Kendini Okumak

Deneme

Kendini Okumak


İhsan Kurt


Şimdi bu da nereden çıktı diyebilirsiniz. Kitap okuduk da sıra kendini okumaya mı geldi? Yahut her boyayı boyadık da fıstıki yeşili mi kaldı kabilinden laflar da söyleyebilirsiniz. Ama önce “insan” diyorsak okumayı da hemen yanına koymamız gerekiyor. Buna, yani okumayı insanın yanına koymaya kitap okumak diyoruz. İnsanın aklına “okumak” girdiğinde düşüncesinde okumak çok geniş ve zengin anlamlar ifade edecektir ki bunların başında da insanın kendini okuması gelir.
Belki bazıları için sıradan bir söz gibi gelecektir ama biraz düşünüldüğünde bunun bir gerçek ve aynı zamanda bir ihtiyaç olduğunu kabulleniriz. Öyle ya dünyada doğa, yeryüzü, olaylar, davranışlar bir kitapsa her insan da bir kitaptır. Hatta her canlı, her nesne… İnsanlar işaret edilen ve daha fazla konular hakkında düşüncelerini, görüşlerini ifade ederken aynı zamanda onları okumuş olurlar. Okuduklarından algıladıklarını, öğrendiklerini, anladıklarını sözlerinde veya davranışlarında da gösterirler. Görüşlerini, yorumlarını okuduklarından, yani gözlemlediklerinden, yaşadıklarından çıkarmaya çalışırlar.
Oysa insan önce kendisini okumayı öğrenmelidir. Diğer okumalarının sağlıklı olması için önce kendisini okuması… Nitekim “var oluşunu” düşünmesine bağlayan filozof  Descartes de böylelikle kendisini okumaya başlamıştır. İnsanın kendisini keşfi de düşünce-varlık ilişkisi ile ortaya çıkmıştır. Çünkü kendini okumanın ilk sayfası düşünmektir.
Kendini bil demek kolay. İnsan doğayı okur, insan kitabı okur fakat kendisini tanımada giriş kapısı olan kendisini okumaktan pek fazla bahsedilmez… İlmin başı kendini bilmekten başlıyorsa, kendini bilmenin başı da elbette kendini okumaktan geçer.
Kendini doğru okuyan insan en azından kendini kendine gerçekçi olarak itiraf eder. Mesela davranış bozukluğuna, cinsel veya fiziksel saldırıya vb. sebep olan duygularını, düşüncelerini kendini okuma sayfalarında görür. Kendi rahatsız olsa da benzerlerinin neler olduğunu, yeteneklerini, yetersizliklerini, olmasını istediği ile oldukları arasındaki farkı, olabileceklerini yine gerçekçi olarak görür ve kabullenir. Kendini rahatsız eden duygularını bastırma veya yok sayma yoluna başvurmanın kendi gerçeğinden kaçış olduğunu kendinin gerçeği olduğunu bilir kendini okuyan insan. 
