Hayat insanı bir dalganın üzerinden alır, başka bir dalgaya bırakır; arada bir denizin dibine batırır, sonra tekrar çıkarır... ta ki bir kıyıya vurana kadar (kıyının neresi olduğunu size bırakıyorum). İşte bu dalgalardan biri beni Hokusai’nin1 ülkesine yani Japonya’ya attı.
Her ülkenin kendine ait bir yaşam biçimi vardır. Bir yabancı olarak yaşamaya başladığınız yeni bir ülkede öncelikle yaşam biçimini keşfetmeye ve uyum sağlamaya çalışırsınız. Kimi ülkelerde adaptasyon süreci kısa sürer, çok fazla sıkıntı yaşamadan direkt olarak atılabilirsiniz akıp giden hayata. Oysa Japonya’da çok farklı bir süreç yaşarsınız. Uzun süreli yaşamaya başladığınız bu ülkede alışmanın her aşaması ayrı bir öğrenme ve ritüeldir. Ve tamam artık ben hazırım dediğinizde, Dünya’nın diğer ülkelerinde pek görülemeyen bambaşka ışıkların içinde bulursunuz kendinizi ve izlemeye doyamazsınız akıl ve estetiğin yaşadığınız şehre yansımalarını. İşte böyle bir izleme sürecinde aklımı başımdan alan ve beni peşi sıra sürükleyen bir tutkum oluştu, Sanat!
Japonya’da Fuji Dağı’nın güzelliklerini izlemeye dalıp gittiğim bir anda Hokusai’nin o en büyük dalgası beni ters bir hareketle ülkeme attığında, gözlerim yine o büyüleyici estetiği arıyordu. Bu arayışı sürdürürken birden kendimi Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Yüksek Lisans Sınavı Jürisi önünde buldum. Hocalara “Japon sanatı üzerine araştırma yapmak istiyorum ” deyince herkes birbirine baktı. Bu bakışlardan anladım ki bu iş Türkiye’de çok da kolay olmayacaktı.
Böyle bir istekle girdiğim bölümde, çok farklı bir alana kayarak, Ankara’nın tozlu sanat raflarını temizleme görevini üzerime almıştım. Bu şehir, yıllardır yaşadığım bu şehir, sahip olduklarını sessiz sedasız saklayarak, bütün asaletiyle bekliyordu; “Neler yaşadın bakalım sen?” sorusunu soracak kişileri.
Ankara mı? Ankara’da sanat mı? Ne varmış ki Ankara’da? Doğru düzgün bir Müze bile yok. Galeriler de tek tük. Zaten iki üç sanat etkinliği var…gibi zihinsel gevelemeler içerisindeyken yine içsel bir ses bana; “Hadi canım Ankara’yı seç, bak neler öğreneceksin” diye seslendi. Ve böylelikle, 1970-1990 yılları arasında faaliyette bulunmuş Ankara sanat galerilerini araştırmaya başladım. Bu araştırmayı, merakımın (ve Hocamın) da teşvikiyle tabi ki Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren sürdürdüm. Ankara kültür-sanat hayatında yaşananları birer birer öğrenmeye başlayınca, o başlangıçtaki zihinsel gevelemelerimden çok utandım.
Ankara, Ankara Güzel Ankara! Mustafa Kemal Atatürk’ün ellerinde kundağa sarılmış bir bebektin sen; özenle, sabırla, sevgiyle ve akılla büyüdün. Büyümene destek veren ne çok kültür, sanat insanı olmuş meğerse… imkansızlıklar, yokluklar içinde bile hep bir ışık bulunmuş ilerlemen için ve bu ışığın takipçileri elbirliği ile bugünlere getirebilmişler seni.
Şu ana kadar “437” kelime yazmış olsam da (yani kısacık) özgür olarak Ankara hakkında yazmanın ne kadar keyifli bir şey olduğunu şimdiden hissetmeye başladım. Beynimin bir köşesinde dışarı çıkmayı bekleyen düşüncelerle de bezeyip “Ankara ve Ankara’da Sanat” üzerine yazacağım bundan sonra bana ayrılan bu değerli köşede. Tez yazmaktan yorgun düşen bu dünyalıyı özgürlüğüne kavuşturan “Zorba Dergisi”ne ve ona fikir önderliği yapanlara; ve ona emek verenlere; ve yazılarımı okuma nezaketi gösteren okurlarıma buradan ve şimdiden çok teşekkür ediyorum. Yaşasın Özgürlük!, Çok Yaşasın Ankara!..
Özgürce yazacağım, çizeceğim, tam da istediğim gibi…
Bir yüksek lisans tezini tamamlamış olmanın mutluluğu ve yorgunluğu içerisindeyim bu günlerde…Bilimsel yol ve yöntemlerin çerçevesinde; günlerce, aylarca, yıllarca yaşanmışlıkların izini sürüp onlarca kuralın buyruğuyla kelimelerimi metinlere aktarırken, ah bir de bu bulduklarımı içimden geldiğince, özgürce yazabileceğim günler gelse! dedim çoğu zaman…
1 Katsushiko Hokusai (1760-1849), Japonya’da Edo döneminde yaşamış bir sanatçı. Kanagawa’nın “Büyük Dalgaları”nın da dahil olduğu 36 Fuji Dağı Manzarası serisi uluslararası üne sahiptir.
Yeni yorum ekle