
Tezer Özlü
Canımın İçi
İnci Gürbüzatik
(Doğum, 10 Eylül 1943 - Ölüm 18 Şubat 1986)
Kitap açlığı çekip çıkan ya da çıkacak olan kitapların peşinde koştuğumuz ama henüz ‘Yüreğimizde yeni bir dünya taşıyoruz, şimdi şu anda bu dünya büyümekte’ diyen İspanyol anarşist, devrimci, Buonaventura Duritti’den de Ernest Hamingway’in ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’ undan da habersiz olduğumuz zamanlardı. Daha başka devrimci yazarlardan da haberimiz yoktu. Gerçekleri görenlerin ‘Komünist’ damgası yediği günlerde her kitap bulunmuyor, yeni çıkan kitaplar da tarafımızdan merak ediliyordu. Artık üniversitedeydik birbirimizle yarışırcasına kitap okuyarak kafamızı daha da karıştırıyorduk. Tezer Özlünün genç bir kadın yazar olduğunu, kitabının çıktığını duymuş, soluğu Sakarya’daki Bilgi Kitapevinde almıştım. Kitap daha ilk anda ‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’ adıyla etkilemişti beni. Yazar, yaşayan bir yazardı, kadındı, gençti, benim gibi tiyatro ile ilgileniyordu, hem de AST’ da. Üstelik Güner Sümer’in karısı, Demir Özlü’ nün kız kardeşi, Sevgi Soysal’ın komşusu, arkadaşı, Leyla Erbil’in, Ferit Edgü’ nün mektup sırdaşıydı. Ferit Edgü abisinin okul arkadaşıydı. Merakım katmerliydi. Bir solukta okuduklarım, yaşadığımız gerçekleri, gizlediklerimizi, suskunluğumu yüzüme çarpıp çok canımı yakmış, kasvetiyle karartmıştı içimi. Kitap, yanlışlara, yasaklara kalıplaşmış düşüncelere, bastırılmış özgürlük tutkularına, yalansız bir Dünya’ya benim gibi pek çok okurun, düşünen kadının, kızın, insanın Tezer Özlünün sesinden bir isyandı. Yenilikçiydi, öncüydü, sözcüydü, cesur, açık yürekli, dilinin kemiği olmayan, bedel ödemeyi göze almış, korkusuz, devrimci en önemlisi özgün genç bir kadınındı.
Sevgisi hissedilmeyen ana babalarla öfke içinde büyümek, saçlarını göstermeyen rahibelerin saçlarını merak etmeler, yazarın taşra özlemi, Yeni Sinemalarda Grece Kelly seyrettiği zamanlardaki naylon çoraplarımız, akıl hastanelerinin korkunç atmosferi, tedavi yöntemleri, gerçekten deli olup olmadığını bilemediğimiz zavallı hastalar, deli kim? Delilik ne? Saçma sorular. Sorulara verilen akıllı cevaplar, kuzu kuzu elektroşoka gitmeler, ‘Guguk Kuşu’ filminin o ünlü kaçış sahnesi, havuzlu Saraçhane Parkında kesilecek ağaçlar, o günkü Taksim, ev halimiz, erkek kardeşlerimiz, okullarımız, öğretmenlerimiz, eğitim sistemimiz, üzerimizdeki hem yakın çevresel hem toplumsal baskılarımız hep aynıydı yazılmıştı işte. Okullarımızı çekilmez kılan yöneticiler, beni de Tezer Özlü gibi okuldan soğutan öğretmenlerimiz hep aynıydı. Üzüntülerinden kaçmak için kendi ağıtları arasında uyuyakalan çocuklar’ olmak, babalarımızın benzerliği hem de benzersizliği ilginçti. Çelişkili yakınlıklar, uzaklıklar. Sahte kent yaşamının insanı kalıba sokan cenderesi. Eylemler, eylemsizlikler. Nihilist düşünceler. Hep makarna yiyen sarı benizli Doğulu gencin denize atlayarak intiharı. Kolalı kabarık jüpon’ lu eteklerimizle danslı çaylara gitmelerimiz, Almanya’ya giden işçi trenleri, Leo Ferne’nin saçları, protest, şiirsel sesiyle söylediği anarşist şarkıları, ‘insan ölümünü kendi kendine ölüyor’ sözü, daha sayayım mı? Beni benden almıştı kitap. Soluksuz, sarsılarak okumuş. Sonra da satır satır çizmiştim sayfaları.
Özgünlük, yabancılaşma İroni, gerçek, protest, anti militarist, değişim, erkek egemen toplumda özel erkek çocuklar, Sisler Bulvarında Attilâ İlhan, Zübük, Kazan Töreni, Güzel Türkçemiz, yalnızlık, sevgisizlik-aşk, intihar, gitme, ölüm, din, kasvet, Zola,Turgenyev,Cehov, Simmel, Pelit Pastanesi, Arjantin tangoları, esriklik, intiharlarıyla da Italo Svevo, Zeno, Stephan Zweig, Pavese, Nilgün Marmara çarpıp atmıştı beni. Ben kitapta adı geçen pek çok yazarı daha tanımıyordum. Merakım bilgisizliğimi ortaya çıkarttı elbette. Demek ki daha tanımam gereken çok yazar, okumam gereken çok kitap vardı.
