FLORANSA Zenginlik, Sanat, Moda

Kültür

FLORANSA

Zenginlik, Sanat, Moda

 

Murat Özsoy

 

“Ölmedim, ama diri de değilim.”

Floransalı şair Dante Alighieri

İlahi Komedya

 

BOTTİCELLİ’DEN LEONARDO’YA, MİCHELANGELO’DAN RUBENS’E

Michelangelo’nun başyapıtı Davut heykeline ev sahipliği yapan Floransa’ya öğleye doğru ulaşıyoruz. Dünyanın hem en eskisi, hem de en büyüklerinden biri olan Uffizi Sanat Galerisi önünde yüzlerce kişiden oluşan inanılmaz bir kuyrukla karşılaşıyoruz...

İki bin yılı aşkın bir süre önce, Sezar’ın emriyle Arno Nehri kıyısında kurulur Floransa. Kent, adını bereket tanrıçası Flora’dan alır. Adının hakkını vermek için de çalışır, didinir, bereketine bereket katar. Medici ailesinin 1434 yılında başlayan iktidarından itibaren de sanatın ve kültürün beşiği olur. Botticelli’den Leonardo da Vinci’ye, Raphael’den Donatello’ya, Michelangelo’dan Rubens’e kimlerin başyapıtları yok ki beşiğin içinde. Kırkı aşkın sanat müzesine ev sahipliği yapıyor bu alımlı kent.

Ortaçağ ve Rönesans sanatı alanında dünyanın en büyük iki koleksiyonu Floransa’da. Bunlardan biri, adını Medici düklerinin ofisinden alan Uffizi Sanat Galerisi, diğeri ise, bir zamanlar kralların yaşadığı muhteşem Pitti Sarayı. Büyük başın büyük derdi olurmuş. Bu derece muhteşem sanat koleksiyonlarını korumak da gerçekten ciddi bir sorun olmuş. 1966’da Arno Nehri taşmış ve kent feci bir sel baskınına uğramış. Tüm dünyanın katkılarına karşın, kentin sanat eserlerinin restorasyonu hayli uzun yıllar almış. “Malın var mı derdin var.” diye boşuna söylememiş eskiler.

Henry James’ten Stendhal’e, Albert Camus’dan Mark Twain’e bu kentin hayranları saymakla bitecek gibi değil. Yarım milyonluk kenti yılda bir milyonu aşkın turist ziyaret ediyor. Her yıl nüfusunun iki katı kadar turist ağırlamak da her kente nasip olmaz doğrusu.

 “TEFECİLER CEHENNEMLİKTİR” DERKEN BANKACIDAN BORÇ

Rönesans dünyasında Floransa, Medici ailesi ile inanılmaz bir kader birliği yapar. Nasıl yapmasın ki, 1200’lü yıllardan itibaren Floransa’ya yerleşmiş olan Mediciler kentteki iş hayatının yarısını kontrol eder hale gelmiştir. Üstelik Mediciler asıl güçlerini, Venedik, Roma, Pisa, Milano ve Avrupa’nın diğer önemli merkezlerinde kurdukları bankalarından almaktadır. Pazarda herkes ambarındaki unu kadar konuştuğundan, ambarı ağzına kadar unla dolu Mediciler de 1434 yılında iktidarı bir ele geçirirler ki, üç asır boyunca onları iktidardan düşürene aşk olsun.

Medici finans imparatorluğu, “borç yiğidin kamçısıdır” düsturuyla kamçıya doymayan Avrupalı hükümdarlara, özellikle de Papaya borç verir. Ancak, gün gelir, hükümdarlar borçlarını ödeyemez, sermayeyi kediye yükleyen Medici imparatorluğu da iflas ediverir. “Güvenme varlığa, düşersin darlığa” sözüne aldırış etmemek hayli pahalıya mal olmuş anlaşılan bu hanedana.

Medicilerin Papaya bile borç vermesi, siyasetin ne denli tuhaf beraberlikler yarattığını göstermesi açısından hayli ilginçtir. Çünkü bir zamanlar, Katolik Kilisesi tefeciliği yasaklamış ve tefecilerin cehennemde çürüyeceğini söylemiş; böylece de, meydan Yahudilere kalmış. Yahudilerin tefeci piyasasındaki tekeli, Medicilerin bankacılıkla ilgilenmeye başladığı döneme dek sürmüş, sonra da “Zaman sana uymazsa sen zamana uy.” düsturundan hareket eden Hıristiyanlar para piyasasına ağırlıklarını koyuvermişler. Tabii, bu arada, İncil’deki, “Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliği’ne girmesinden daha kolaydır” sözü, artık telaffuz edilmez hale gelivermiş. Boşuna değilmiş demek ki, “Dünya ile ahret iki ortak kadındır; birini razı ettin mi, öbürü kızar.” deyişi...

