Göç ve Sanat

Kültürel Miras

Göç ve Sanat

Gözde Atlas

 

Sanat Sürecinde Göçün Yaratıcılığa Zorunlu Etkisi; 
Bir Kente Tiyatrolarıyla Alışmak


Zorunluluk olmadan, bir göç olmaz sanırım. Bu sebeple de mutlu bir göç yoktur. Zorunluluğun kendisi zaten sancılı bir sözcük. İnsan türlü şekillerde göç edebilir. Toprağından göç eder, yanındaki insandan göç eder, kendinden göç eder, dünyadan göç eder... 

Türlü şartlara katlanıp kalmak istese de çoktan yolculuk başlamıştır. Son resimlerimde göç, insan ve doğa arasındaki ilişkileri işlerken aynı resimlerimdeki kar yolculuğundaki figürler gibi ‘aylak aylak’ gezerek konularımı geliştirmekteyim. Bu zorunlu aylaklık sürecinde yaşadığım şehre daha çok ait olabilmek için, farklı tarihi mekanlarda tek kişilik oyunlarla, hatta tiyatrolarla yolumuz kesişiyor.

Gideceğim oyunu belirlerken konusu kadar oynandığı mekan ve muhit de seçimlerimin arasında etkili oluyor .

Tiyatrolar; mimarisi, muhiti ve tarihiyle yeni taşındığım kentlere uyum sürecini kısaltarak çok çabuk alışmama sebep olmuştur. Henüz 17 yaşında Adana’dan göç ettiğim Ankara’ya, 9 yıl önce iş     için taşındığım İstanbul’a da çabuk uyum sağlayabilmemin sebebi tiyatrolardır. 

İstanbul’ u İstanbul’da doğup büyüyen bir çok insandan daha yakın hissettiren ve günümüz şartlarında yeni kuşağıyla bu kenti daha iyi tanımama vesile olmuş bir oyundan bahsedeceğim. 

Özden Selim Karadana ‘nın yazıp yönettiği tek kişilik oyunu “Tilkiler ve Kötü Kalpli İtler”, oyuncu Algı Eke’nin tek kişilik performansıyla Pulcherie Sahnesinde sergilendi. 

Sahne Beyoğlu’nda halen kullanılan tarihi Fransız Pulcherie lisesinde bulunuyor. İçeri girdiğimde sadece eskiye ait olanı değil, yeni heykelleriyle resimleriyle sınıf ortamlarıyla, nezih kafesi ve bahçesiyle farklı bir lise ile karşılaştım. İçindeki kafede oturmayı tercih etmedim. Her zaman birkaç saat öncesinde gittiğim oyunlara, binanın yakınlarında özgün kimliğiyle küçük bir kafe bulurum. Girişinde eski  nostaljik etnografik objeler, afişler ve posterlerle beni karşılayan kafede, yetişkin kuşağın bildiği ‘Ağlayan Çocuk’ portresi gülümsememi sağladı.

Beyoğlu’nun dar taş sokaklarında gezenleri izlerken, bir yandan eskiz defterime yeni desenler ekleyerek iki saatin nasıl geçtiğini anlayamadan kendimi oyunun içinde buldum.
Halep’ten Aksaray’a ‘Nadia’ karakterinin göç hikayesini anlatıyordu oyun. Her şey Nadia’nın kafasında  İstanbul dizilerinde görüp canlandırdığı, gerçeği çok da yansıtmayan renkli hayatlara göçü ile başlıyordu.

Bir otobüsün camından ilk kez gördüğü İstanbul; son İstanbul gezi keyfi de denilebilir. Çünkü onun hikayesi, eski hayatının dışına pek de çıkmıyordu gerçekte ve oyunda. Halep’te de bir dolu akrabayla yaşadığı küçük evinde bulaşık işlerini idare eden hikayenin kahramanı, şimdi İstanbul’da daha küçük bir mutfakta “sıcak suyla yıka sonra soğuk suyla durula” replikleriyle oyunu dolduruyordu. 

