Gülcan Tezcan: Sinemada Derdin Kadar Varsın!

İtirazım yok; sanatsal, sembolik anlatımlarla örülü, estetik duygulara hitap eden yapımlar da verdiği seyir zevki ile hayatımıza lezzet katıyor. Ancak onlar işin keyif tarafı gibi geliyor bana. Titanik batarken çalmaya devam eden orkestra gibi bir anlamda…

Gösteri Sanatları

Gülcan Tezcan:

Sinemada Derdin Kadar Varsın!

 

İtirazım yok; sanatsal, sembolik anlatımlarla örülü, estetik duygulara hitap eden yapımlar da verdiği seyir zevki ile hayatımıza lezzet katıyor. Ancak onlar işin keyif tarafı gibi geliyor bana. Titanik batarken çalmaya devam eden orkestra gibi bir anlamda…

 

zorbatv.dergi

Başlıktaki cümle Puran Dırahşende gibi yönetmenleri tanıdıkça daha da sağlam yer ediniyor zihnimde. Dünyada yaşanan bunca savaş, göç, katliam, salgınlar, açlık, toplumsal ve küresel sorunlar gözümüzün önünde dururken sanatı ve özellikle de sinemayı daha kişisel ve özel bir alan olarak görmek bana biraz bencilce geliyor. Elbette bu kadim tartışma asırlardan bu yana devam ettiği gibi bundan sonra da sürüp gidecek.

zorbatv.dergi

İtirazım yok; sanatsal, sembolik anlatımlarla örülü, estetik duygulara hitap eden yapımlar da verdiği seyir zevki ile hayatımıza lezzet katıyor. Ancak onlar işin keyif tarafı gibi geliyor bana. Titanik batarken çalmaya devam eden orkestra gibi bir anlamda… O yüzden sinema gibi büyük bütçeli ve giderek yapım süreçleri daha da zorlaşan bir alanda yapılacak işlerin Ayşe Şasa’nın tabiriyle ‘bu dünyada anlamlı izler bırakmak’ için ortaya konulması gerektiğini düşünüyorum.  

Kadına Tacizi Cesurca Anlatıyor

Sinemasıyla bunu başarabilen isimlerden biri Puran Dırahşende. Kimdir Puran? Şşşt! Kızlar Bağırmaz filmi ile biliniyor ülkemizde en çok. 2013 yılı yapımı film, kadına yönelik taciz ve tecavüzlerin bir insanın hayatında nasıl bir yıkıma yol açtığına odaklanıyor.

Ajitasyona, feminist söylemlere pabuç bırakmadan ‘insanî’ bir bakışla yaklaşıyor meselesine usta yönetmen. Geleneksel toplum yapısının bu can alıcı konuda utanç duygusunu suçlu olana değil kadına yükleyişine sert bir cevap niteliği taşıyan film, taciz ve tecavüzü evrensel bir insanlık suçu yaklaşımı ile perdeye taşıyor. Bu yüzdendir ki filmin gösterildiği çok farklı ülkelerde aynı yerden yara alan kadınlar Şirin’in hikâyesinde kendini buluyor.

Bembeyaz gelinliği kana bulanmış halde görüyoruz ilk sahnede Şirin’i. Sonrasında uzunca bir süre muamma olarak kalıyor genç kadının ne yaşadığı. Seyirci düğün akşamı bir gelinin neden cinayet işlediği sorusunun cevabını bulmaya çalışıyor. Şirin’in suskunluğu toplumun taciz ve tecavüzler konusundaki dilsizliğine işaret ediyor bir bakıma. Uzun yıllar boyunca yaşadığı ve ona yaşatılan utanç daha önce de yeni bir hayat kurmasına engel olmuş. Her şeyi geride bırakıp bir kez daha mutlu olmayı denediğinde ise kabusu tekrarlanmış.

Hikâye adım adım bir polisiye kurgusu içinde cinayet zanlısı olarak yargılanan genç kadının aslında çocukluğundan itibaren aldığı derin yarayla nasıl kurban haline geldiğini anlatıyor.

Böyle netameli bir konuyu sözünü sakınmadan ve eğip bükmeden cesurca taşıyor beyazperdeye.

zorbatv.dergi

 Gündeminde Hep Toplumsal Sorunlar Var

Puran'ın hemen her filminde benzer bir toplumsal sorun ustalıklı bir sinema diliyle tartışmaya açılıyor. Dumanlı Çatı Altında modern bir aile içinde yaşanan çatışmaları ve anlaşmazlıkları konu alırken Ölümsüz Çocuklar Down sendromlu bireyleri gündemine alıyor.

