İklim Aktivistleri Üzerinden Sanat Felsefesi
Aslı Karadağlı
Dünya, yaşadığımız bu evren, doğa muazzam bir döngü ve dönüşüm halinde. Bu döngü veya değişimler olmasaydı doğa, yani içinde yaşadığımız ev nasıl olurdu? Yüzyıllar boyunca aynı doğaya ve iklime sahip olsaydık? Herhalde yaşam olmazdı.
Geçtiğimiz günlerde üç sezon netflixte yayınlanan bir dizi izledim, ‘‘Lost in Space’’. Dizide aile olarak üst düzey eğitim alan ve belli sınavlardan geçen insanlar uzaya gidiyorlar ve farklı evrenlerdeki yaşamı keşfediyorlar. Her evrende yaşam var fakat hepsinde belli başlı tehlikeler var. Gittikleri ilk evren muhteşem doğa manzaralarıyla herkesi büyülüyor fakat kendini çok hızlı yenilediği için insan yaşamını ciddi anlamda tehlikeye atıyordu. Tüm insanlar en kısa sürede bu yaşam alanlarını terk ederek, farklı yaşam alanları bulabilmek için çeşitli maceralara atılıyorlar ve yeni evrenler keşfediyolar. Her ne kadar verdiğim örnek fantastik bir kurgu üzerinden de olsa, iklim ve doğanın insan yaşamı üzerindeki etkiye bir bakın. Aslında şu an günümüz şartlarında dünyanın da o gizemli evrenden pek farkı yok. Peki bizim kaçabileceğimiz başka bir evren var mı?
İngiltere merkezli farklı gruplar halinde görünür olmaya başlayan bazı iklim aktivistleri bulunuyor. ‘‘Just Stop Oil’’ ismiyle ön plana çıkan iklim aktivistleri grubu yaklaşık iki yıl önce dünya basınına yansıyarak tüm dünyayı derin ve sarsıcı bir etki altına almıştı. İlk olarak Van Gogh’un Ayçiçekleri tablosuna çorba fırlatarak başlayan iklim aktivistleri, devamında Monet ve Vermeer’in eserlerini hedef alarak bunu bir seri silsilesine dönüştürdüler. Dünyanın ünlü müzelerindeki sanat tarihinin kült eserlerini hedef alarak kimi zaman patates püresi veya çorba fırlattılar kimi zaman da resme kendilerini yapıştırdılar.
Peki, bir noktada iklim aktivistleri diyoruz, bir noktada sanat tarihinin kült eserleri. Ne alaka? İklim aktivistlerinin amaçladıkları şey ne? Doğayı korumak için üzerimize düşen görevi yapma çağrısında bulunan iklim aktivistleri neden sanat eserlerini hedef alıyor?
İlk olarak Van Gogh’un eserine çorba fırlatan kadınlardan birinin ifadeleri ise şunlardı;
"İnsanlar açlık çekiyor, insanlar donuyor, insanlar ölüyor. Bir iklim felaketinin içindeyiz. Sizin tek korktuğunuz bir tablonun üzerine domates çorbası veya patates püresi olması. Benim neden korktuğumu biliyor musunuz? Bilimin 2050'de ailelerimizi besleyemeyeceğimizi söylemesi. Dinlemeniz için tablonun üzerinde patates püresi mi olması lazım? Yemek için kavga etmek zorunda kalırsak bu tablonun hiçbir değeri olmayacak"
İklim aktivistleri son iki yılda yalnızca Sanat eserlerini hedefe almamıştı. Rolex gibi ünlü markaların ya da Ferrari ve AstonMartin gibi araçların satıldığı galeriler de hedef alınmıştı.
İklim aktivistleri, petrol ve gaz ruhsatlarının durdurulması gerektiğini ifade ediyorlardı. Kaldı ki bu serilerin günümüze kadar hala devam ettiğini de söyleyebiliriz. Geçtiğimiz günlerde yakın geçmişte ise Mona Lisa’ya çorba fırlatılmıştı.
İklim aktivistlerinin amaçladıkları şey, söyledikleri ifadeler de çarpıcı. Doğayı evimizi korumamız için onların sanat eserlerine çorba fırlattığı an yaşadığımız korku, dehşet, tiksinme, üzülme, kaygılanma gibi pek çok hissi daima hissetmeliyiz. Hem de doğa için iklim dengesi için yani evimiz için. Vermek istedikleri mesajın özü bu. Bu mesajı ise, bu hisleri uyandırarak yaptıkları için, herkes eylemleri karşısında bu hissi deneyimleyebildiği için eylemleri takdire şayan.
Fakat bizler tüm bu konuları saldırıya uğrayan sanat eseri üzerine düşünüyoruz değil mi? Bu eserler nihayetinde biricik ve zarar görüp restore edilseler bile tam olarak Monet’ye Van Gogh’a ya da Vermeer’e ait aynı eserler olmayacak. Peki içinde bulunduğumuz doğa biricik değil mi? Nasıl ki bu resimlere yapılan saldırıları kınadık ve sanat eserlerine zarar gelmemesi için temennilerde bulunduysak, doğanın da bizim üzerimizde aynı etkiyi bırakması gerekmez mi?