‘Çocukluğun Soğuk Geceleri ’beni Tezer Özlü ile tanıştıran okuyunca beni kendime getiren benim için de bir yüzleşmeydi. Kendisinden hareketle, toplumun, istediği kalıba sokmak için sıkıştırıp bastırdığı genç insanların çıkmazını, bizleri, beni yazmıştı çünkü. Bunaltımızı, çaresizliğimizi, tutunamayışımızı yazmıştı. Yaşamın özüne girip sarsıp silkelemişti benim gibi bütün genç okurlarını. Öğretilmiş kadınlığa, din sınırlı kadın erkek ilişkilerine, dayatılmış düşünce kalıplarına, değer yargılarına, bastırılan kadınlık arzularına, tabulara, korkusuzca eleştiri getirmek pek kolay olmasa gerek. Hem de 1960’lı 70’li yıllarda. Kitapta okuyucuyu hipnoz gibi çeken bir güç, müthiş bir tempo vardı. Önce anlatacaklarının atmosferini oluşturuyor, mekânları çok başarılı ve neredeyse belgesel niteliğinde betimliyordu. Atmosferi değerli kılan sözcükleri öyle yerli yerinde kullanmıştı ki dil ustalığına şaşıp kalmıştım. İlk okuduğumda anlattıklarını kendimle kıyaslayıp korkmuştum da. Zihninin kapılarını bilinç akışıyla açıp beni buyur ediyordu dünyasına. Baştan çıkartıcıydı, etkilenmiştim. O, burjuva olmanın sıkıntısı içinde bunalırken ben, alt orta sınıf bir ailenin ekonomik çıkmazlarıyla boğuşuyor her şeye öfkeyle karşı çıkıyordum. Senin dilin çok uzadı?’ diyenler bunun onu okuduğumdan olduğunu bilmiyordu. Aileyi, çevreyi algılayışımız, Dünya’yı değiştirmek düşüncemiz aynıydı. 18 Kasım 1980 tarihinde ‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’ kitabını anne babasına imzalarken yazdıkları kitabın yazılış felsefesini, amacını, önemini yeterince anlatıyordu. ‘Anneciğim, babacığım. Yazdıklarımı kimse üstüne alınmasın. Dünya’yı biraz olsun değiştirmek istiyoruz. Tezer Özlü Kral.’ Başka söze ne gerek. Dünya’yı değiştirme hayalleri 68 kuşağının hayalleri değil miydi? Başaramadığımız halde hala aynı hayalin peşinde değil miyiz?
Tezer Özlünün entelektüel birikimi hayranlık uyandırıcıydı. Okurken bilgisizliğimi görüyordum. Piyano, trompet, Teleman’ın flüt sonatlarını, Giuseppe Torelli’nin viyolonsel konçertolarını, geç barok İtalyan bestecileri, Bach’ın konçertolarını, Arjantin tangolarını, adını bile duymadığım Fransız La Ferne’yi dinliyor, bizim bilmediğimiz müzik insanlarından, türlerindensöz ediyor, hiç görmediğim Mubin Orhon resimlerini betimliyor, batı kültürünü Almancadan okuduğu için, edebiyat ufkunun çok geniş olduğundan söz ediyordu.
Koşullarım onunla aynı olsa bile ‘ben onun gibi özgürce ya da içgüdüsel olarak yapabildiklerini yapmayı, tek başıma başka ülkeler için yollara çıkmayı göze alabilir miydim? Diye sormuştum kendime. ‘Cinselliği onun kadar özgür, pervasız yaşayabilseydim, ben kesin batakhanedeydim’ diye düşündüğümü de hatırlıyorum.‘Yeryüzüne Dayanmak İçin’ kitabında, kendisi ve bu ülkenin kadınları için, “Sevişmek isteyince evlenmek zorundadır, ülkenin düzeni evliliği gerektirmektedir. Ama bu insanın ahlak anlayışı artık kendi ülkesinin erkekleriyle nasıl bağdaşacaktır? Bu iki kültürlü insan, yolunu çizebilmek için neyi seçecektir? Ona, içinde yaşadığı toplumun genel düzeyinden çok daha fazlası öğretilmiş, sonra da ondan bu ülkenin kurallarına uyması istenmiştir. Deyişi, kendisinin ‘İki Kültürlü’ oluş farkını ortaya koyuyordu. Okuduklarım beni bocalatmış, karmaşık bir ruh haline büründürüp benim yapamadıklarımı yapabildiği için Tezer Özlüye hayran olmuştum. Ama neden ölümü, intiharı düşünüyordu? Ölüm düşüncesi beni ürkütürken onu neden besliyordu? Bunu anlayamıyordum Elekroşok o zamanlar ilkel bir tedavi yöntemiydi, kaç kez uygulanmıştı, dehşetle okuyordum satırları. Akıl hastanesi, deli gömleği, dayak, karyolaya bağlanma, kanıtlanamayan tacizler, yaşama ya da ölme isteğinin yanı sıra iyileşme isteği geliyordu aklıma. Elektroşok olduğu söylenen bir arkadaşımız vardı. Bir gün tıraşlanmış kısacık saçlarıyla çıkageldi sınıfa. Fakülte koridorlarında ruh gibi sapsarı bir yüzle dolaşıyor kimselerle konuşmuyordu. O kızı her gördüğümde Tezer Özlüyü hatırlayıp korkmuş hep üzülmüştüm ben.
