Elnaz Bagheri: Yaşamı Görev Gibi Algılamak!

Deneme

Elnaz Bagheri: Yaşamı Görev Gibi Algılamak!
Yaşamına Bak-2 

Bir önceki yazımdan hatırlayacaksınız, gençlerimiz aşka düşünce, birbirlerini tanıma süresi vermeden hemen evlenme kararı alıyorlar. Böyle olunca da evlenmiş bir çift olarak birbirlerini tanımanın, evliliğin sorumluluğu kadar eşleşmiş olmanın güzelliğini yaşayamadan, hemen çocuk sahibi olma kararı alıyorlar. Evet, kadınlara gösterilen en kutsal taht; annelik; yani çocuk sahibi olmak! Kadınların ekseriyeti çocukluğundan beri bu bilinçaltı hazırlığına sahip olarak büyütüldüklerinden o tahta kurulabilmek için, bu sürece daha çabuk adapte olabiliyorlar. Ama ne yazık ki, ileri yaşlarda bu durumdan kaynaklanan mutsuzluk; çocuğumla birlikte büyüdük, hayattan hiçbir şey anlamadım. Şimdiki aklım olsaydı… türü sızlanmalara dönüyor. Bazı genç çiftleri, yaşamı sıradan kurallarmış gibi algılıyor buluyorum; “biran evvel ödevimizi bitirip diğer aşamaya geçelim…

Peki, erkekler için, babalık duygusu ne olabilire baktığımızda; kadınların tersine, çocuk sahibi olmak duygusu, tamamen erkeklerin düşündüğü ve bildiği dünyadan farklıdır. Yani birçok erkek, eşinin hamilelik sürecine ayak uydurma da zorluk yaşayabilir. Çünkü farklı dünyaya ait olan sevgilisini tanımak isterken, aynı kız eşi oldu. Eşini tam anlamaya çalışırken kendisini, çocuklarını taşıyan anne adayının yanında buluyor. Bir çırpıda sevdiği kadını onu baba yapıyor. Bu yüzden aradaki sürenin hızına kendi düşünce ve duygularını adapte adapte etmeye çabalıyor.

Peki, çocuk sahibi olalım kararını beraber alan çiftlerde aldatmaların başlangıç sebebi ne olabilir? Merak edilen konulardan birisi bu!

zorbatv.dergi

Düne kadar sevgiye boğulan kız, bugün anne oldu diye sevgi yerine. kutsal analık tahtına oturtuyor. Sağdan soldan gelen eğitimlerle yüz yüze kalmış. aileler bir tarafta, yeni doğmuş bebek ve onun verdiği uykusuzluk diğer tarafta. doğumun getirdiği duygusal problemleri ve depresyonu başı başına bir hikâyedir, bunlar yetmemiş gibi çoğu zaman Kocanın, eşine şefkat göstermektense ondan uzaklaşmasının yarattığı yalnızlık duygusu çok iç açıcı  sayılmıyor. Geçen seneye kadar özgür bir genç kızken,, şimdi anne olmuş ve gün içerisinde gözünü kırpacak zaman bulamıyor. Geceleri sırf eşi rahat uyusun ve yarın dinç uyanıp işe gidebilsin diye fedakârlık yapıp  yatak odasını ayırıyor. Böylece çocuğu tek başına büyütme duygusu ve  bakma sorumluluğunu üzerime alıyorum mesajını eşine göndermiş oluyor.

Kadın sabaha kadar bebeğe bakarken, hiç olmazsa eşim rahat uyuya bilsin duygusunu taşıyor.. Ama gel gör ki erkeğe bu ayrılık iyi gelmiş ve bu aralar eşimle aramız pekiyi değil ,diye başkasına yazmaya başlıyor. Erkek açısından, küçük bir kaçamak yapıyorum ne var ki bunda demek olan bu eylemi tüm erkekler yapıyor diye gönlünü ferah tutabiliyor!

Kadın bir süreliğine ayırdığı yatak odası hakkındaki söylentilere; Eşim beni asla aldatmaz o bunu yapmaz cümlesine inanarak haykırıyor! Adam da ben eşimi çok seviyorum ama arada stres atmak gerekir lafına kendini inandırmakla yetiniyor. Böylece karı koca paralel bir şekilde birbirilerinden kopmaya başlıyorlar!

