Doğu’nun Kaçırılan Kızı

Deneme

Doğu’nun Kaçırılan Kızı / İhsan KURT

 

Yazılarını, kitaplarını yazarken başka yazarların eserlerine atıfta bulunan veya o eserlere göndermelerde bulunan kitaplar beni daha çok sarar. Öncelikli olarak daha önce belki hiç duymadığım kitaplardan haberdar olur, eğer o kitaplardan bazılarını okumuşsam yeniden o kitaplara bakmayı, işaret etmiş olduğum sayfaları incelemeyi, bu kitaba göndermede bulunanların yazılanlardan ne anlamlar çıkarmış olduğu da ilgimi çeker. Bu şekilde kitaplar, dolayısıyla düşünceler duygular arasında dolaşmak, bunları incelemek benim için aldığım hazların başında gelir. Okuyanlar çok iyi hatırlayacaklardır ki Salah Birsel hemen bütün kitaplarında, o kendine özgü çekici üslubuyla böyle bir yolu seçer. Yerli/yabancı yazarlardan veya onların eserlerinden bahsederken okuyucuya tadımlık, ilgi çekici bilgiler de sunar. Benim yakından tanıdığım, arkadaşım “bir” ama “pir” bir kitabın, “Unutacak Olursam” kitabının yazarı Hasan Yücel de benzer yazarlardan biridir. Onun kitabını okuma şansını elde edenler kitapta ne çok yazar ve eserden akıcı ve özgün bir üslupla bahsettiğini, göndermelerde bulunduğunu göreceklerdir.

Elimde bulunan böyle bir kitabı okuyorum. Kitap roman, öykü, deneme, tarih veya başka bir tür olarak adlandırılabilir mi, sanmıyorum ama mitlerden tarihe, tarihten savaşlara, kitap biriktirmekten kütüphanelere, tarihi olaylar ve kişiliklerden filozoflara ve bilim adamlarına kadar akıcı ve ilgi çekici bir anlatım bu kitabın tamamını kapsıyor. Irene  Vallejo’nun yazmış olduğu ve Volkan Ersoy tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olan bu kitabın adı Papirüs -alt başlığı Antik Dünyada Kitapların İcadı- adını taşıyor. Bu yazının dışında da kitapla ilgili birkaç yazı yazmayı düşündüğümden elbette bu kitabı bir bütün olarak tanıtma, geniş olarak kitaptan bahsetme gibi bir yolu seçmeyeceğim. Kitabın Homeros’un Tarih’ine, Ovidius’un Dönüşümler ’ine de göndermede bulunduğu insanlık için /daha doğrusu Doğu ve Batı için- önemli olduğunu düşündüğüm bir anekdotunu aktarmak istiyorum.

Yazar, Heredot’un eserinin ilk paragraflarında Avrupalılar ile Asyalılar arasındaki çatışmaların başlangıcını sorguladığını işaret eder. Heredot’un eserine baktığımızda gerçekten de böyle bir sorgulamanın olduğunu, bu çatışmaların da eski mitlerde bulunduğunu okuyoruz. Heredot’a göre Avrupa ile Asya arasındaki çatışmanın sebebinin başında  İo adlı bir kadının kaçırılmasıyla, Fenike asıllı satıcılar onu zorla Mısır’a götürüp mal gibi satmasıyla başlamıştır. Bu durum daha sonraki şiddet olaylarının başlangıcıdır. Heredot Tarih’inde de Papirüs’ de de bu olay anlatılmıştır. Çünkü bu kaçırılmadan sonra karşılıklı kadın kaçırmalar da devam etmiştir. İo’nun kaçırılmasından kısa bir süre sonra bir Yunan müfrezesi intikam göreviyle Fenike’ye -bugünkü Lübnan- yanaşmış ve Sur (Tyr) kralının kızı Europa’yı kaçırmıştır. Bunun arkasından başka kaçırmalar da olmuştur. Ancak bu yazım içerisinde dikkat çekmek istediğim, Irene Vallejo’nun da dediği gibi “Europa’nın kaçırılışının hikayesini Yunanlıların bakış açısına göre anlatmak isterim. Bu olay Heredot için efsanelere konu olan bir dizi utanç verici kadın kaçırma olayından sadece birisiydi ama yaşadığım kıtaya adını veren o gizemli kadının hikayesi beni özellikle cezbediyor.”