Tezer Özlü Türkiye’de o güne kadar sessiz, ezilmiş, horlanan kendi tanımıyla ‘Hiç kimseler’ adına yazıp çığlıklar attı. Herkesin duyması gereken güçte, gür sesli, kulakları yırtan çığlıklardı onlar. Yayınlandığı yıllarda ‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’ genç okurların gerçeğine dönüşmüştü. Tezer Özlü, benim görmezden geldiklerimi, susup sineye çektiklerimi meydana saçıp hallaç gibi atmış, sokmuştu gözümüzün içine. Yazar olmanın koşullarından belki de en önemlisini yerine getirip düşüncelerini korkusuzca, bütün içtenliği, çıplaklığıyla yazabilmişti. Tabuları yıkmaktı. İşte onun yaptığı buydu. Yoksa yazdıklarıyla düşünceleriyle bugüne nasıl gelecek, o günün gençlerinin nasıl idolü olacak bunca yıl sonra 18 Şubat ölüm tarihinde, kendisinden hala övgü ile bana nasıl söz ettirecekti?
Kitaplarında dönemin siyasi profilini çizip sosyolojisini de çözümlüyor, ‘İki kere iki dört işte bu böyle, ey okuyucu ’diyordu. Ama bunu yaparken de edebiyatın bütün estetiğini, güzelliğini, Türkçe’nin gücünü, olanaklarını kullanıyor ama Alman dilinde de yazıyordu. Anlattıklarında müthiş bir çatı, kurgu ve kimselerin böylesine açık açık dile getirmediği acı gerçeğin ta kendisi, bir belgesel tadı vardı. Aynı havayı soluduğum yazar, yazdıklarıyla beni aydınlatıp kafamı karıştırsa da onunla bir bağ kurduğumu biliyordum. Benimle aynı dönemin, siyasi yapılı devlet yönetiminin, aynı milletin, toprağın, aynı efkârlı şehrin insanıydı, isyanını, itirazını, direnişini daha ben satır yazı yazmamışken o oturup da yazmış, yazabilmiş bana da okutuyordu işte. Çok mutsuz, karamsar, benden bile mutsuz bir çocukluk, genç kızlık dönemi geçirmişti. Sonrasında da mutsuz bir kadındı. Ama niye mutsuz? Neden ölmeyi istiyor. Bunu neden hep deniyordu. Bu soruyu hep sormuştum, soruyordum. Çıkmazının akıl hastaneleri, sonunun kendinden vaz geçiş olduğunu 18 Şubat 1986 gününde tarih kayda geçmişti.
Tezer Özlünün ruh yapısını etkileyen, onu Pavese ile Svevo’nun ya da Zweig’in ölümle ilgili duygusal düşüncelerine yaklaştıran, kuşkusuz yaşadığı olaylar, protest bir bireyin kerelerce bir kliniğe kapatılması, tedavi süreci sonucu güçsüzleşip yalnızlaşması olmalı. Pavese ile aynı dönemde yaşamış, benzer bir şekilde hayatı sorgulamış olan Albert Camus’yü de Paves ve Svevo’yla, Kafka ile birlikte düşünmeliyiz. Ben bu yazarları, Tezer Özlüyle birlikte onun izini sürerek tanıdım. Hem Svevo’nun hem Pavese’nin yaratmış olduğu karakterlerin en önemli özelliği kendileri gibi intihar eğilimli oluşlarıydı. Modern İtalyan Edebiyatının büyük ustasıdır Svevo, hangimiz okumadık ki o muhteşem kitabı? Bir başyapıttır ‘Zeno’nun Bilinci’. Tamamlanamamış bir ruhbilimsel çözümlemenin öyküsüdür anlattığı. Elden ele gezen okumayanın kalmadığı bir kitaptı.
