Okuma yolculuğunda iki özne: “Okuyucu” ile “Okur”

Deneme

Okuma yolculuğunda iki özne:
“Okuyucu” ile “Okur”

Kevser Atay

Katıldığım bir televizyon programında “okuyucu” ile “okur” olmak farkını dile getirmeye çalışmıştım.  Gerçekten de bu iki durum arasında hem bir fark hem bir ayrım var. İnsan okur ve okuyan insana okuyucu denir. Okur ise okuma eylemini kendisi için bir uğraşa dönüştüren insandır; bu niteliğiyle de hem okuyucudan ayrılır hem okuyucudan farklılaşır.

Türkçenin grameri açısından yaklaşırsak daha doğru bir açıklama elde edilebilir: Okuyucu sözcüğü, “oku” mak fiilinin köküne fiilden isim yapan “ucu” yapım eki alarak oluşturulmuştur. Okur sözcüğü ise, “oku” mak fiilinin köküne fiilden sıfat yapan “r” yapım eki alarak oluşturulmuştur. Bu nedenle hem fark hem ayrım belirten bir
“sıfat” olarak okur sözcüğü, okuma uğraşını gerçekleştiren insanı dosdoğru tanımlıyor, denilebilir.

İçerde ya da dışarda, kapalı bir mekânda ya da açık bir ortamda, gerek gözümüze çarpan -reklam tabelası gibi - gerek elimize geçen -gazete sayfası gibi- şeyleri okumak, sıradan bir durumdur. Çarpmak ve geçmek fiillerinin anlattığı biçimde, bu tür okuma nesneleri zorunlulukla karşımıza çıkar: Okuruz ve bakar geçeriz, okuruz ve kalkar gideriz… Bu tür okumalar, günübirlik hatta an’lık okuma deneyimlerinden ibarettir.

Adına okur dediğimiz insan, okuduğu bir metne, deyim yerindeyse “bilerek” yaklaşır; ne okuyacağını kendisi seçen ve nasıl okuyacağını kendisi belirleyen insandır, okur… Asla rastlantıyla değil bilinçli bir tavırla okuma uğraşına girişir, ne tür bir metin (roman, öykü, şiir…) okuyorsa, o okuduğu metni tam anlamıyla kuşatır.

Diyelim günlük gazete okumak için okuryazarlık ölçüsünde bir okuyucu olmak yeterlidir, kitap okumak içinse okuryazarlığın ötesinde, okuduğu metin için kendisini tahkim eden, daha yerinde bir ifadeyle kendisini bilgiyle donatan bir okur olmak gerekir. Üstelik okur için yaratıcı okuma uğraşı, boş bir zamanına denk gelmez; özel bir zamanı kendisi için gene kendisi yaratır. 

Bilinçli her okur, tarafı olduğu dünya görüşünü tekrarlayan metinleri değil, dünyaya ve hayata bakışını çoğaltan, dahası artıran metinleri arayacaktır ve bulacaktır da!..  Sürekli niyet tazeleyen köşe yazılarını ve bu tür yazarları günübirlik okumak değil, ufkunu açacak başucu yapıtlarıyla ve bu yapıtların “özgün” yazarlarıyla buluşmaktır, bütün uğraşı…

Herhangi bir yurttaş için okuryazar olmak, hayatını kolaylaştıran bir koşuldur, okur olmak ise hayatına değer katan bir seçimdir. Kişi, okur olmayı seçer, bu tavrı iradi bir tavırdır. Ayrıca bu seçimini sürekli yapması, çok sıklıkla ve sıkışıklıkla okuması da gerekmez. Okuma uğraşının niceliksel bir değeri bulunmuyor; tam tersine, sindirerek ve biriktirerek, deyim yerindeyse “az” fakat “öz” okumanın niteliksel değeri çok daha fazla… Selim İleri, bir söyleşisinde, altını çizdiğimiz “nitelikli” okur kavramı için şöyle diyor: “Nitelikli okur, çok okuyan birisi değil, okuduğunun neyi anlattığına kafasını yoran okurdur.” 

“Sessizlik” adlı kitabında, John Biguenet, şu kayda değer soruyu soruyor: “Sayfadaki mürekkep, okur onları nefesiyle şişirip sözcük haline dönüştürene ve dikkatiyle o suskun harflerin barındırdığı düşünceleri harekete geçirene kadar, dilsiz lekeler olarak kalmaz mı?” Okuma uğraşı, yalnız yapılan bir eylemse ki öyle olduğu kabul edilmeli, bir yalnız insan olarak okurun yaratıcı yaklaşımını gerektirir, demek ki sayfadaki lekelere -eski dilde hurufata- anlam kazandırarak ortaya bir okuma metni çıkaracak olan nitelikli okura gereksinim duyar.

