Bilim ve Estetik İşlev!

Bilim

Bilim ve sanat arasında kurulan bağ tarih öncesine kadar dayanır. Bilim de sanatın ne anlama geldiği ve estetikle kurduğu bağ’ın tanımlanması bilim ve sanatın ilişkilendirilmesi yeni bir bakış açısı olmasına rağmen; sanatın bilimsel işlevi çok eskilere dayanmaktadır.
Bilimde yeni bir sonuç çıkarma yaratıcı bir işlevdir.
Bilimin gerçekliği olgularla sunması her ne kadar önemliyse sanatında sanatın gerçekliği                                                                                                                                     yansıtma gücüde o kadar güçlüdür. Çünkü sanat farklı disiplinlerle birlikte kendine değer katar ve gücünü arttırır. Sanat nesnel içerikli öğeleri yansıtmak insanoğluna sunulmuş bir ayrıcalıktır. Tabii sanatın görevi sadece bilimsel içerikleri yansıtmak değil; öznel verilerinde yansıtılmasında vazgeçilmez bir zenginlik alanıdır. Bu anlamda Sanatın çok işlevliliği söz konusudur.
Alexandre Koyre’nin dediği gibi, “Bilimler keşifler ve bilim tarihi yalnızca mantıksal, ussal süreçlerin bir ürünü değildir; bilimin temelinde usdışı, mantıkdışı, bilinçdışı öğeler; metafizik, dinsel, büyüsel, sanatsal ve hepsinden önemlisi felsefi öğelerde bulunur”(Bozkurt.2008:9)
Mihail Volkenstein, “Gerçeği Aramanın Estetiği” adlı makalesinde, sanat ile bilimin görevlerini net bir şekilde örneklerle belirler: Bilimle sanat arasındaki temel farkın ne olduğu açıkça ortadadır. Bilimsel yaratmanın görevi, bilim insanının kişiliğinden bağımsız olarak maddenin yapısı ve özellikleriyle ilgili bilgileri meydana çıkarmaktır. Bu özel bir yaratma biçimidir. 
Bilim insanı kendisini ön plana çıkarmaya değil; bilincindeki öznel öğelerin büyük çoğunluğunu elemeye uğraşır. Sona ermiş bilimsel bir yapıt, okurun duygularına değil, anlığına seslenir. Ayrıca bilim insanı yapıtın geçici nitelikte olduğunu ve yazılarının kısa bir süre sonra artık okunmayacağını bilir… 
Buna karşılık bir sanat yapıtı, yaratıcısının düşünce ve duygularını açığa vurduğu ölçüde bizler için ilginçtir. Sanat yapıtı, bilimsel bir yapıttan çok daha insancıldır. Sanat yapıtları öncesiz ve sonrasızdır. Kültür için taşıyıcı görevi görür. İnsanlık var olduğu sürece Homeros, Shakspeare ve Puşkin yaşayacaktır.‖ (Volkenstein.1991:31) 
Volkestein'ın bilim ve sanatı bir nevi zıtlıkların çekimi olarak algıladığını ve homojen bir kültürün fenomenleri olarak ifade ettiğini görmekteyiz. Günümüzde artık bilim ve sanatın birlikteliği multidisipliner bir ilişkiyi ifade eder. Bu homojen birlik, farklılıklardan beslenerek gerçekliğe diyalektik ilkelerle yaklaşmakta ve zıtlıkların diyalektiği olarak yeniden biçimlenmektedir. 
Bilim ve sanat dünyayı yaratıcı yönden kavramanın biçimleridirler ve adı geçen her ayrımda ortak bir öze ve ortak bir kökene sahiptirler. Ancak sanattaki gerçeklik, maddenin biçimlenişinin öznel ifadesidir. Nitekim sanat yapıtı sanatçının nesnellik arayışı içerisinde kendi öznesi ile bütünleşir ve kendi gerçekliğini yaratır. 
Sanat yapıtı, çağdaş bilimin ışığında, canlı organizmaya çok yakın görünmektedir. Toplumla etkileşim içindeki sanatçı tarafından yaratıldığı için tarihsel olarak meydana çıkmıştır. İçerdiği enformasyon dolaysız bir şekilde okura, seyirciye ya da dinleyiciye aktarıldığı için açık bir sistemdir. 
Bir şiirin içerdiği enformasyon Biotropi ya da Entropi birimleri içinde sayılabilir; ama anlaşılması yönünden hiçbir yardımı olmaz. Önemli olan sanatsal enformasyon değeridir; algılayan kişinin duygu ve düşünce programı açısından taşıdığı önemidir. Bu anlamda o, birlik içinde bir yapı oluşturur. (Volkestein.1991:46)
Çernişevski şöyle der: “Sanatın asıl anlamı, gerçeklik karşısında insanın ilgi duyduğu şeyi yeniden yaratmasından gelir.” (Kagan.1993:433) Gerçekliğin bilimsel ya da belgesel olarak canlandırıldığı ile sanat arasındaki fark buradan gelmektedir. Estetik bilimcisi Kagan sanatın ifade özgürlüğünü: ―Bilim ya da belgesel olarak canlandırmada öznel öğe -hiç kuşkusuz insan etkinliğinde olabileceği ölçüde- amaçlı yoldan aşılabileceği için burada temanın optimal çözümüne ulaşmak mümkündür. 