“İntiharı düşünen bir insan için en kötü şey kendini öldürmesi değil, bunu düşünüp yapamamasıdır. İntihar düşüncesine hele de bir alışkanlık haline gelen intihar düşüncesine yol açan manevi çöküntü kadar aşağılık bir şey yoktur”diyor Pavese. Bir yazarın, yaşamın ucunda gezen, kırılgan ruhlu bir yazarın bu tür ölüm düşünceli yazarlardan, onların ölüm biçiminden etkilenmemesi olası değil. Edebiyat ve sanat tarihi intiharların biçimi, nedeni ve etkilerinin sonucuyla dolu değil mi? Yazarlar birbirlerinin ölüm tercihlerini okurlardan daha iyi anlıyorlar özümsüyorlar demek ki. Svevo’dan bilinç okumayı çözdüğünü düşünüyorum. Kafka’yı okuyup da etkilenmeyen mi var zaten?
Ana babayı seçememe halinin, kalıtımın bir yazgı olduğunu geç kavradık biz. Türkçesinin güzel oluşunu anne-babasının eğitimli oluşlarına, ev ortamında düzgün, güzel bir Türkçe konuşulduğuna, zengin bir kütüphane, abisinin Demir Özlü, Ablasının Sezer Özlü Duru olduğuna, okuduğu kitapların niteliğine ve dile olan ilgisine, merakına bağlıyorum. Çok küçük yaşlarında dev yazarları tanıyıp eserlerini kendi dillerinden okuyabilen sayılı çocuklar arasındadır Tezer Özlü. Aziz Nesin, Kafka’dan söz ediyordu. Zola, Dostoyevsky, Nietzche, Pavese, Brecht, Walter Benjamin, Neruda, Rilke, İtaloSvevo, James Joyce, Zweig ve daha nicelerini okuyup özümsemek başlı başına eğitim, donanım, bilgi düşünce, entelektüel farklılık değil mi? Kaldı ki bu yazarların çoğunu kendi dillerinden okuyor, izlerini sürüyor ve araştırmalar çalışmalar yapıyor. ‘Yeryüzüne Dayanabilmek İçin’ kitabında, ilgi alanlarını, uğraşlarının çeşitliliğini görünce çok yönlü kişiliğine hayranlık duymamak mümkün değil. İnsan ruhunu tüm gerçekliğiyle yansıtmak için düşünüyor. Hem de derin düşünüyor. Gözlem yapıyor, aklını farklı kullanıyor. Sıra dışı bir bakışa sahip o yüzden de fikir üretip sağlam analizler yapıyor. Okurken onunla aynı duyguları paylaştığım çok konu var. Ben de onun okuru olarak itiraz eden, asi bir yapıya sahibim. Protestim, adaletsizliğe, saçmalığa, aptalca davranışlara, baskıya, dayatmaya, yalan ve riya’ya hiç gelemem ama itiraf etmeliyim ki onu okuduğumda onun kadar yürekli değildim. Bu ülkede her eylemin bir bedeli var. Ödetiyorlar. O bedeli ödemeyi göze almak, cesaret istiyor. Cesur olmak, korkusuz olmak değildir bilirim, ama ben cesurken de korku hissederim. Ölçer tartarım, Tezer Özlünün kitabında anlattığı aile olanaklarını taşımıyordum, babam işçiydi, gezgin ruhum ülkemiz topraklarıyla sınırlıydı. Belki de o yüzden Tezer Özlüyü benim yapamadıklarımı yaptığı, benim de aklımdan geçen o çılgın, özgür olma düşüncelerini eyleme geçirdiği, benim de sözcüm olduğu için sevdim. Yazdıklarıyla gözümde yüceldi, kahramanım oldu. Yitip gidişinin öyküsü ödediği bedelin ne denli ağır olduğunu göstermiyor mu? Onun ödediği bedelin ağırlığı okuru olan benim de yüküm değil midir? Bence işte bu yüzden böyle kadınları daha çok sevmeliyiz.
Tezer Özlü Simav’da doğuyor. Çocukluğu Simav, Ödemiş ve Gerede ‘de geçiyor. Sonra ailesiyle birlikte İstanbul’a göçüyorlar. Daha liseyi bitirmeden ablası Sezer Duru ile otostop yaparak ağabeyi Demir Özlünün yanına Paris’e gidiyor Avrupa’yı dolaşıyorlar. Daha önce bir okul gezisiyle Viyana’ya gitmiş. Seyyahlığı seviyor. Bu göçebelik, seyyah olma hali daha sonra yazılarına “gitmeklik” olarak karşımıza çıkıyor. Yerinde duramamak, sürekli bir yerlere gitme isteği aslında yazarın kendisinden kaçma isteği olarak da değerlendirebiliriz. O’nun kaçışı itiraz eden, asi bir kaçıştır. Bulunduğu yerden, birlikte olduğu insanlardan bir süre sonra bunaldığını biliyoruz anlatıyor çünkü. Hüznünü de beraberinde taşıdığından gittiği yerde de mutlu olamıyor. Kavuşmaları, buluşmaları, geçici ilişkileri, bıkma, acı terkleri var. Zwaig, Svevo, Pavese ve okuduğu diğer pek çok yazar gibi yaşamının kendi avuçlarında olduğunu biliyor. Kitaplarını okuduğu yazarların yaşam öyküleri, Dünya’ya bakış felsefeleri, hayata veda biçimleri zaten kendi sonunun da ipuçlarını veriyor. Okuduğu yazarları özümsediği, onlardan etkilendiği bir gerçek. Psikolog değilim, ruh halinin çözümlemesini yapamam ama okuduğum kadarıyla biliyorum ki bu huzursuzluk, mutlu olamama, kaçış, arayış hali bir döngü sanki. Sevdiği yerler, mekânlar, insanlar var elbette. Zaman zaman oralarda olma isteği içinde ama mekânlardan da o insanlardan da hemen sıkılıyor, dayanma gücü sınırlı çünkü. İstanbul’u seviyor, taksim, taksimin yokuşları, sokak aralarındaki belirli meyhanelerde birlikte olmak istediği sıradan gibi görünen ilginç arkadaşları var. Yanlarındayken kendisini güvende hissettiği insanlar bunlar. Ama onlardan da sıkılıyor. Tedirginlik, kaygı, kaçış, onlardan değil, belki de hiçbir zaman kaçamadığı kendi varlığından. Nereye giderse gitsin kendisini taşıyor çünkü.