Bu hayat şartlarında İstanbul’da doğup yaşayan on binlerce erkek ya da kadın örneği varken, göçle gelen herkesin Türkiye’de  refaha kavuşmuş, geldiği yerde bulamadığı şeylere en kolay yollardan ulaşıyormuş gibi gösterilmesini ve hatta kıskanılmasını sorgulatan bir oyundu.
Son dönemlerde sorgulama amacı gütmeyen anketler ve tezlerle karşılaşıyorum. Araştırmacıyı hataya sürükleyen ise en baştan anket sonucu ulaşmak istediği cevabın sadece kendi beklentileri olması. Halbuki sonucun ne olacağını kendinin de kestiremediği sorular yöneltmesi toplumsal bir sorumluluk. İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümü Prof. Kuzenim bana bir doktora öğrencisi yönlendiriyor. Araştırmacının bir anketi var fakat ben daha bir iki soruda ve arada ettiğimiz sohbette, henüz telefonda bile araştırmayı yapanın çok da Suriyelilere sempati beslemediğini hissettiriyor. Sorulardan biri sizin tanıdığınız,  şu an ülkemizde yaşayan Suriyeli sanatçı var mı?  Öyle bir sanatçı tanımıyorum cümlesi ahizenin öteki ucuna dökülür dökülmez “hah işte tamam” diyor. 

Ben de “sorduklarının gerçekten olup olmadığını kanıtlamaya çalışmaktan ziyade, acaba  aralarında bir sanatçı var mıdır, bir araştıralım diye kendimize bir zaman verelim” dedim. Amacım bunu kanıtlamak değil elbet varsa diye çok aramadım da. Kısa bir süre sonra, Üsküdar’da Kelimat Sanat Galerisinden bir büyüğümüzü almaya gidiyorum. O arada galerinin sahibiyle tanışıyorum kendisi Suriye’den on yıl önce İstanbul’a göç etmiş. İçeride yine göçmen bir sanatçı  olan ressam Ali Omar  ve galeri yöneticisi ile düzgün bir Türkçe eşliğinde  keyifli bir sohbet başlatıyoruz.

Göç; sadece Doğudan İstanbul’a değil, batıdan da türlü sanatçılarla ülkemize yol bulurken batılı sanatçıların Türkiye’ye göçlerini de sorguluyorum. Öyle ya göç mecburi dedik peki neden batılı bir sanatçı İstanbul’a göç etsin sorusunun cevabını özellikle pandemi sonrası daha kuvvetli hissediyorum. 

Yeni bir Rönesans olursa bunun merkezini bu karşılaşmalar sonucu ve birbirini türlü coğrafyanın kültürü ile sanatı ile birleştiren yepyeni görülmemiş güzel melezler ortaya koyan genler gibi… Katman katman ilerleyen sanat sürecinin tohumlarını İstanbul’da hissediyorum. 

Yeni bir Rönesans hemen şuracıkta kapıda diyemem, biz sadece bu sancılı dönemin şahidiyiz. Bu galeri ziyareti sonrası Do Art galerinin İranlı kurucusu Seyed Davut ile bir proje fikrinde buluşuyoruz. Çok ses getiren ve bütün eserleri koleksiyonlara girmeyi başaran ‘passport’ projesinin mimarı bu İranlı galerici içinde benim de bulunduğun 126 sanatçıya ulaştırdığı küp şeklinde küçük tuvallerle birçok kimliği sanatla buluşturmayı başarıyor. Bu başarının ardındaki hüznü ise görebiliyorum. Davut herkesin işlerini paylaştıktan sonra kendi küp yapıtını da ortaya koydu. Onun konusu İran ve İranlı kadınlardı. Her göçmen için söyleyemem fakat kim nereye göç ederse etsin sonuçta belli bir refaha ulaşsa bile, kalbinde geride kalanların hüznünü taşıyor. 