Bilimsel bir bulgu ya da olgunun belgesel yoldan canlandırılışı nesnel bir hakikat anlamı taşıdığı için ilişkin olduğu temayı tüketmiştir artık. Buna karşılık sanatta tema tükenmez. Bir çıplak insan vücudu, bir deniz, bir bulut ya da masa üstünde duran bir elma çizimi gibi çok basit bir iş bile bu konuda bugüne değin elde edilmiş önemli sanatsal başarılar ne olursa olsun, sonsuz çözüm yollarını kendi içerisinde taşır.”(Kagan. 1993:436) diyerek tanımlamaya çalışır. 
 Sanatsal ve bilimsel olgular, evrensel boyutta tartışılmak durumundadır. Sanatın evrenselliği bugün halen Mozart dinlemek veya Van Gogh‘u anlamaya çalışmaktır. Sanatçıları anlamanın bir yolu onların üretim süreçlerini de anlamaktan geçer. Çünkü sanatçının üretim süreci ürettiği sanat nesnesi ile bağlantılı olabilmektedir. 
Bu nedenle sanat yasalarının dayandığı ilkeler, deneysel süreç, sanatın tarihsel süreci ve estetik yasaları, sanatçının üretim sürecini belirleyen kavramlar arasındadır. Bilim insanlarının da üretim süreçleri ve keşfettikleri her olgusal gerçeklik; bilimsel kimliklerinin gündemini belirler. 
Gombrich de sanatı bilimden ayırmıştır: “Sanat bilim değildir der; deneylerin sonuçlarını araştırmacının kusurlarını bulacak, yanlışı giderecek ve ilerleme yönünde çalışacak olan akranlarınca ciddi bir tutumla değerlendirilip yinelendiği laboratuvardan birçok açıdan farklıdır. 
Yanlış anlaşılmak istemem. Bilimin aksine sanat dünyasına bugün bütünüyle beyin yıkamanın ve sürü psikolojisinin yön verdiğini ima etmek istemiyorum ama bence sanatımız bu güçlerin yozlaştırması karşısında güvende değil ve sanat yapıtlarını bilimsel deneylerle karşılaştırmayı bir adım öteye taşıyacaksak bu çarpıtıcı etkilerin farkında olmak zorundayız.”(Gombrich. 2015:243) 
Sanatın ne olduğu konusunda bilime benzeme tehlikesinden bahseden Gombrich, maddeye dayanan deneysel verilerin sanatın içerisinde yer almasının yarattığı tehlikenin ciddiyetini vurgular. Bu doğrudur ancak sanat eseri, sanatın varoluş yasalarından uzaklaşmadığı sürece tehlike arz etmeyecektir. Çünkü sanatçı optik bir gözle manzara veya bir natürmort çizerken fotoğraf makinasının çektiği belgesel bilgiden farklı bir estetiksel tavır sergilediği sürece sanat yapıtı olmaya devam edecektir.
Ayrıca sanat nesnesi; sanata özgü pratikleri içerdiği ve fenomenler; sanatsal algıyla şekillendiği sürece de sanat yapıtı var olmaya devam edecektir. Farklı sanat dallarının kendilerine özgü anlatım biçimleri söz konusudur. 
Bu anlamda sanatın ifadesindeki farklılıklar nedeniyle sanatın bilgisel işlevi ve sanatsal bilgisi de değişme gösterir. Bu değişim, özellikle müzik ve sinema gibi geniş halk kitlelerine ulaşan sanat dallarında bilgisel işlev açısından ayrıcalıklıdır. Çünkü gerçekliğin etkisini yaratan değerler sistemi daha geniştir. Böylece topluma ulaşacak duygusal form ölçütleri ve yaratım etkinlikleri nedeniyle tüketim ağı makro düzeydedir.
Bu noktada, kimi sanatlarda bilgisel yan daha güçlü bir biçimde oluşurken kimilerinde işlevsel ilke, yani estetik biçimi olan yararlı nesnelerin yaratımı daha ağır basar. Söz gelimi edebiyat birinciler arasına girer, uygulamalı sanatlar ya da mimarlık da ikincilere girer. 
Edebiyat ve tiyatro gerçekliğin formunu dilsel yetiyle yansıtır. Dilsel yapı iletişim biçiminin en temel aracı ve nesnel verilerle, öznel verilerin estetik düzlemde birlikte yer alabilecekleri bir olanağa sahiptir. 
Plastik sanatlar ise toplumda biraz daha entelektüel bir çevrenin tüketim alanına girer. Çünkü plastik sanatlardaki (Plastik sanatları anlamak için bu alanın bilgisine ihtiyaç vardır.) estetik ilkeler, daha bilimsel düzlemde kalır ve gerçekliğin bilgisi, formu biçime indirgenmiş ve kendine ait estetik yasaları söz konusudur. Ancak tüm bu farklılıklara rağmen sanatın kökeni, tüm sanat dallarında dünyayı yaratıcı bir biçimde kavramanın çeşitli biçimlerini temsil eder ve sanatsal olma yasaları noktasında ortaklık içerir.
