte,  Emily Bronte, Anne Bronte de takma erkek isimleriyle yayımlatabildiler o muhteşem kitaplarını.  Jane Eyre yayınlanırken yayıncı Charlotte’ a hangi erkek adını kullanacağını soruyor, şaşırtıyordu onu. O yıllara kadar kadınların yazdığı hiç bir kitap henüz saygınlık kazanmamıştı çünkü. Charlotte, Currer Bell ismini seçti. Hem kadınların hem erkeklerin kullanabildiği bir isimdi. Emilly Bronte’nin romanları Ellis Bell, Anne’ninkiler de ‘Acton Bell’ adıyla yayınlandı hep. Kardeşlerin seçtikleri isimler hem erkek hem kadınların kullanabildiği isimlerdi. Uğultulu tepeler 20.yy a kadar büyük bir roman olarak kabul bile edilmedi. Öncü kadınlardı onlar. 

1814 doğumlu Mary Ann Evans’ın adını değiştirip George Eliot imzasıyla kitap yayımlatması gibi, pek çok kadın yazar, erkek adıyla yazdıklarını yayımlatabildi. Yalnızca onlar ve başka kadın yazarlar değil 19.yy da yüzlerce kadın, romanlarının yayınlanması için takma erkek adları kullandılar. Demek ki kadın yazarın kitaplarının yayın dünyasında pek değeri yoktu. Kitapları erkekler yazardı.Ne kandırmaca ikiyüzlülük. Edebiyat tarihi kitaplarında adını kullanamayan kadınlarla dolu.18.yy dan itibaren yazdıklarını kabul ettirmeye başlayıp aynı zamanda da hak arayan kadınların yayını karşılığında adlarını kullanmamayı kabul etmelerini önemsiyorum.

Yayınevleri erkin elindeydi, başka ne yapabilirlerdi ki? Roman-öykü yazan kadınlara çoğalmasından sonra erkin bu kadınlara writer payesini vermesi bir lütuf olmalı. Writer, yani yazan sözcüğü nasıl da sönük kalıyor erkek yazar Author’ un yanında. 


Kadınlar, yüzlerce yıl mahremiyete önem vermenin ötesinde susmuşlar. Susturulmuşlar. Bizim kadın yazarlarımız da öyle. Onları ayrıca ele almak gerek. Kadınların suskunluğunu edebiyatın gücü içinde keşfedip anlatacak kadın yazarlara, araştırmacılara bu gün belki daha çok ihtiyaç var. Yolumuz açık değil. Edebiyatta hala kadın erkek yazar ayrımı tartışılıyor. Kimi yazarların bu ayrımı kabul etmediğini, gerekçelerini sıralayıp savunduğunu görüyoruz. Çoğu edebiyatçı da ‘böyle bir ayrım var’ diyor. Kadın, erkek yazar, ayrımı tartışıladursun ama kadın yazarlar bu arada yazsın diyorum ben. Kim ne derse desin kalemine sarılıp yazsın. Kadın gözünden yazsın ve kendi dilini oluştursun, çünkü mevzu yüzyıllardır dal budak. Bu gün bile çetrefil. Bakın! Afganistan’daki yazma ediminden yoksun kadınlar unutuldu bile. Medya sustu. ‘Burka’lı da olsa o kadınlar keşke sokağa çıkabilseler, okula gidebilseler, keşke yazabilseler’ diyorum ben. İster Author, ister Wrıter desinler, hiç önemi yok. Dünyanın bazı köşelerinde beterin beteri yaşanıyor.  Edebiyat adına üzgünüm. Burka’nın da penceresi dürülü çünkü.

Yorum

Nuran SEYHAN BAYER (doğrulanmamış) Per, 16 Aralık 2021 - 15:00

Kadın gerçeğine hangi kapıdan bakarsanız onun arkasındaki 'kadının zaten adı yok' kavramını görürüz. İnci Gürbüzatik bu araştırma- inceleme yazısında bir gerçekliği daha en çarpıcı örneklerle gözler önüne seriyor. Dil ile başlayan ayrımcılığın boyutunu ve bunun edebiyata yansımasını , dili en güzel kullanan yazarlardan biri olmasının ötesinde, bir bilgiyi sunarken, derin araştırma ve gözlemleme yeteneğiyle pekiştiriyor.

Konuk (doğrulanmamış) Pt, 20 Aralık 2021 - 20:25

Kadınlar yazan erkekler yazar başlığı ilginç geldi. Yazıyı okuyunca edilgen ve etken sebepleri düşündürdü. Harika

Günay (doğrulanmamış) Pa, 10 Temmuz 2022 - 13:29

Sayın İnci Gürbüzatik'e çok teşekkür ederim. O dönemde iyi ki bilgisayar yoktu mu demeli, kadın yazarlar için printer demeye başlarlardı. Belki yazın dışı olacak ama bir anımsayışımı aktarmak isterim. 1994 yılında İsviçre'de açık alanda "doğrudan demokrasi" uygulaması yapılıyor. Oylama konusu kadınlar da oy kullansın mı? O alanda da o anda kadınlar oy kullanamıyor. Doğrudan demokrasi! Gördüğüm görselin yalancısıyım. Videolara da pek güven olmaz ya. Saygılarımla. Günay Güner

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.