ALMAN KOMUTANIN KIYAMADIĞI VECCHİO KÖPRÜSÜ

Ortaçağ kentlerinde çok az sayıda köprü varmış. Koca Paris’te sadece iki, Roma’da Tiber Nehri üzerinde ise topu topu üç köprü bulunurmuş o zamanlarda. Floransa’nın en eski köprüsü de, Arno Nehri’nin en daraldığı yere kurulmuş olan Romalılardan kalma Vecchio Köprüsü’dür. Adı da zaten “Eski Köprü” anlamına geliyor. 1944 yılında, Alman ordusu İtalya’dan geri çekilirken Nazi komutanın havaya uçurmaya kıyamayıp iki tarafındaki ortaçağ kuleleriyle yakındaki binaları yıkarak geçilmez hale getirmekle yetindiği köprü işte bu köprüdür.

1345’te inşa edilen köprüde, ilk zamanlar sadece kasaplara yer verilir. Sonraları, ayakkabıcıdan demirciye dek türlü çeşitli dükkânlar boy atar köprüde. Tarihler 1591’i gösterirken büyük yerden büyük bir emir gelir: “Bütün dükkânlar yıkıla, yerlerine kuyumcular kurula.”. O gün, bugündür, Vecchio Köprüsü’nde kargadan başka kuş, kuyumcudan başka dükkân bulunmuyor. Köprüde büstü dikili olan Cellini de zaten bir kuyumcu ustası. Vecchio Köprüsü’nün dört asırlık muhteşem ev sahipliğinin de katkısıyla olsa gerek, Floransa’nın kuyumculuktaki şöhreti hiç de yabana atılamayacak bir düzeye ulaşmış durumda.

ROMEO ve JULIET’İN ESİN KAYNAĞI

Shakespeare’in ünlü oyunu Romeo ve Juliet’e esin kaynağı olan iki asil aile arasındaki kanlı çatışmalar 1200’lü yıllar ortalarında papa ile imparator arasındaki savaş sırasında patlak verir ve Romeo’nun ailesi papanın, Juliet’in ailesi ise imparatorun tarafını tutar. Böylece, Floransa’daki basit kavga, tüm Kuzey İtalya kentlerine yayılır.

Shakespeare’in bu çatışmalardan üç buçuk asır sonra 1595’te kaleme aldığı oyununda kent Verona’dır. Romeo ve Juliet’in aşkı, aileler arasındaki korkunç kin karşısında umutsuzdur, bu yüzden iki âşık peş peşe intihar eder... Kahramanlarının trajik sonu oyun yazarı Shakespeare’e hem zenginlik, hem de soyluluk unvanı getirir... İlginçtir, o dönemin muhafazakârları, tiyatroları, çevredeki genelevlere benzetecek kadar tiksindirici bulurlarmış.

CEKETLİ ŞARAP, ELMALI GÖZLÜK

Floransa’nın çarşısında dolaşıyoruz. Şarap şişesinin üzerine, minik bir erkek ceketi giydirmişler. Minik ceket, şarabın fiyatını hayli artırmış anlaşılan. Lüks mağazaların vitrinlerindeki elbise ve ayakkabı etiketleri de el yakıyor doğrusu. Gelateria adlı dondurmacı dükkânlarına sık sık rast geliyoruz Floransa’da. Tadı nefis dondurmaların. Meydanlarda, bir masanın etrafına iki portatif iskemle atıp mum ışığı ve sokak lambası altında “Tarocchi” ilanlarıyla tarot falı bakan falcılarla Roma’da olduğu gibi Floransa’da da hayli sık karşılaşıyoruz.

Bir gözlükçü vitrinine gelişigüzel serpiştirilmiş elma ve armutlar dikkatimizi çekiyor. Vatandaşın, dükkândan içeri girip, “İki kilo elma istiyorum, bir de Ferre marka güneş gözlüğü.” demesi içten bile değil doğrusu. Az ötedeki hamburgercinin vitrinine de ilginç bir resim çizmişler. Hamburger nefes nefese koşturuyor, peşinden de bir çift takma diş kovalıyor. Bir başka vitrinde parmak büyüklüğünde mini minnacık dikiş makineleri görüyoruz.

359 YIL GECİKEN ÖZÜR

Galileo Lisesi önünden geçiyoruz. Sırf, “Dünya güneşin etrafında dönüyor.” dediği için, 1633’te Engizisyon karşısına çıkarılan ünlü İtalyan gökbilimci ve fizikçi Galileo Galilei, yirmi gün süren davada, kendini pek savunmaz, diz çökerek öğretisini yadsımak zorunda kalır. Eğer inkâr etmemiş olsa, işkence görecek ve hatta kazığa bağlanıp diri diri yakılacaktır. Zavallı Galilei ve zavallı insanlık...