Evleneceği adamın bakmak zorunda olduğu bir kardeşi olduğunu öğrenen genç kadın ailesinin down sendromlulara yönelik önyargılarını kırmak üzere araştırmalar yapar. Down sendromlular ve aileleri ile görüşerek bu konuyla ilgili mini bir belgesel hazırlar. Ancak yine de ailesi böyle bir durumda evlenmelerine razı gelmez. Film, evliliğin ne olup olmadığı ve ailenin hangi yaraları sarabileceğine dair sağlam önermeler sunar temiz bir dille. Kurmaca ve belgeselin iç içe geçtiği Ölümsüz Çocuklar, Down Sendromlularla hem ailelerin hem toplumun nasıl iletişim sorunları yaşadıklarını ve bunun nasıl aşılabileceği üzerine düşündürür seyirciyi.

zorbatv.dergi

“Halktan Ayrı Bir Birey Değilim”

Sinemayı kişisel tatmin için değil toplumsal fayda sağlamak niyetiyle yapan Puran Dırahşende'yi tanıyınca daha da netleşiyor zihnimde onun neden bu konular üzerine yoğunlaştığı. İstanbul’u çok seven usta yönetmenle birkaç hafta önce İstanbul’da görüşme şansım oldu. Türkiye’yle ortak film projeleri yapmak isteyen usta yönetmen, “Halktan ayrı bir birey değilim. Toplumun canını yakan bir sorun benim de canımı yakar.” diyor ve ekliyor:

“Öncelikle yaşadığım topluma bakarım. Bugün toplumun öncelikli sorunu ne, aile mevzusunda mı sıkıntılar var? Gençlik ile ilgili sorunlar mı öne çıkıyor? İş alanında mı sıkıntılar yaşanıyor? Toplum ve aile meselelerinde öne çıkan bazı sorunlar neler?

Bütün bunlar varken sadece eğlendiren, insanları oyalayan film yapamam. Benim için toplumun ihtiyaçları, halkın kaygıları önceliklidir. Kendi sinema zevklerim için onların ihtiyaçlarını göz ardı edemem.

Film yaparken öncelikli kaygım insan ve toplumdur, içinde bulunduğumuz sosyal hayattır. Bu yüzden toplumsal olarak hata veren unsurlar neler onlara odaklanırım. Bu alanda uzmanlarla araştırmalarımı yaparım. Kütüphanede ya da halkın içinde onlarla muhabbet ederek araştırmalarımı derinleştiririm. Böylelikle yavaş yavaş hikâyem gün yüzüne çıkmaya başlar.”

İşte bu cümle belki de sanatçı sorumluluğu dediğimiz şeyi özetliyor: “Kendi sinema zevklerim için onların ihtiyaçlarını göz ardı edemem.” Kamera arkasına geçen herkesin neden bu işi yapmak istediğine dair kendine göre cevapları vardır. Tıpkı yazanlar, resim ya da beste yapanlar gibi. Her sanatçının ruhunda, varoluş serüveninde farklı bir yere, bir duyguya denk gelir ortaya çıkardığı üretimler. Ancak en nihayetinde eser seyirci ile buluştuğunda anlam kazanır ve ölümsüzleşir.

Birinin ruhuna, kalbine değdiğinde, uyandırdığı hissiyat ve düşüncelerle kalıcı hale gelir. Sinemayı dünyanın karanlık yüzünü beslemek için kullanan ve bunu kendi sinema zevklerinin esiri olarak yapan bunca kişi varken birilerinin de çıkıp iyiliği çoğaltmaya talip olması çok değerli.  

 Festivallerde Sinemanın Adı Yokzorbatv.dergi

Doğrudur, uzunca zamandır film festivallerinde sinema dışında her şey konuşuluyor. Ödül konuşmalarında politik göndermeler yapılması, bir yerlere selam gönderilmesi Akademi ödüllerinin kötü bir özentisinden başka bir şey değil. Kaç kişi pandemiden sektörün nasıl etkilendiğine dair aklı başında cümleler kuruyor ya da festivalde yarışan filmlerin her geçen yıl neden çıtayı daha da düşürdüğünden söz ediyor?

Polemiklerle sinemamıza ne kadar zarar verdiğimizin, yarım asrı geride bırakan festival geleneğine ne kadar itibar kaybettirdiğimizin farkında mıyız?

Bütün bunların önemi yok. Ortada garip bir ‘en haklı benim’ kavgası ve ego savaşı. Halbuki dijital platformların giderek güç kazanmasıyla sinema artık farklı bir zeminde ilerlemek durumunda. Bu ciddi değişim ve dönüşüm yüz yılı geride bırakan sinema geleneğimizi nasıl etkileyecek?

Farklı kuşakların değişen beklentilerini karşılayacak yapımlar ortaya çıkması, bunu yaparken de tamamen dijital platformların dayatmalarına teslim olmaksızın bağımsız işler üretilebilmesinin yolu yordamı nedir? Bu sorulara cevap aranması gereken film festivallerinde ne yazık ‘en muhalif benim’ pozu vermeye çalışanların sesi duyuluyor sadece.   zorbatv.dergi

Yorum

Dilek Ínceler (doğrulanmamış) Cu, 12 Kasım 2021 - 23:26

Sinema üzerine yazılarınızı beğeni ile okuyorum. Özellikle İran sineması hakkında bu denli geniş bilgi sahibi olmanız ilgimi çekti.
Türk sineması üzerine de yorumlarınızı okumak isterim. Sanırım bunu bekleyen başka okurlar da vardır. Teşekkürler.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.