Şair “İlim ilim bilmektir/ İlim kendini bilmektir” diyor. Kendini bilmek… Fakat bu kültür geleneğinin insanları hâlâ bu uyarıya kulak asmadıkları gibi, bu sözlerin felsefi derinliğine ulaşma çabası da göstermemişlerdir. Çünkü bunun için sorgulamanın yanında eleştirel yaklaşım da gereklidir. Eleştiriye ya eksik veya yanlış anlam yükleyerek yahut hiç kabullenmeyerek hayatlarına girmesine izin vermeyenler özgelişimlerini de sınırlarlar. Yani kendini bilmek için önce kendine koyduğu her türlü engelleri fark etmesi, bunun için de kendisini okumaya başlaması gerekir. İlmin “kendini bilmekten” geçtiğini söyleyen şair, varoluşunu düşünceyle başlatan filozof ve daha nice benzer sözler söyleyenler aslında bütün insanlığa uyarıcı bir mesaj vermişlerdir. İki kelimenin zengin anlamı içerisinde saklı olan bu mesaj “kendini oku”dur. Fakat bu gerçek insanlık tarafından daha çok “kendini bil” sloganı haline getirilmiş, kendini bilmenin  veya tanımanın nasıl olacağı, daha doğrusu bireyin kendisini bilmeye nasıl başlayacağı üzerinde fazla durulması yerine soruna başka açılardan örtüler çekilmiştir. Öyle ya bilmek için araştırmak, sormak, bilgi sahibi olmak ve bunların hepsini de kapsayacak olan kendini okumakla işe başlanması gerektiğini fark etmek ve kabullenmek gerekir. Kendini okumanın girişi insanın kendinde gördüğünü, kendinde olanı(iyi-kötü) kabullenmekle başlar. Kendini gerçekçi olarak okuyan insan başkalarının kendi üzerinde şu veya bu şekilde egemenlik kurmalarına da fırsat tanımaz…
Kendini okuyan insandır sadece kendisinin efendisi olan insan. Ne başka insanlara ne de nesne ve makamlara köle olmadığı gibi başka insanları köle yapma gibi bir düşünceleri de olmaz bu insanların. Kendini okuyan insan kendini tanıma, iradeli olma, başka bir ifade ile kendini fethetme başarısından mutluluklar çıkarma, başka insanları da düşünme onları anlamaya çalışmada doğru anlamlar çıkarmayı da bilirler. Kendini okuyan insan kendisinin fiziki yapısından kaynaklanan zayıflıklarını ve güçlü yanlarını tanıdığı gibi, psikolojik veya ruhsal varlığındaki ilgilerin, hareketlerin, zorlukların, zayıflıkların ve güçlerin de farkına varır. Davranışlarını, düşüncelerini, hatta sözlerini bu durumuna göre uyumlu hale getirir, geliştirir.
Son yıllarda tercüme kültürden aktarılan “kişisel gelişim”,  vb kavramlara ilgi toplumun her düzeyinde artmış görünmektedir. İnsanlar karşılaştıkları sorunlara -özellikle psikolojik sorunlara- çözüm yolları bulmak için adı geçen toplantılara, yayınlara rağbet etmektedir. Bu durum aynı zamanda bu toplumdaki bireylerin kendisinin farkına varamadığının bir göstergesidir. Farkına varılamayanı fark etme arayışları o insanların kendisini tanımasından çok kendisinin başkaları tarafından yönlendirilmesine sebep olmaktadır. Bu durum insanın kendisini tanımasına değil kendisinden uzaklaşmasına, hatta yabancılaşmasına bile sebep olmaktadır. 
Bireyin kendi gerçeği başkalarının psikologların, psikiyatristlerin, terapistlerin, kişilik gelişimcilerinin onu okumasıyla değil kendisini okumasıyla ancak doğrulanır. Kendini tanımak için psikoloğa veya psikiyatriste giden insanlar ancak kendilerini başkalarının ne kadar okuyabildiği sınırlılıklar ve eksiklikler, bazen de yanlışlıklar içerisinde öğrenir. Bireyin kendi gerçeğini okuyamayanlar ona ancak kendi gerçeklerini göstermeye çalışır ve böyle yapmakla da onun kişiliğine sınırlar çizer. Yani çare yine ne kadar dönüp dolaşsa da insanın kendini okumasına gelmektedir.
İnsanların kendisini, sorunlarını tanımak için gidilen seminerler kendisine daha da yabancılaşarak sonuçlar vermektedir.
İşaret edilenlerin kökünde her bireyin kişiliğine yönelik olmaktan ziyade bir formun içine sokularak her insana aynı reçeteleri sunmak yatmaktadır. Oysa yeryüzündeki insan sayısınca kişilik vardır. Dolayısıyla her insan kendini tanımada, sorunlarını çözmede kendine özgün çarelere ihtiyaç duyar ve bu ihtiyaçların giderilmesi sağlıklı gelişimi sağlar. 
Bütün bunlar için her bireyi başkalarının değil kendisinin kendisini okuması gerekir. İnsan biyolojik ve ruhsal iki unsurdan oluştuğu düşünüldüğünde bireyin kendisini okuması, tanıması da önce bu iki başlık içerisinden hareket edilerek okunmalıdır.