Sosyal medyada ya da basında iklim aktivistlerinin bu eylemleri viral olup çok konuşulduktan bir süre sonra tekrar unutuldu. Fakat geçtiğimiz günlerde aynı eylemi tekrarladıklar. Mona Lisa’ya çorba fırlatılmıştı. O gün ise aktivistler şunları ifade etmişti “Hangisi daha önemli? Sanat ya da sağlıklı ve sürdürülebilir beslenme hakkı? Tarım sistemimiz hasta”
Bu eylem yinelendiğinde neden aktivistler sanat eserine verdikleri zarar yüzünden eleştirilmediler de ‘’Yeter artık sıkıcı olmaya başladılar’’ diye eleştirildiler? Üstelik her vurgularında da, çorba veya patates püresi fırlattıkları sanat eserlerinin çok da önemli olmadığını vurguluyorlar. Peki iklim aktivistleri için sanat eserleri gerçekten önemli değil mi? Önemli olmasaydı muhtemelen sanat eserleri geriye döndürülemez bir zarar görebilirdi. Bu zamana kadar yapılan hiçbir eylemde sanat eserleri zarar görmedi. Dünya üzerinde bu kadar ses getiren bir olayın ardından zaten üst düzey güvenlik kontrolünde olan/olması gereken müzelerin yaşanan ilk olaydan sonra güvenlik sistemlerine yeni düzenlemeler getirmesi beklenirdi. Olayın üzerinden zaman geçmesi, Louvre Müzesine giren insanların çanta ve hatta çantasının içinde çorba bulunması ve aktivistlerin eylemi gerçekleştirmesi sanki kulağa bir tiyatro oyunu kurgulanmış gibi geliyor. Yani yaptıkları eylem sunileştiği için, o eserlere zarar gelmeyeceğini bildiğimiz için ilk günlerde yaşadığımız dehşet, korku, panik, öfke gibi hisleri diri hissedemiyoruz. Dolayısıyla bu durum çok acı ki, iklim ve doğa üzerinden verilen etkili mesajın, durumun vahametinin farkına varamıyoruz.
Bu noktada aktivistler farklı alanlara mı yönelmeli ve bu insanlar enerjileri tükenene kadar bu önemli mesajları halka iletebilir mi? Yoksa ikinci ya da üçüncü eylemden sonra yüksek bir doğa koruma bilinci kazanarak yaşamı böyle mi idame ettirmeliydik?
Kaldı ki iklim aktivistleri sanat eserlerine yaptıkları bu eylemlerle günümüz sanat felsefesine de birçok soru kattı. Sanatın biricikliği üzerine düşünmeye başladık. Ciddi anlamda zarar gören bir eser kusursuz bir şekilde restore edilse bile aynı eser olur mu? Herakletos’un Fragmanlarında geçen bir alıntı var bilirisiniz. "Aynı ırmaklara gireriz ve girmeyiz. Biziz ve biz değiliz." diyordu. Evet, aynı eser olmazdı. Nihayetinde aynı ırmağa iki kere girdiğimizde de bizler aynı insan olmuyoruz. Ya da son tartışmalar Mona Lisa’ya çorba fırlatıldığında bazı insanlar bu gerçekten de Mona Lisa’nın umrunda mı demişti. Mona Lisa koskoca sanat tarihinde kazanması gereken ün'ün çok daha fazlasını kazanmıştı bile. Louvre müzesinde önünde bulunduğu cam istediği kadar çorba ve patates püreleri ile kaplı olsun. Bu durum Mona Lisa’nın biricikliğini değiştirebilir miydi? Ya da sanattan, sanat tarihinden hiç anlamayan bir insan düşünün yapılan bu saldırılar o insanın üzerinde büyük bir etki uyandırmadı. Çünkü ne kadar ünlü, kült, değerli olursa olsun o insan için bir anlamı yoktu. Dolayısıyla iklim aktivistlerinin kurdukları bu hikayeyi hiç anlamadılar bile ve belki de evlerini korumadan yaşamlarına devam ediyorlar.
Funda Çentgin, bir makalesinde sanat eseri, estetik ve güzellik kavramlarını sorgulamak için şöyle başlamıştı; ‘‘Estetik öznenin, belli bir estetik tavırla estetik nesneyi beğenmesi sonucu güzellik açığa çıkar. O hâlde güzellik, estetik öznenin beğenisidir. Eğer insanın estetik bir bakış açısı yoksa nesne kendi başına güzel olamaz; çünkü beğenecek bir özne ya da değerlendirecek bir zihin yoktur.’’
Bizler anlam yüklediğimiz nesnenin, sanatın, dönemin hatta kişinin bir yansıması oluruz. Bir noktada ‘bu güzel’ ya da ‘bu çirkin’ diyerek adlandırdığımız şey algılarımızı kapatıyorsa pek de doğru noktada sayılmayız kanımca. Belki de iklim aktivistlerinin amaçladıklar şey her açıdan algılarımızla oynamaktı. Mona Lisa’ya değil de Cattelan’ınDuvara Asılı Muz’una çorba fırlatılsaydı neler düşünürdük?
Yeni yorum ekle