Herman Hess, kişilik konusunda diyor ki ‘Kişilikleriniz içine kapatıldığınız bir hapishanedir. Ne kadar doğru. Çözümle çözümleyebilirsen. Tezer Özlü’ nün o hapishanede bir hedefi olduğunu görüyoruz. Almancasını geliştirip tercümeler yapması, ‘Yaşamın Ucuna Yolculuk’ kitabını 1982 de ‘Auf der Spureines Selbstmords’,’ Bir İntiharın İzinde’ adıyla önce Almanca yazması, 1983 de Marburg Edebiyat ödülünü alması, dil konusundaki yetkinliğini ortaya koymuyor mu? Almanya’da Türk işçilerinin Türkçe eğitimi için nasıl çabaladığını, bu konudaki girişimlerini, Türk kültür gelişimi için yazdığı yazıları, incelemeleri, düzenlediği etkinlikleri biliyoruz. Sanatın pek çok dalıyla Dünya edebiyatı, sinema, festivaller, yazarlarla söyleşiler, çeviri sorunlarıyla ilgili buğun bile güncelliğini yitirmeyen yazılar yazdığını biliyoruz. Gerçek bir entelektüelin varlığını gösteren Tezer Özlü kalıcı bir yazardır. Edebiyatımızın kanonunda yerini çoktan almıştır.
Ben bir an, Dünya’nın içinde bulunduğu şu son yıllar içinde Tezer Özlü eğer yine aynı yaşlarında Türkiye’de yaşıyor olsaydı ne yapar, nereye kaçardı diye düşündüm bu yazıyı yazarken. Şu korona belası çıkmazında evlerimize hapsolduğumuzda ne yapardı? Ya da şu son yılların Türkiye’sinde? Tezer Özlünün kaçma, bir yerlerde duramama, insanlardan sıkılma izleği üzerinden derin derin düşündüm. Ne yapardı acaba? Yani, gitmek isteyip de gidememek, gönüllü gezginliğin ruhunu taşırken, kapana kısılıp olduğu yerde kalakalsaydı ne yapardı? Bir yerlere gidemese nerelere kaçardı? Bir çözüm üretip sanal kaçışlar yapıp onları yazar mıydı acaba?
‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’ daha ilk sayfada, militarist bir baba, anti militarist kızının varlığıyla, anlatılacakların ipucunu zaten veriyordu. Çizgili pijaması ile babalarımız, sobalı evlerimiz, zaten soğuk odalarımız, leğende yıkanmalarımız, beyaz yakalı siyah önlüklerimiz, sevgisi hissedilmeyen anne babalarımız, özel olan erkek kardeşlerimiz. -Biz de iki kız, bir erkek kardeştik. Bizim de erkek kardeşimiz yazarın abisi gibi çok özeldi. Ben de pazar günlerinden aynı gerekçelerle nefret ederdim.- Aynıydı işte ‘öfke içinde büyüyoruz’ deyişi gibi, ‘Üzüntülerinden kaçmak için kendi ağıtları arasında uyuyakalan çocuklar gibi. Dünyayı saf ve masum bilen çocuklar gibi arınmak, bu bağırmalar, ağlamalar ve ağıtlar arasında.’ dediği gibipek çok düşüncemiz, itirazımız, ağlayarak uyumalarımız da aynıydı. Tanıklıklarımıza isyanda değil miydik? İtirazlarımız yok muydu? Yanlışı görüyor mide bulantıları arasında biz de kusuyorduk. Şimdi de öyle değil mi? Bizi tarif ediyordu. Hala tarif ediyor. Bugünün çocuklarını, gençlerini de tarif ediyor. Değişen bir şey yok çünkü. Üstelik daha da beter olduk.