Bir rivayete göre, Galilei doğrulurken ayağını yere vurur ve “Ama gene de dünya dönüyor.” der. Bir başka rivayete göre de, mahkeme salonundan çıkarken, avizenin sallandığını görür ve “yine de dönüyor.” der. Galilei’nin bunları söyleyip söylemediği pek belli değil ama Floransa yakınlarındaki evinde Engizisyon gözetiminde yaşamaya mahkûm edildiği, birkaç yıl sonra da kör olduğu biliniyor…

Papa II.John Paul 1992’de, kilisenin Galilei’yi yargılamasının bir “yanlışlık” olduğunu söyler. Bu “yanlışlığın” kabulü için tam 359 yıl geçmesi gerekmiştir. Ne demeli, buna da şükür. Peki, ya diğer “yanlışlıklar”?

Engizisyonun mahkûm ettiği bilim adamının adının şimdi bir liseye verilmesiyle, insanlığa çektirilmiş olan bunca acı, bu kadar kolaylıkla unutulabilecek ve affedilebilecek mi ki?

Dünyanın döndüğünü en nihayet kabul etmesi için aradan bunca yıl geçmesini neden beklediği sorusunun yanıtını Vatikan verebildi mi?

Galilei’yi mahkûm etmiş olan Papa ve Engizisyon yöneticilerine, 1992’de “yanlışlığın” kabulü sonrasında, Vatikan tarafından vicdanlarda da olsa herhangi bir ceza verilip verilmediği konusu da insanlığın kafasını ciddi biçimde meşgul etmesi gereken sorulardan olsa gerek.

GÖZDEN CADI TEŞHİSİ

Her ne kadar, İspanyol Engizisyonunun üç buçuk asırlık bir dönemde katlettiği insan sayısı yirmi beş bini bulmuşsa da, Protestanlar da onlardan hiç mi hiç aşağı kalmamışlar doğrusu. Sadece, XVI. ve XVII. yüzyıllarda İngiltere’de büyücü suçlamasıyla acılar içinde ölüme gönderilenlerin sayısı otuz bini aşmış.

İspanyol Engizisyonu’nun maliyetleri bir dönem öylesine çok artar ki, halka açık idamları iptal etmek zorunda kalır. Çünkü “infazların hemen ardından düzenlenen halka açık şölenler” bütçeyi fevkalade sarsmaktadır. Bakın “Kızıl Kardinal” Richelieu ne demiş 1639 yılında: “Dünyanın en namuslu, en dürüst, en erdemli adamına altı satır yazı yazdırın; onu ölüme gönderecek en az bir açığını yakalarım.”. Yakalar mı yakalar doğrusu.

O dönemde yargılamalar yalnızca yazı üzerine olsa, “yazma-kurtul.” diye düşünülebilirdi. Ancak, Engizisyonun hışmından, yazmasan da o kadar kolay kurtulamazdın. Bir dönem Sevilla’de ortaya çıkan bir papaz “cadıları” gözlerinden tanıdığını iddia eder ve bu papazın teşhisiyle tam üç yüz yetmiş kadın yakılarak öldürülür.

 “Gözden karakter teşhisi”nde devrim yapan papaz, “zındıkları” da tanıyabildiği iddiasıyla epeyce “zındığı” telef eder. Zamanla, işi iyice ilerletip bu kez de Engizisyonda görevli başka bir papazı gözlerinden teşhise yeltenince film kopar ve bu kez “cadıların ve zındıkların amansız teşhisçisi papaz” içine şeytan girdiğine karar verilerek yakılır. Ava giden avlanmış, ancak avlanana dek de hayli can yakmıştır. “Yazıdan, sözden ve gözden zındık teşhisi” yanı sıra, “idrardan karakter tahlili”ne yeltenen Engizisyoncu çıkmamış mı acaba, merak etmemek elde değil doğrusu.

 

Yorum

2. Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Çar, 14 Şubat 2024 - 22:55

Floransa denince tabii Michelangelo her zaman haklıdır çünkü ölenece bu sözü söylemiştir: Ne kadar kötü bir şehirsin (burada başka bir sıfat kullanıyor ama anlayın) seni kurtarmaya gelene sürekli ihanet ediyorsun.

Üzerinde uzunca düşünüp yazılmalı uzun uzun. Zücaciyecinin biri dükkanından koyabilir sizi.

Bülent DEMİREL (doğrulanmamış) Ct, 17 Şubat 2024 - 11:38

Harika bir anlatım. Sadece gezerek bu birikimleri anlamak için yeterli zaman olmuyor. Öncesinde tarihin akışını bilerek gitmek gerek. Emeğinize sağlık çok güzel bir anlatım olmuş

Yalçın Ilgaz (doğrulanmamış) Sa, 20 Şubat 2024 - 13:50

Basit bir gezi yazısı olmanın ötesinde bir tarihsel detay ve zenginlikle kaleme alınmış. Dolayısıyla Floransa'yı gezmeyecek olanlarca da zevkle okunabilecek güzellikte bir yazı olmuş! Tebrikler..

Işık (doğrulanmamış) Ct, 23 Mart 2024 - 23:51

Floransa’nın geçmiş tarihi çok güzel yazılmış. Emeğinize sağlık.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.