Okuma kültürü yüksek birey olmak, toplumda böyle bireyleri çoğaltmak, yapıt karşısındaki bireyin eğitimi ile doğrudan ilgilidir. Ancak kendini eğiten okurun, farklı türdeki yapıtlardan oluşan devasa bir külliyat karşısında güçlü bir şansı olur.  Eleştiri birikimine önemli katkılarda bulunan Terry Eagleton’ın, ‘Edebiyat Nasıl Okunur’ ile ‘Şiir Nasıl Okunur’ adlı iki temel kitabı, mutlaka edinilmeli. Edebi yapıtların nitelikli okur tarafından nasıl okunacağına dair kalıcı öngörülerde bulunuyor, Eagleton… 

Diyelim, evdeki çamaşır makinesi, buzdolabı, fırın gibi cihazların kullanım kılavuzlarını okumak, ne denli kolay ve çabuksa; kitaplıktaki edebi yapıtların sayfalarını teker teker açarak bir okuma serüvenine başlamak, o denli zor ve yavaştır. Çünkü edebi yapıtların, en azından önemli bir bölümünün dili, mecazla ve metaforla doludur. Bu tür metinlere göz ucuyla bakılmaz, sindirerek bitirilir. Sonuçta, tüketiciye yardım amacıyla kotarılan yemek tarifesi ya da satış katalogu gibi tablet yazılara göz atılmıyor; bambaşka bir dünyada oluşturulan edebi yapıtlara, okur tarafından anlam kazandırılıyor.

Edebi bir yapıtı, ne türden yaklaşımlarla, dolayısıyla nasıl yaklaşarak okumalıyız? Bu sorunun hakkından gelindiğinde, yapıt da tüm gizlerini ve gizemlerini açacaktır, elbette...Ancak bu sayede yapıt, nitelikli bir okur için “edebi” olacaktır.

Her kitabın bir şekilde okunduğu doğrudur, ancak yeterli düzeyde okuma kültürü edinmiş “kitap okuru” olmak bir başkadır. Kitap okuru her şeyden önce seçicidir. Her   eline değeni, her eline geçeni okumaz. Okumak için kendisine zaman bulur, ister sabahın köründe ister gecenin geç saatlerinde… Metroda ayakta yolculuğu bile okuma uğraşının bir parçasıdır, hayatın curcunası içinde vaktini bulduğunda elinden kitap eksik olmaz. Okur için kütüphaneler birer mabet olsa da evdeki koltuğu ya da yatağı aynı işlevi görür!

Kitapların arasında yitip gitmek çok keyifli bir yolculuktur. Nitelikli okur için her yeni kitap, yepyeni türlerle, yepyeni yaratılarla bir tanışma vesilesidir. Böylesi okur, aslında kâşiftir de hatta hazine avcısıdır, dense yeridir. O, okuduğu her yazarın ahbabıdır; çünkü kendisini yazarın yerine koyarak, metnin sanki yazarıymış gibi düşünebilen insandır. Özetle, okuma kültüründe belli bir düzeye gelmiş nitelikli okur; kendi yolunu seçer, kendi serüvenini belirler, kendi beğenisi getirir.

“Niye kitap okumuyorlar demek, niye piyano çalmıyorlar demek gibi bir şeydir. Kafayı kitap okumaya alıştırmak parmakları piyano çalmaya alıştırmaktan kolay değildir. Ona göre yetişmek, ona göre hazırlanmak lazım gelirdi. Okumak, bir kitaptan alınan elemanlarla kendine manevi bir dünya yapmak, onun içinde tek başına yaşayabilmek demektir. Bu taa, çocukluktan başlayan uzun alışkanlıklarneticesidir” diyen, Reşat Nuri Güntekin’in haklılığı hiç tartışılmaz. Yapıtların büyülü dünyasında okurun yalnızlığı, aynı zamanda yaşamsal en büyük kazanımıdır, çünkü…

Yorum

Lütfü T. (doğrulanmamış) Çar, 25 Ocak 2023 - 20:33

Kevser Hanım ilk kez böyle bir ayrımı düşündüm. Haklısınız bir oku olduğumu öğrendim. Teşekkürler

Lütfü T. (doğrulanmamış) Çar, 25 Ocak 2023 - 20:33

Kevser Hanım ilk kez böyle bir ayrımı düşündüm. Haklısınız bir oku olduğumu öğrendim. Teşekkürler

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.