Efsanelere göre Zeus burada da sahneye çıkıyor. Bir kuğuya, altından bir yağmura ve bir boğaya dönüşerek genç kızları kaçırdığı herkesçe biliniyor. Bu defa da Sur kralının kızı Europa’yı tuzağına düşürmek için şekil değiştiriyor, Şair Ovidius’un “Dönüşümler” de anlattığına göre haşmetli bir gerdanı olan, kar beyazı bir boğa görünümü alıyor. Europa bundan hiç şüphelenmeden, tüyleri süt gibi bembeyaz olan hayvana bakıyor, deniz kenarında sakin sakin otlamasını seyrediyor. Kısaca daha sonra boğanın sırtına biniyor, boğa onu kaçırıp Girit adasına götürüyor, evleniyor, çocukları oluyor vesaire.

Belki siz okuyuculardan bazılarının da dikkatini çektiği gibi, bu günkü kıtaya adını veren Europa (Avrupa) ismi veya kelimesi benim de dikkatimi çekmiştir. Dilbilimci Ernest Klein gibi birçok filolog bu kelimenin etimolojisini incelediklerinde Avrupa kelimesinin Doğu kökenli olduğunu onaylamışlardır. Söz konusu filologlar, Akadcadaki Erebu kelimesinden geldiğini ve bu kelimenin de günümüz Arapçasındaki guraba kelimesiyle akraba olduğunu söyler. Her iki kelime de “güneşin öldüğü ülke” anlamına geliyor.

Irene Vallejo kitabında Homeros Tarihine de atıfta bulunarak efsaneyi, Avrupa kelimesinin etimolojik kökenini açıklıyor ama asıl söylemek istediğinin bunlar olmadığını yaptığı özeleştirel bir açıklamasından anlaşılıyor. Vallejo, “Aslında Europa’nın kaçırılması efsanesinin simgesel bir anlamı var. Evinden koparılan prenses hikayesinin arkasında eskilerden kalma bir hatıra yatıyor. Doğu’nun bilgisinin ve estetiğinin Bereketli Hilal adı verilen topraklardan Batı’ya yolculuğu; özellikle de Fenike alfabesinin Yunan topraklarına varışı. Dolayısıyla Avrupa, Doğu’nun harflerini, kitaplarını, belleğini kabul ederek doğdu. Varlığını Doğu’dan kaçırılıp getirilen bilgeliğe borçlu. Bir zamanların barbarları alenen bizdik; bunu unutmayalım” diyor.

Çağımızda sorun da bu simgesel isme sorgusuz sualsiz takılmamızda, yorumlamamızda yatıyor. Sadece Vallejo değil birçok Avrupalı düşünür, bilim adamı, bir dizine Uygarlık/Medeniyet Tarihçisi de (Arnold Toynbee, Sigrid Hunke, S. Frederick Starr,Charles Seignebos, Chrıstopher Dowson, Will Durant, Corci Zeydan, Rene Guenon, Fernand Grenard, Christopher Dawson, WW.Barthold gibi) benzer doğrultudaki görüşleri paylaşıyor. Örneğin bu düşünürlerden S. Hunke “güneşin öldüğü ülkeye” “Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi”  eseriyleuygarlık doğuşunun temellerinden haber verirken, S. Frederick Starr da “Kayıp Aydınlanma”eseriyle, görünürde Doğu’dan güneş doğmasına rağmen artık “aydınlanmanın” kayıp olduğunu yazmaktadır. A.Toynbee “Medeniyet Yargılanıyor” adındaki eserinde içinde bulunduğu medeniyeti sorguluyor.

Sorun “yön” ve “yan”, doğu batı, güney kuzey değil elbette. Bunlara takılmakla, tartışmakla asırlardır bir şey kazanılmamıştır. Sorun “ilim Çin’de de olsa alınız” sözünü iyi anlamak ve analiz etmektir, ilmin yönünün ve yanının olmayacağı bilincinde olmaktır. Bütün bunlara rağmen Doğu hâlâ uygarlığın simgesi kaçırılan kızı Europa’ya yani uygarlığa ve bilime, belleğine sahip çıkma yerine “aydınlığı” sadece uzaktan seyretmeye, karanlıkları kucaklamaya, tökezlemeye, düşmeye, parçalanmaya, parçalanarak bilimsel zihniyetten uzaklaşmaya devam ediyor. En azından böyle bir görünüm veriyor.

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
Dergi Sayısı