Boğazın İncileri Yalı Camileri

İstanbul’un yüzlerce yıldır zihin ve gönüllerde yereden silüetinin olmazsa olmaz unsuru olan minareler, şehre atılan imzalarımızı temsil eder. Roma kenti olarak yedi tepe üzerine kurulduğu yıllardan buyana nice efsanelere konu olmuş bu muhteşem kentin ölümsüz kalemleri, yedi tepe üzerine kurulmuş birer caminin üzerinde yükselir. Yedi tepeyi taçlandıran ve her biri birer mimarlık harikası olan camilerin arasına yerleştirilmiş diğer camilerden yükselen minareleri de eklediğinizde, İstanbul’un ölümsüz resmi çizilmiş olur. 1400 yıllık bir İslam medeniyetini simgelemek isterseniz, herhalde bunu ancak bir İstanbul siluetiyle simgeleyebilirsiniz.

İstanbul’un bu siluete girmeyen iki önemli uzantısı daha vardır ki, İstanbul’un Osmanlının asırlardır tüm terennümleriyle yaşandığı mekanları barındıran Haliç ve Boğaziçi’dir. Bir İstanbul medeniyetinden sözetmek mümkünse, bunun içe dönük uhrevi uzantısı olan Haliç, dışa dönük dünyevi yansıması olan Boğaziçi olmadan düşünülebilir mi?

zorbatv.dergi

Denizle adeta iç içe yaşayan Haliç ve Boğaziçi İstanbul’un kıyıları boyunca serpiştirilmiş saraylar, konaklar, yalılar, cami ve mescitler bir gerdanlık gibi İstanbul’u kuşatır. Haliç ve Boğaziçi’nin silueti kıyı boyunca çizilmiş birer inci gibi İstanbul’u çevreleyen camilerden ve minarelerinden oluşur.

Yalı camileri olarak adlandırdığımız ve duvarlarına müminlerin yüzlerce yıldır denizin dalgalarının getirdiği huzurla karışarak göğe yükselen sessiz yakarışlarının sindiği bu mekanlar, adeta huzur mabetleridir. İhtişamı arayan Süleymaniye’ye giderken, huzuru arayan Yahya Efendi’ye gider.

Ruhunu adeta denizden alınmış bu yalı camileri, içinde yer aldıkları semtlerle de bütünleşmişlerdir. Yeni Cami olmadan Eminönü’nü nasıl düşünemiyorsak, Ortaköy Cami olmadan da Ortaköy’ü düşünemeyiz. Ayrıca, İstanbul medeniyetinin önemli bir özelliği olan çok kültürlü tarzı, bir çok sahil semtinde sıkça rastladığımız bir hoşgörü ikliminin ifadesi olarak yan yana inşa edilmiş cami, kilise ve sinagog  görüntüleriyle karşımızdadır. Bunun en güzel örneği de Ortaköy ve Kuzguncuk semtlerindendir.

İşte, İstanbul medeniyetinin birer incise olan bu yalı camileri;

Ali Kethüda Cami, Ali Pertek Cami,  Arnavutköy Tevfikiye Cami, Bebek Cami,

Beylerbeyi Cami, Dolmabahçe Cami, Emirgan Cami, Hacı Kemalettin Cami,

Hamdullah Paşa Cami, Handan Ağa Cami, İskender Paşa Cami, Kandilli Cami,

Kaptanı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa Cami,  Karamehmet Kethüda Cami,

Kılıçali Paşa Cami, Kuleli Kaymak Mustafa Paşa Cami, Mehmet Tahir Efendi Cami,

Mihrimah Sultan Cami, Molla Çelebi Cami, Nusretiye Cami, Ortaköy Cami

Rüstempaşa Cami, Selmaağa Cami, Şemsi Paşa Cami, Serhazi Süleyman Ağa Cami,

Sinan Paşa Cami, Sokullu Mehmet Paşa Cami, Tezkereci Osman Efendi Cami,

Üryanizade Cami, Vaniköy Cami, Yeni Cami, Yeni Valide Sultan Cami, Yeraltı Cami.

İstanbul’un ortasında bir gerdanlık gibi uzayıp giden Boğaziçi’nin eşsiz güzelliği bir yanda, yüzyıldır unutulan, eski güzelliğine yeniden kavuşmaya başlayan Haliç öte yanda…

Çağlar boyunca birçok uygarlığa sahiplik eden Boğaziçi’nin ve Haliç’in iki yakasında kıyılara serpiştirilmiş gibi duran camiler; Üsküdar’dan Beykoz’a, Sarıyer’den Hasköy’e kadar bulunduğu semtin adeta simgesi olmuştur.

İstanbul’un fethinden itibaren her geçen gün daha da güzelleşen Boğaziçi, özellikle Payitaht’ın 19. yüzyılın başlarından itibaren inşa edilen yazlık saraylarda ikamet etmesi ile birlikte sultanlardan sıradan halka kadar herkesin komşusunun manzarasını kapatmadan inşa ettiği birbirine saygılı yapıları, bahçe ve bostanları ile dünyadaki cenneti olmuştur. Ama bu cennetin mabetleri, tarihî yarımadadakiler gibi devasa yapılar olmamıştır.

zorbatv.dergi

 Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle bu camiler; “Beyazıd, Sultanahmet ve Süleymaniye gibi kendi nizamını kabul ettirme gibi iddiası yoktu. Bunlar şehrin mahremiyetinde adeta eriyip ona karışmış hissini veren küçük camilerdir”. Boğaziçi’ndeki camiler, ya cemaatin ihtiyacını karşılamak ya da o yöreye Müslüman yerleşimini teşvik etmek amacıyla inşa edilmişlerdir. Yalnız şunu da vurgulamak gerekir ki, camiler yapıldıkları yerlerde farklı inanç ve kültürleri yok edici olmamış, aksine var olan kültür ve inanç zenginliğine yeni bir renk daha katmıştır. Bundan ötürüdür ki Ortaköy’de, Kuzguncuk’ta, Arnavutköy’de, Balat ve Hasköy’ün yanı sıra daha birçok eskinin köyleri bugünün semtlerini dolaşırken, camilerin yakınında hatta bazen yanı başında kilise ve sinagogları görürüz. İşte bu, İstanbul’un ve İstanbul’u İstanbul yapan farklı kültürlerin, kendi köklerinden beslenerek tüm dünyaya vermek istediği bir mesajdır.