Yeni neslin okurlarının, Tezer Özlüyü keşfedip okuması çok önemli. Keşke okusalar diyorum, çok emin değilim. Ben okuru da ikiye ayırıyorum, ‘ben de okudum’ demek için okuyan sıradan okurlar, okuduğunu dikkatle okuyan, yazarın şifrelerini çözen yan okumalarla yazarı, yazdıklarını anlayan ‘Nitelikli Okurlar’. Tezer Özlünün derinliğini anlamak için nitelikli okur olmak gerek yazdıklarındaki edebi zenginliğin, referansların izini sürmek için.
İbret alınmadığı, bir gelişme sağlanamadığından ne yazık ki tarih kendisini tekrarlıyor. İnsan ilişkilerinde değişen pek bir şey yok. Onun anlattığı yıllardan bu yana aksine daha da beter olduk. Geçmişin sorunları bugün için belki daha da kangren haline geldi. Genç insanlar, çocuklar, kadınlar, çok daha fazla acı çekiyor. Tehlike geçmiş değil. Eğitim sistemimiz daha da garipleşti, geriledi. Tezer Özlünün evrensel söylemi, kitaplarının gerçekçiliği, içtenliği, ne denli samimiyetle dile getirilip yazıldığıyla ilintili. Müthiş bir gözlem gücü, sentez, eleştirel bakış açısıyla gerçeği tüm çıplaklığıyla yazmış. Sanki dün bu günmüş o da yaşıyor, özgürce yazıyormuş gibi. Ablası Sezer Özlüyü DTCF’ de okuduğumuz aynı yıllarda tanımamış olmanın eksikliğini de hissettim hep. Tezer Özlüyle aynı havayı solumuş olduğum Ankara’da bir gün bir güzel tesadüfle sokaklarımızdan birinde neden karşılaşmadık ki? Sıhhiye’de Sevgi Soysal ile aynı apartmanda komşu olarak oturduklarını sonradan öğrendiğimde de hayıflandım. Ben de tiyatro ile içli dışlıydım Sıhhiye’de iki sokak ötelerinde oturuyordum. AST’da bu iki güzel, önemli ve benim için değerli kadını belki de bir arada görebilirdim. Ama olmadı. Şimdi onca yıl sonra yapabildiğim, onun Zürih’te 43 yaşında bir 18 Şubat günü öldüğünü yine bir şubat gününde anımsamak oldu. Satırlara sığmazsın.
Canımın içi Tezer Özlü, seni yazmasam olmazdı.
Yorum
Teser özlüyü anlamak
İnci Hanım hayranı olduğumuz Tezer Özlü nün devrimci ruhunnu dönem ile birlikte anlatmanız ona olan sevgimizi tekrar harladı. Gerçek anlamıyla anlasılamamış ve yalnızlığını satırlara dökmüş Tezer Özlüyğ bir kez daha saygıyla anarken , bu güzel anlatım için çok tesekkür ederiz
Çok anlamlı ve kapsamlı bir…
Çok anlamlı ve kapsamlı bir metin. Tezer Özlü benim de en sevdiğim yazarlardan biridir. Tüm kitaplarını okudum. Yaşamın Ucuna Yolcuuk, gerçek anlamda bir başyapıttır. Mani atağı geçirirken on beş günde yazdığını biliyorum.
İnci Gürbüzatik’in Tezer Özlü hk. daki yazısı
İnci Hn, o kadar güzel bir anma yazısı yazmış ki , söyleyecek söz bulamıyorum. T.Ö.’yü anarken geçmişten bugüne 50 küsür yıllım bir yolculuğa çıkarıyor okuyucuyu usta kalemiyle. Ve günümüzün koşullarının ne kadar kötüleştiğini, isyan duygusunun ve belki de isyanın kaybolduğunu anlatıyor. Ama T.Ö.’lünün hayatından kalkarak da umutsuzluğa yer olmadığını vurguluyor.
T.Ö.’nün entellektüel birikiminin bu kadar derin olduğunu bilmiyordum. Onu da öğrenmiş oldum.
İyi ki edebiyat dünyamızdan Tezer Özlü geçmiş, ışığı bütün kadınları her zaman aydınlatacaktır.
Teşekkürler İnci Gürbüzatik.
İnciciğim yazını şimdi…
İnciciğim yazını şimdi bitirdim, harika bir yazı, okuduğum yazarlar, yaşadığım kent, DTCF ve Tezer Özlü'nün kitapları, Pavese, Kafka, A. Camus, yaşanan dönemin değer yargıları hepsi de hepsi de benim hayatımda.
Çok beğendim ve kendimi buldum yazında. Kutluyorum sevgili İnci, iyi ki yazdın ve paylaştın. Sevgilerimle.