Şimdilerde İtalyan sosyetesinin tatil yeri olan Yunanistan’ın eski balıkçı kasabası Parga Adasından, mübadele döneminde göç edip Hatay’a yerleşmiş muhacir babaannem ile bir konuşmamızı hatırlıyorum. Ona keşke hiç gelmeseydin ve o adada kalsaydın ne güzel olurdu dediğimde; olurdu tabi hatta belki benim gibi mavi gözlü sarışın torunlarım da olurdu ama bir şeyden eminim sen o zaman sen olmazdın demişti. Kendimden o kadar memnunum ki, iyi ki zorunlu göç sonrası, iyi ki ben olmuşum demeden edemiyorum.
Zor şartlarda yaratıcılığımızı daha hızlı geliştiriyoruz. Daha pratik düşünüp daha az imkanla daha karışık -sistemlere hızla uyum sağlayabiliyoruz. Bir ağacın gölgesinde buluşur gibi ben dahil hepimizin öncesinde bir yol hikayesi mevcut. Aylak bir yürüyüş dediğimiz yola çıkabilmek bile zor gelir çoğumuza, zorda kalmasa insan oturduğu yerden kalkıp ekmek almaya çıkmak istemez…
Zorunluluklarımız, farkındalıklarımızı artırırken, farklı yaratıcı düşüncelerin ortak edildiği coğrafyalarda buluşmayı dilemek  geçiyor içimden.     

Yorum

Şeyma (doğrulanmamış) Per, 16 Şubat 2023 - 19:52

Merhaba Gözde hanım, keyifle okuyorum her yazınızı. Siz bakmayı geçmiş Görmeyi başarmış birisiniz. Kendinizi çok iyi ifade ediyorsunuz hem samimi hemde bilgilendirici yazı içerikleriniz. Bende İstanbul için umutluyum. Her ne kadar liyakatin en dip oldu zamanlar olsada bu karanlık günleri aşıp daha çok Sanat konuşacağımız günler yakın ve neden olmasın Dünya sanatı yeni bir Rönesans ile İstanbulla Aydınlağa kavuşabilir. İyi bir Sanat her şeydir. Umarım tüm şehirlerde Sanat, halkın yaşadığı şehirle bag kurup köklendirip yayılmasını sağlayan çalışmalar artar. Sanat her yerde ✌🏼

Rabiye Yetim Gören (doğrulanmamış) Pa, 19 Şubat 2023 - 11:44

En acı göçleri görüyoruz...İnsanlar yıllardır yaşadığı,kültür oluşturduğu yerlerden hiç bilmedikleri yerlere göç etmek zorunda kaldılar.Arkalarında sevdiklerinin cezanezeleri ve tüm yaşanmışlıklar.
Gözde Hocam çok anlamı bir yazı olmuş,kaleminize sağlık.

Melisa Demirhan (doğrulanmamış) Pa, 19 Şubat 2023 - 13:35

Hepimiz gömüyoruz arzularimizi emeklerimizi bilmedik hayallere. Görüyorum göçmen kuşlar gibi uçmasını bilmeyen insanların acılarını. Sevgilerimle

Köyün Kadısı (doğrulanmamış) Sa, 28 Şubat 2023 - 21:59

Merhaba resimlerinden bir yalnızlık hikayesi çıkarmak mümkün. Bunu yazıya yansıtarak daha kışkırtıcı metinlerde buluyor okur kendiji. Bu b8r yazma yöntemi midir. Selamlar

Köyün Kadısı (doğrulanmamış) Sa, 28 Şubat 2023 - 21:59

Merhaba resimlerinden bir yalnızlık hikayesi çıkarmak mümkün. Bunu yazıya yansıtarak daha kışkırtıcı metinlerde buluyor okur kendiji. Bu b8r yazma yöntemi midir. Selamlar

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.