               Türkler de, İslamiyeti kabul ettiklerinden, Orta Asya’dan başlayarak saltanat sürdürdükleri illerde, kültürel ve sosyal müştemilatı ile birlikte birçok mescit ve cami yaptırmışlardır. Hala da yapılmaktadır. Bu tesisler (Vakıf), dini olduğu kadar insani düşüncelerin de mahsulü olduğuna nazaran okul, medrese, darüşşifa, taphane, misafirhane, kervansaray, imaret, muvakkithane, suyolu, bent, çeşme, sebil ve köprü gibi hatıra gelebilen her hususta iyilik ve yaşanılan ilin-bölgenin gelişmesine yönelik faaliyetleri gerçekleştirmişlerdir. Böylece ‘hayır’ müesseselerimizin memleketin imar, kültür, sanat ve hatta kalkınma alanında büyük rolü olmuştur. Birde bu tesislerin bakımı ve daimi masraflarının karşılanması için yapılmış olan bedesten, çarşı, han, hamam ev, dükkân, değirmen ve emsali çeşitli yüzlerce akar, şehirleri bayındır hale getirmiş, sanat ve ticaret de derece derece yükselmiştir.

              Bu hamleler 15. yüzyıldan başlayan ve 16. yüzyılda ise olgunlaşarak Türklerin yaptıkları cami ve külliyeler, milletlerarası birer mimari şaheser olmuştur. Cami ve Külliyelerdeki çiniler, kalem işleri, yazıları, taş ve tahta oymacılığı, alçı pencereleri gibi süslemelerindeki incelik ve çeşit ayrı birer şaheserdir. Gene Kelam-ı kadimler, rahleler, halılar ve benzeri de o ihtişamı tamamlayan birer sanat örneğidir.

İstanbul, bir camiler şehridir. Bu tesisler, sanat bakımından olduğu kadar bu güzel beldenin fethinden sonra, en kısa zamanda imarında ve çehresinin tam bir Türk başkenti olmasında da etken olmuştur.

               Camilerimizi yakından tanımak, Türk kültür ve sanat varlığını, iyilik ve itikat mevzularını da belirteceği gibi yalnız yurdumuzu ve İslam âlemini değil, bütün kültür âlemini de ilgilendireceği şüphesizdir.

              Camilerimiz mevzusu sanat, kültür ve yaşantımızın özüdür. Her ne kadar sanat eserlerinin açık bir ifadesi varsa da bunların tarihi ve mimarı hüviyetlerinin bilinmesi gerekli olduğundan, her cami ele alındıkça tarihçeleri de belirtilecektir.

Fatih Sultan Mehmet Han’la vuslata eren, müjdelenmiş bir şehirdir İstanbul.

zorbatv.dergi

              Ecdat, asırlar önce kalbine düşen bu suda cemresini sabırla, ferasetle 1453 yılına kadar taşımıştır. Bin yıllık Doğu Roma imparatorluğunu ortadan kaldırarak, İstanbul’a yerleşen Osmanlı, fetihle birlikte medeniyetimizin ruhuyla yeniden şekillenmeye başlamıştır. Asırlarca Osmanlı Devleti’nin payitahtı, İslam memleketlerinin ve medeniyetinin hem beşiği hem de sebili olmuştu. İnsanlık tarihinin akışını değiştiren fetih ruhuyla başlayan süreç, kendinden önceki bütün kültürel birikimleri bir değerler potasında birleştirerek yeniden şekillendirmeye başlamıştır.

          Dünya üzerindeki konumu bakımından önemli bir stratejiye sahip olan İstanbul, aynı zamanda da bir doğa harikasıdır. Bütün dünyanın hayranlık duyduğu bu şehri ortasından bölen ve Osmanlı dönemine ait yalıların en seçkin örneklerini taşıyan Boğaz’ın dünyada bir eşi daha bulunmamaktadır.

           İstanbul’da Fetihle birlikte büyük bir imar başlamış ve bütün dünyada hayranlık duyulan muhteşem eserler ortaya çıkmaya başlamıştır.

           Artık İstanbul bir daha değişmemek üzere Türklerin eline geçmiş ve her noktasına bu şehrin artık bir Türk ve İslam şehri olduğunu anlatan muhteşem eserlerle mühürler vurulmuştur.

          İstanbul’un ortasında yer alan ve uzayıp giden Boğaziçi, eşsiz güzelliği ile gözleri kamaştıran bir gerdanlık gibi görünmektedir. Ecdat bu gerdanlığı yaptığı muhteşem eserlerle süslemiş, Boğazın her iki yakasına günde beş vakit Ezan sesini yayan camiler yapmışlardır. Bu camiler inşa edildikleri günden bu yana, Boğaz’da ve Haliç’te birer inci gibi parıldamaya devam ediyor…