Severek okudum Tezer Özlüyü …
Severek okudum Tezer Özlüyü . Samimi içten bir yazardı. Yazık ki erken kaybettik. Işıklar içinde uyusun. 💕 İnci Hanım teşekkür ederiz yazınız için. Sonra okuyacağım. Selamlar sevgiler ❤️
Kalemine sağlık inci hanım …
Kalemine sağlık inci hanım .malesef herseye rağmen vazgeçemiyoruz.umut varoldukca yaşam sürecek ve bizler hayallerimizin peşinden gitmeye devam edeceğiz.
Tamamını da okudum Çok…
Tamamını da okudum Çok etkileyici, düşündürücü bir yazı olmuş. Tezer’e saygı yazısı değil de kardeş bir ruhun ağıtı gibi olmuş. Aynı zamanda onun bu dünyada kendisini ailesinin kalıbından kurtarma savaşını, yeniden inşa etmesini, bunu başarmak için katlandıklarını eşsiz bir biçimde duyarak dile getirmişsin. Onun yaşadığı o dönemin aydın kadınlarının hemen hepsi eşsizdi, ilk başkaldıranlardı, ilk zincirleri kıranlar, ilk dayak yiyenler, dünyanın önünde bir potansiyeli kanıtlayanlardı, olasılıklar ve değişimin ta kendisiydiler, çünkü içinde yetiştikleri olanaklar aslında onlara o gücü de veriyordu. Biz alt sınıf çocukları daha temkinli, dikkatli, minik adımlarla, tartarak dünyanın değişimine daldık kulaç atmayı içinde öğrendik. Hangisi bilemiyorum? Bence bizlerde daha çok sevgi, şefkat, anlayış var. Bunları konuşuruz daha.
Yazına aşık oldum : dilin, tutkulu anlatımın, sözcüklerin ve yukarıda dediğim gibi yumuşacık sevgi anlayış dolu yaklaşımın…
Eline sağlık. Yaşamını…
Eline sağlık. Yaşamını araştırdı m. İsmini çok iyi bilip, yaşamının ayrıntılarından bîhaberdim. Ne kadar üretken, kısa bir yaşam. Şizofren olmak bizdeki gibi tepkiyle, büyük bir reddedişle karşılanacak bir hastalık değil. Belki hastalık da değil. Farklı düşünebilen ve bunları çeşitli sanat dallarında sunan kişiler var. Bir karakter özelliği bile olabilir. Tezer Özlü senin de anlattığın kadarıyla bir tez konusu bence. Tekrar kalemine sağlık canım.
İnciminciciğim has yazarımın…
İnciminciciğim has yazarımın has kitabını nasıl güzel duygularla, nasıl özümseyerek yazmışsın. Çocukluğumuzun soğuk günlerinde... Pazar günleri çizgili pijamalı babalarımız, koridorda iplere asılı, (deymemek için duvarlara yapışarak yürüdüğümüz) çamaşırlar, radyodan sokaklara yayılan maç gürültüleri. Ben Ruhumun Acelesi Var kitabıma da almıştım.
Unutulmamasına katkı verdiğin bu güzel yazara ve bu güzel kitaba ben de bir sevgi sunayım sayende.💜
Tezer Özlü
Sevgili İnci Gürbuzatik'in bu değerli yazısını büyük bir ilgiyle okudum. Tezer Özlü'nün yaşamı ve yazın dünyasıyla kendi yaşamı arasında kurduğu o içtenlikli bağ çok etkiledi beni. İnci Gürbuzatik'in öykülerini hep ilgiyle okumuşumdur, yazıları da öyküleri kadar nitelikli...
Kutluyorum. Yazarımızın yüreğine sağlık.
Tezer Özlü/ inci Gürbüzatik kaleminden
İnci hocam, Tezer Özlü ‘yü sizin sayenizde tanıdım, kitapları ile buluştuğumda ise bu devrimci, entelektüel kadına hayran oldum,Emeğinize , kaleminize sağlık, Tezer Özlü’yü anan bu yazınız ile ne kadar nitelikli bir yazar oldığunu bir kez daha anladım.
Dün gece okuyabildim çok…
Dün gece okuyabildim çok şükür.Muthis bir yazı olmuş.'Tezer Ozlu' den hareketle Bir Donem' in,sevgisizligin harika elestirisi.Oncu olmanın,öncü kadın olmanin ' delice' cesaretini içim ezilerek okudum.Oysa çok çok önceden okumuştum Tezer Özlü ' yu ama iskaladiklarimi ne güzel yakalamış,edebiyat tadıyla anlatmissin.
Gönlüne,bilincine sağlık İnci' m.Tasekkurlerimle...