Şimdi kadınlara sormak istiyorum acaba sabahtan akşama kadar sizin uyuma fırsatınız mı var da böylece gönül ferahlığıyla fedakârlık yapmaya kalkıyorsunuz?

Yine kadınlara sormak istiyorum; neden çocuklarınızı eğitirken eğitimin sürecinin %90 kızlar için ve %10 erkekler için sarf ediyorsunuz? Erkeklerdeki özgürlük alanları büyüyünce kaçamak alanlarına dönüşebiliyor. Bunu ne zaman fark etmek isteyeceğinizi çok merak ediyorum. Çünkü anneler sürekli kız çocuklarına; küçük yaşlardan itibaren -anne olana kadar; kız çocuğu bunu yapmaz, etmez, söylemez, hep kendini korur, hep namuslu olması lazım söylerken, kızlar; kendilerini kontrol ve koruma altına alabilecek konuma getirebiliyorlar. Sürekli verilen eğitimin neticesid ama erkeklere gelince; O erkektir isterse yapar, eder, ayıp değil, özgürlük adı altında verdiğiniz eğitimlerin sonucunda; onları korunamaz ve kendisini kontrol edemez bir insana dönüştürüyorsunuz. İşte bu yüzden birçok erkek düşüncesini duyduğumda neden kadına karşı kendisini tutabilmekte zorluk çektiğini net anlayabiliyorum. 

Aynı çiftin çocukları iki yaşına gelmesini düşünerek, bir hafta sonu duyduğumuz diyaloga eşlik edelim.

Sürekli kendisini yalnız hissedip ve yeteri kadar ilgi görmeyen kadının söyledikleri, erkek tarafından dır dır olarak  algılandığından, artık istediklerini başka şekilde söylemeye başlıyor.
Kadın, “Babası oğlumuz veya kızımızın canı çok sıkılmış dışarı çıkmak istiyor alışverişe çıkalım mı?
Baba, “Ben biricik oğlum/kızım için her şey yaparım. Babasının bir tanesi, aşkım benim canım benim…” diyerek çabuk hazırlanın çıkalım mesajını veriyor. 

Okuduğunuz satırlar iki sene önceki aşıkların, bu günkü diyaloglarının değişimini göstermektedir. Eşlerin birbirinden esirgediğicümleleri, çocuğa kullanması ne kadar doğru! Değerlendirmeyi  sizlere bırakıyorum.
Maalesef tüm diyaloglarda kadın ne istiyor ve ne hissediyor değil de, oğlumuz ya da kızımız ne istiyor üzerine kuruluyor. Hâlbuki çiftin tek istediği; ilk günkü gibi birbirine değer vermek, sevmek ve sevgilerini dile getirerek göstermektir.

Bu aşamada gördüğüm en enteresan gelişimlerden birsi de kadınların ve erkeklerin tek adres öncelikleri birbirindense çocuklarının olması. Her birisinin önce çocuğuna ve kendi ailesine sonra eşine değer vermeleridir!

Yaşananların - en üzücü yanı da; sırf çocukları için bir çatı altında direnmeye devam eden ebeveyneler, Çocukları beş yaşını gelmeden aldatmalara, kavga gürültülere ve anne babasının şiddete maruz kaldığını görebiliyor olmaları. Evet, bu direnişe verilen ismi “sırf çocuğum anasız ya da babasız büyümesin içindir”. Beş yaşındaki çocuk, ebeveynlerin yaşadıkları sorunlara maruz kalarak, olan bitenleri bilinçaltına işlemeye başlıyor. İleride onun ailesine bakış açısı, kendi hayatını kurma esnasında etkisini gösterecektir şüphesiz. Diğer taraftan da ayrılan çiftlerin çocuklarının, futbol topu gibi anne-baba arasında yaşanan anlaşmazlıklara maruz kalmalarıdır.

Evlenince ilk başta aşkı yaşayan genç çiftlerimiz birbirindense, önceliği; kendi ailesi, arkadaşları, akrabalarına vermeye başlıyorlar. Bu tuzağa düşmemek için, aile biziz ve herkesten önce gelen benim için eşimdir. Sonra kendi ailem diyebilen çiftlerimiz olursa ve çocuk sahibi olanca da yine aynı öncelik eşim, sonra çocuk, sonra çiftin aileleri olmalı. Böylece daha başarılı evliliklerle karşılaşabiliriz. 