Avner Ziss “Estetik” adlı kitabında sanatın bilgisel işlevinin sanat dallarındaki ayrımını şöyle özetlemiştir: “Bilgisel işlev tüm sanatlara özgü bir işlevdir; sanatlar ancak işlenilen alanla ve bilgilerin dile getirdikleri özgül biçimle birbirinden ayırt edilirler. Nitekim müziğin yaşam konusunda bize öğrettikleri her şeyden önce duygu alanıyla ilgilidir ama bu sanat, bundan dolayı, sanatsal yaratım açısından diğer sanat dallarından daha az düşünsel sayılamaz. Tersine müziksel heyecan, insanın düşünsel yaşantısının en yüksek alanlarından biridir de. Müziğe ve resme başvurmamız boşuna değildir. Gerçi edebiyat, tiyatro ya da sinema da çeşitli ve çok sayıda kalıplara giren gerçekliği, sanatsal yaratımın diğer türlerinden daha iyi yansıtırlar ama buna bakarak geneldeki sanatın değil de sadece kimi anlatım biçimlerinin bir bilgi-edinme değeri taşıdığı sonucu çıkarılmamalıdır.‖ (Ziss.2009:38). 
Mihail Volkenstein, bir doğa yasasının fenomenlerindeki içsel birliğin ve içsel bağlamların meydana çıkarılması, bir uyumun, estetiksel anlamı olan bir açıdan saptanması gerekir… Örneğin; Einstein tarafından geliştirilen, Kristaldeki ısı kapasitesinin sıcaklığa olan bağımlılığı, kristal salınımlarındaki serbestlik derecesinin payına düşen enerjinin kuvantlaştırılmasıyla belirlenmektedir. Kristallerin salınımları, ses ötesi, frekanslı akustik salınımlar(Debye) ve kızıl ötesi tayf frekanslı optik salınımlardır(Born). Isı kapasitesine göre geliştirilen kuram estetiksel birer değer taşımaktadır.( Volkenstein.1991:40.41)
Bilimdeki her yeni aşama, gerçeğe yeni bir yakınlaşma, doğadaki uyumun daha derinin girme anlamı taşımaktadır. Estetik değer taşıması açısından bilimde güzelin ölçütlerine daha fazla çeşitlendirme yapılabilir. 
Örneğin. Sovyet bilim adamı L.Mandelstam tarafından sıvılardaki ışık yayılımına ilişkin kuramda matematiksel bir görünüm alan dalgaların, aslında kristalin ve çözülmüş kristalin, yani sıvının ısı kapasitesini belirleyen ve Debye tarafından bulunan ses ötesi dalgalar olduklarını kanıtlamıştır. Işığın yayılımı ve ısı kapasitesi, türdeş fiziksel bir fenomenin, yani atom ve moleküllerin ısı dalgaları halindeki devinimlerinin dış görünüş biçimleri olarak ortaya çıkar. ( Volkenstein.1991:41)


Kaynakça
1.    A.ZİSS (2009).Estetik, Çeviri: Y. Şahan, Hayalbaz Yayınları, İstanbul
2.    C.Güzel(2013),Bilim Felsefesi, Çeviri: Bilge Su, Ankara
3.    N.Bozkurt(2008)”Bilimler Tarihi ve Felsefesi”,Morpa Kültür yayınları,
4.    Teo Grünberg (2006).Anlam Kavramı Üzerine Bir Deneme, Yapı kredi Yayınları,
5.    K.A.Çüçen (2014). Bilgi Felsefesi, Sentez Yayınları, Bursa
6.    Karel Lambert (2011) Bilim Felsefesine Giriş, Nobel Akademik Yayıncılık, Anakara
7.    Lecourt Dominique,(2013)Bilim Felsefesi, Dost Kitabevi, Ankara
8.    Volkenstein. M.Feinberg. Y, Kuznetsov. B, Averinzev, S. Klaniczay, T.(1991)Bilim Ve sanat Üzerine, Haz. Oğuz Özügül, Us Yayıncılık, İstanbul
9.    M. Kagan (1993) Estetik ve Sanat Dersleri, İmge Kitabevi, Ankara
10.    E. Gombrich(2015). İmge ve Göz. İstanbul: Yapı kredi Yayınları, Ankara
11.    E.Gombrich(1986). Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi yayınevi, İstanbul
12.    Vernon Hyde Minor(2013). Sanat Tarihinin Tarihi, Koç Üniversitesi Yayınları, Ankara.
13.    Didem Demiralp(2015)Antik dönemde Felsefe Sanat, Kosmos Yayınları, İstanbul
14.    H. Porier, Picasso-Einstein: Çağdaş Devrim Sürecinde İki İsim. Çev: Kaya Özsezgin
*Prof. Dr. Adnan Menderes Üniversitesi,GSF Resim Bölümü Başkanı

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.