Tezer Özlü /İnci Gürbüzatik'in kaleminden
Bu yazıda İnci Hanım, çok ayrıntılı bir değerlendirme ile Tezer Özlü'yü, bu sıra dışı yazarı, yaşamını, yaşadığı çağın ne kadar ötesinde bir insan olduğunu bizlere anlatıyor. Tezer Özlü belki de daha geç dünyaya gelseydi
Bu yazıda Sayın İnci Gürbüzatik, sıra dışı bir yazar , sıra dışı ve öncü bir kadın olan Tezer Özlü'yü hatırlamamızı sağlıyor. Onun çağının çok ilerisinde olan birikimini, hayat tarzını, olayları irdeleyiş biçimini, cesaretini anlatırken erken ölümünün hüznünü bir kez daha hissediyoruz. Kuşkusuz Sayın Tezer Özlü'nün rahatsızlığı olan Bipolar Bozukluk (İki uçlu Duygulanım Bozukluğu) eski adıyla Manik-Depressif Bozukluk büyük ölçüde genetik kökleri olan bir hastalık olsa da yaşadığı dönemle uyuşmayan kişiliği anlaşılamayan zekası ve yeteneği ölüme karar vermesinde mutlaka rol oynamıştır diye düşünüyorum. Sayın Gürbüzatik'e bu ayrıntılı ,empati yüklü yazısı için teşekkür ediyorum.
O' nun sevgisi ve anısı…
O' nun sevgisi ve anısı yaşamımda hem çok yoğun bir ışık, hem de derin bir boşluktur...
Tezer Özlü
Emeğinize, yüreğinize sağlık.
Başka türlü nasıl dayanabilirdik yeryüzüne. Tezer Özlü'ye selam olsun.
Ode to Tezer Ozlu
Tebrik ediyorum ve gurur duyuyorum. O kadar guzel bir yazi ki, saatlerce otur konus her bir gozlemle ilgili....Beni en cok etkileyen su soz oldu:
‘Anneciğim, babacığım. Yazdıklarımı kimse üstüne alınmasın. Dünya’yı biraz olsun değiştirmek istiyoruz. Tezer Özlü Kral.’
Bu gunumuzde de ne kadar dogru, konular aslinda hep ayni konular, sadece boyut degistirmis durumda.
Bir de metindeki "gitmelik" kelimesi ne kadar guzel. O kadar iyi anliyorum ki o duyguyu o kelimenin icinde barindiran. Oruc Aruoba'nin yurume kitabini cagristirdi bana.
Ben de Tezer Ozlu'yu Semih Gumus'un yazi atolyesinde son derece gec tanimistim. Yalin diline hayran olmustum. Acikcasi almanca yazdigini da bilmiyordum simdi ona olan hayranligim daha da artti diyebilirim.
Zorbatv'ye bir ufak not: Keske aralarda bu kadar reklam olmasa. Bu guzel edebi ve katmerli yaziyi duzgun okuyabilmek icin word'e kopyalayip oyle okudum. Keske zorba tv kullanici deneyimini de dusunse ve ozellikle boyle edebi yazi kisimlarinda daha az reklam alabilse.
Tezer Özlü "yü merak etmek…
Tezer Özlü "yü merak etmek,anlamak ve okumak için çok kıymetli bir yazı.
Teşekkür ediyorum Inci Gurbuzatik 'e. Emeğine, yüreğine sağlık olsun.
Başka türlü nasıl katlanılabilinir eryüzüne...
İnci Gürbüzatik yazısı
Okudum,Tezer Özlü'yü hatırlamak, anlamak ve ilham verici yanını göstermek için anlamlı, vefalı bir yazı kaleme almış sevgili İnci Gürbüzatik. Eline, emeğine sağlık. 💐💝
Okudum,Tezer Özlü'yü…
Okudum,Tezer Özlü'yü hatırlamak, anlamak ve ilham verici yanını göstermek için anlamlı, vefalı bir yazı kaleme almış sevgili İnci Gürbüzatik. Eline, emeğine sağlık. 💐💝
Yazıyı okudum, Tazer Özlü…
Yazıyı okudum, Tazer Özlü'nün nekadar önemli bir yazar olduğu birdaha gözler önüne seriliyor. Ne yazık ki o günden bu güne bırakın değişmeyi, daha kötüye, geriye gittiğimiz söylenebilir. Bizim gibi tabuları olan toplumlarda Tezer'lerin hergün öldürülmelerine... destek verilmesine lanet okumak para eder mi? Değişim için çokşey bilinmesine rağmen çözüm başka yerlerde arandığından uzadıkça uzanıyor... insanın değişim ve mücadele gücüne güç katmaktan başka yol yok gibi... Kalemin çiçeklensin...
Selam olsun Tezer Özlü ye
Yine bi solukta okudum Üstad İnci Gürbüzatik in gözüyle Tezer Özlü yü; kimdir, nasıl biridir, siyasi duruşunun ürettiklerine yansıması nasıldır? Genç kuşak illa ki bilmeli bu 43 yaşında yaşamının en üretken yıllarında gitmeye karar verip, kendisinden sonra ki kuşaklar da dahil olmak üzere olası üretimlerinden yani yazdıklarından mahrum bırakan Tezer Özlü yü. Her zaman ki lirik, bir o kadar da vurgulayan tarzdaki çözümleriyle yazmış üstad. Yüreğine, kalemine sağlık💐
Yeni yorum ekle