Eğer çiftler evliliğin ilk üç senesini, birbirini daha iyi tanıyabilecek bir süreç olarak görebilirseler, çocuk sahibi olmaktansa birlikte daha çok vakit geçirme fırsatı yaratsalar ileride kendi hayallerini çocukları üzerinde görmektense, kendi hayallerini gerçekleştirme peşinde koşabilseler. İşte doğru süreç içerisinde tanışma ve gençliğini yaşayarak hedeflerine ulaşmak!

Böylece ben gençliğimi yaşamadan evlendim diyen erkekler; hayatın tadını çıkarmak istiyorum ya da kırk yaş sendromuna yakalanan erkeklerin ayrılmış veya evlendiğinde bu yaşa kadar, ha bire kendisini ve eşini aldatmalarına daha az tanık oluruz.

Ne yazık ki erkeklere aşılanan yanlış bilgilerin çoğu, onların aldatma yollarını kolaylaştırabiliyor. Onlar sadece biz aldatabiliriz. eşim yapamaz büyüsüne kapanıyorlar. Halbuki, aldatma oranı hep yarı yarıdır, Aldatanların yarısı erkekse diğer yarısı kadındır. Bir erkek eşinden ilgi göremiyorum ve aramız iyi değil konusuyla aldatma sendromuna giriyorsa.  kadında eşim beni anlamıyor, sevmiyor diye aynı kulvarda yer alabiliyor, “içerik aynı başlıklar farklı!!”Kendini geliştiren insan eşini  kandırmaya devam etmektense eşiyle iletişimini geliştirme peşinde oluyor, Başka birisine harcadığı zamanı kendi eşine harcamayı tercih ediyor veya başarılı olmadıysa tamamen ayrılabiliyor

Gençken okulu bitirip, iş hayatına atanıp, istediği hayallerini gerçekleştirmek için uğraşmak! Bu süreçte sabit bir iş ve gelire sahip olabilmek, tek başına yolculuğa çıkarak, farklı şehirlerin,  ülkelerin insanlarını ve kültürleriyle yakından tanışabilmek, otuz yaşına gelmiş her birey için önemli olmalıdır.

Bu süreçte kişisel eğitim ve davranışların daha da oturaklı görünmesinin yanı sırası, bir sürü farklı insanlarla tanışma fırsatı bularak kendisi için veya tercih ettiği kitleyle veya guruba katılarak daha sağlam iletişim ve işbirliğinde bulunabilir. Böylece tanıştığı insanla iletişime geçmek arasındaki farkı bir üniversitede yaşanan aşkla ve hemen evlenenlerin arasındaki farkı ayrıt edebilecek bakışa sahip olabilir.


Kadın ve erkek, önce kişisel gelişimini belirli bir seviye ulaştırıp kendine bir hayat felsefesi ve  yaşam standardına   sahip olmalıdır ki; karşısına çıkan sevdiğinin istekleri ve düşüncesine tepki veya yasak getirmek yerine saygı gösterip ya da yollarımız tutmadı diye ayrılabilsin.

Yalnız yaşayan kadın ve erkek, sağlıklı yaşam ve düşünce içerisinde olursa; hayattan zevk alma yollarını da bilir; ekonomisini -ve öfke kontrolü gibi konulara da hâkim olabilir. Bu tür çiftler evlenirken bile erkek para makinesi, kadın ise doğum ve temizlik makinesine dönüşmez. Çiftlerden birisi olmadığı zaman diğeri hayatını - idare ettirmenin yolunu bilir. Ama sevdiği insan yanında olmayınca yalnızlık ruhuna işler ve onsuz yaşayamaz çünkü hayattaki önceliği bir tek sevdiği eşidir …

O yüzden üniversite ve çalışma hayatı bizleri sadece bilgi açısından katkıda bulunabiliyor, ama duygularımızı ve karşı tarafın hislerini ve davranışlarını analiz edebilme ve anlayabilmemize yardımcı olmuyor. Ayrıca kendi duygularımızı, sevgimizi, üzüntümüzü, saygı çerçevesinde nasıl sevdiğimize anlatabileceğimize de!