Kendini okumaya niyetlenen insan önce biyolojik varlığı ve bu varlığın ruhsal yapısında ne gibi değişme ve gelişmelere sebep olduğunu fark etmesiyle başlamalıdır. Mesela aç bir varlık olduğunda sadece midesinin sesini değil duygularının, hislerinin sesini de dinlediğinde kendisini okumasında başka, tok biri olduğunda çok daha başka biri olduğunu, hatta başka insanları da okumaya başladığını fark edecektir. Çok basit bir genelleme ile söylenecek olursa açlıkta aç insanın, toklukta tok insanın duygularına daha çok tanıklık edecektir. Çünkü tok açın halinden anlamaz, eşekten düşenin halinden eşekten düşen anlar… 
Örnek insanın hayatının başka alanlarına taşınarak da açıklanabilir. Benzer durumlar karşısında acılar, hüzünler duyan insanlar bir ortak payda oluştururlar. Burada hemen “empati” denilen kavram akla gelebilir. Ama ben bundan daha farklı bir şey söylemek istiyorum. Çünkü empatide başkalarını anlamaya, onların hissettiklerini bir dereceye kadar anlamaya çalışarak duygudaşlık söz konusudur. Oysa böyle bir gerçeğe ulaşmak o kadar da kolay değil, gerçekçi hiç değildir. Çünkü henüz kendini okumamış, okuyamamış bir insanın başkalarına empati yapmasından gerçekçi olarak bahsetmek zor olacaktır.
İnsanın kendisini hem biyolojik veya fiziksel hem de ruhsal okuması demek aynı zamanda bu iki alanda zayıflığını, gücünü, yapabileceklerini, yapamayacaklarını veya hangi durumlarda ve zamanlarda ne kadar bunları başaramayacağını, başaracağını da bilmesidir bir anlamda. Bunları bilmiyorsa bu işaret edilen konularda kendini dinlemesi, kendisini okuması ve hatta ihtiyaç duyuyorsa gerek fiziki gerekse ruhsal uygulamalar içerisine girmesidir kendisini okumak.
Ne kadar ağırlığı kaldırabileceği ne kadar sürede ne kadar koşabileceği ve benzeri örneklerin yanında hangi durumlarda üzüldüğünü, ne gibi olaylarda korktuğu veya kaygılandığı, bunların kendisini ne düzeyde etkilediği, engellediği, hayatına katkı sağladığı ya da yön verdiğini bilmesidir.
Her insanda deneyim farklılığı ve etkileşimi farklıdır… Tıpatıp aynı olaya, duruma üzüldüğü sanılan iki kişinin bu davranışı dışarıdan gözlemlendiği gibi olmayabilir. Örneğin aynı miktarda paralarını kaybeden bu iki insandan birisi fakirleşeceğini, başkalarına muhtaç olacağını düşündüğü için kaygılanır, üzülür. Diğeri de bununla söz verdiği yardımı yapamayacağı için üzülür. Yahut başka sebepler de olabilir. Üzüntü dereceleri de farklıdır. Ancak kendisini okuyan her iki insan benzer durumlarla karşılaştığında nasıl tepkiler vereceğini önceden bilir. Çünkü bilinçaltı, niyetleri onları buna hazırladığı için kendilerinin farkındadırlar. Bunun için kendilerini okuyan insanlar karşılaştıkları olaylara karşı daha dirençli davranışlar gösterir. Kendilerini kapıp koyuvermezler. Bazı insanlar da dışarıdan gözleyenler tarafından “ne kadar sakin insan” sınıfına sokulurlar. Oysa “herkesin kazanı kapalı kaynar, et mi kaynar dert mi kaynar” pek bilinmez. Bu durumu ancak kendini okuyan insanlar kendilerine açıklayabilirler.
Bir başarısızlıkta ve benzer durumlarda kendilerini iyi okuyan insanlar kendilerine öfke duymaz, kendilerine kızma davranışları göstermezler. Çünkü neyi yapıp neleri yapamayacaklarını önceden bilirler. Karşılaştıkları engeller, başarısızlıklar karşısında hatanın veya eksikliklerin neden, nerelerden, nasıl ve ne şekilde kaynaklandığını sorgularlar. Kısaca okumaların başı kendini okumaktır.
 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.