Her insan küçük yaşlardan itibaren duygularımı nasıl ifade edebilirimin yollarını bulup ve sevgisini ya da üzüntüsünü çevresindekilere gösterir, Fakat büyüdükçe hayatın ona sunduğu yaşam tecrübesinden dolayı duygularını saklı ya da farklı ölçülerde karşısındaki insana  ifade edebiliyor. “Kadınlar duygularını konuşa konuşa, erkekler duygularını  içlerine ata ata yaşıyorlar!!!”.  Bu farklılık iletişimi daha zor hale getirebiliyor. Birisi duygularını ifade edebilirken ötekisi kendinde kalıyor. Böyle olunca da kadının her dediği, erkeğin duvar gibi sessiz kalıp izlediği,  dırdır olarak erkeğe ok gibi saplanıyor. Çiftler duygularını ifade edemedikleri için birbirlerine etiket yapıştırarak kadına “o hep dırdır yapar” ve erkeye “O hiçbir şey anlamaz, duygusuzdur” derler. Hâlbuki bunca olayın tek bir anahtarı var ki; orta yolu bulup kendilerini iyi ifade edebilme yollarını denemektir. Böylece gün içerisinde başkalarına hoş görünüp hoş konuşma yerine, evde duvar gibi davranmaya son vermekten geçiyor. Hiçbir kadın da, hoş bir davranışa karşı agresif ve huysuz kalamadığı için,, kendi duygularını başka erkeklerdense -eşleriyle paylaşmaya geri dönebilirler.

Evet, kadın ve erkek sırf birbirlerine hislerini anlatamadıkları için, öncelikleri çocukları ve aileleri olmaya başlıyor, Oysa birisi olmadan diğeri ruhsal açıdan yarım kalıyor ve bu şekilde iletişimlerinde pek yol alamıyorlar. Bu da onların önce kendilerine sonra birbirlerine zaman harcama yerine başkalarına zaman harcamalarına yol açabiliyor.

Psikolog ve Sosyolog olmayabiliriz ama hayatın içerisinde yer almış insanlar olarak yaşama dair her şeyi görebiliyoruz, Hissederek, kendimizce iyi ve kötünün farkına varabiliyoruz.

Bu yüzden gidişatın bize gösterdiği yön; çağa ayak uydurmak için kesinlikle kendimizi ve ilişkimizi güncel tutmaktan geçiyor. Yoksa nesilden nesile geçen hayat böyledir lafını, sen yaşa da “gerisi çorap söküğü gibi arkandan gelir" dersek,, kentin güzelliğine renk katacak mutlu çiftler yerine, “küfürle bağırarak konuşan çiftler, şiddete maruz kalan kadınlarla ve huysuz kadınlara maruz kalan erkeklere” rastlayacağımız birçok yaz daha gelip geçer.

Ilıman ve yağışlı şehrimin hallerini gülüş seslerinizin sarması diliyorum…

Fotograflar:ZorbaTVdergi Koleksiyonu/Zorbey

Yorum

Erdal arsoy (doğrulanmamış) Pt, 18 Ekim 2021 - 23:52

Toplumların örf ,adetleri, evlilikte önemli yer tutmakta kültür meselesi
Mesela çocuğu Annesinin babasının yanında sevemez bunun gibi çok ,eşinin elini tutamaz,canım,sevgilim cümleleri kullanamaz.erkekler tanınan haklar...
Konu çok derin saatlerce konuşulacak bir konu.

Kutlarım güzel bir konuyu ele almışsın....👏👏👏👏🧿🌼🌸🌸

Emre (doğrulanmamış) Pt, 18 Ekim 2021 - 23:53

Öncelikle kaleminize yüreğinize sağlık toplumda erkek ve kadına yüklenen görev ve sorumlulukların nasıl bir yaşam biçimi haline geldiğini çok güzel özetlemişsiniz. Bizim birey olarak kendimize yüklediğimiz misyon her ne kadar kendi düşüncelerimizin birer ürünü olsa da bunu toplumsal düşünce yapısından soyutlaştırmak pek de mümkün olmuyor. Aslında olması gereken kadının da erkeğin de sorumlulukları görev adletmesi değil bunları bir yaşam biçimi haline getirip yaparken de mutlu olabilmesidir. Ben erkeğin de kadının da birbirini aldatmasına kesin ve net olarak karşı bir insanım hele bir erkeğin eşinin hamile veya doğum yapmış olmasını bahane edip aldatmasını ise en basit deyimle alçaklık olarak adlandırırım. Umarım herkes karşısındakinin kendisine verdiği değeri hal eder ve ona hak ettiği değeri verir.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.