Hayat Huzura Kavuşuyor!
Eliz Avaroğlu
Üzerinde neşeyle hoplayıp zıpladığı, hergün ayrı renklerin coşkusuyla boyandığı bir gökkuşağıydı onun dünyası ...
Varlığındaki renklerin ahenkli dansını seyretmek onda hep hayranlık uyandırırdı, - ki bu hayranlıkla tıpkı büyülenmiş gibi- nedensiz bir sevince kapılır, içi dışı güler de, cennetini saran mis kokulu naif güller onu gizliden kıskanırdı...
Öyle hayran gözlerle bakardı ki etrafına, üzerinde göz gezdirdiği her şey, sanki yepyeni bir şekle bürünür; noksansa tamamlanır, kirlenmişse temizlenir, kötüleşmişse iyileşir...
velhasıl, şu dünyada iyiliğin, güzelliğin, aslî adaletin timsali oluverirdi bir bakışta...Ve şikayet etmesi için de hiçbir nedeni yoktu, içinden geçtiği her renk kabulüydü; zira onlarda kendi iç dünyasının herbir kavrayışını eksiksizce bulurdu...Gündüz uyanıkken inceden sezdiklerini -sessizce gündelik hayatında- ve gün geceye dönünce de gündüzden süzdüklerini, -bu defa rüyasında- , her renkten ipliklerle örüp, biçim biçim üzerine giyerek daima çocuksu bir neşeyle yaşaması, güzel(i) gören gözünün ve hayran ol(a)bilen gönlünün armağanlarıydı ona...
İhtişamı ve güzelliği göz kamaştıran, verimli hayal toprağında gıdası bollukla yetişen, refah ve Hu'zur içindeki bu ferah beldeyi vatan olarak seçmesi, onun şahsi hükmünden değildi elbette -zira gücü buna yet(e)mezdi- ; bu bir takdirdi, takdir-i ilâhiydi...
Ama kendini içinde bulduğu varlık ülkesinde tümden etkisiz, yetkisiz de değildi, sorumlukları vardı ve onları da eksiksizce üstlenmişti; zaten bilinçli seçimleri olmasa, dünyasındaki işler bu kadar ahenkli yürüyemezdi...Kendisine nasip edilenin kıymetini bilmesinden olsa gerek, onun hem yaptıklarında, hem de -dünyasının ahengine, Hu'zuruna halel gelmesin diye- yapmayı bıraktıklarında incelikli bir düşünüşün, kararlı bir iradenin, kavrayıcı bir yüreğin, yorulmak bilmez bir emeğin izleri vardı daima...
Bu bereketli iklimin yemişlerinden yiyerek serpilen varlığı şimdi, bütün dünyasını üzerinde inşaa ettiği "kendilik" toprağında, sonsuzluğa uzanan dallarıyla hem yeri hem göğü sevgiyle ve umutla kucaklamaya, özgürlük rüzgarıyla salına salına çerinden çöpünden, tozundan isinden arınmaya adamıştı kalan ömrünü ...
Hakikât herkese farklı vechelerini gösteren işveli bir güzel gibi; kim "kendinde" neyin cevabını arıyorsa,
ona göre suretleri takıveriyor tâlibinin kollarına ...
Eğer sorgun sualin aşk üstüneyse, sonrası....; aşıklığın bütün hâlleri işte...
Bir kere kendi hakikatinin sevdasına düştü mü insan, öz'ündeki sâfiyetine yıllarca kat kat giydirdiği dünya kumaşını, "aşk boyası"yla yıkaya yıkaya inceltmeye, ta ki üzerinde ruhun işleri görünene kadar varlığını sabırla, usanmadan defalarca yeniden temize çekmeye gönüllü oluveriyor seve seve..
Onun, yüzü daima güneşe bakan tahayyülünün, ihtişâmını ve ilhâmını sadece "aşk"tan alan gökkuşağı ülkesinde, hakikât kendisini katmerli iyimserliklerin arkasında gizliyor ustalıkla...
O hakikât ki kendisinden, etrafındaki herşeye tesir eden aşk ilhâmları ve varlığına ses olmuş musıkînin tatlı sedalarıyla haber veriyor genellikle, ama naz ve niyazından da doğrusu hiç vazgeçmiyor; salınıyor da salınıyor...Lâkin, biliniz ki, bu sevgili "aşk yurdu"nda verilen emekler asla zâyi olmuyor; hakk'ikât sevilip sayıldıkça günler güzelleşiyor ve kendisi de bizâtihi aşk'tan mamül olan bir'icik "varlık" -o nisbette- günbegün özgürlüğüne kavuştukça, aşıklığı daha ziyâde, renkleri daha parlak, sesleri daha ahenkli oluyor...Hasılı, Hayy'at Hu'zura kavuşuyor...
Ahhh sevgili dostum...
Kendi dışsal kavrayışından, yine
kendisinin özsel hakk'ikatine varmaya yol ettiği "aşıklık hâli"nde bir yanıp bir sönen bu insan, varlığını kuşatan envai çeşit renklerin herbir tonunun tılsımını çözüp de hikmetini anladıkça parlayan ve etrafını hem ışıtan, hem de ısıtan bir güneştir artık...
O, sımsıcak aydınlığı ve üzerinde köklenip serpildiği gökkuşağı ülkesinin göz alıcı renkleriyle, Hakk'ikat tâliplerinin yürüdüğü yolu hergün -yeniden, yorulmadan- kalbî muhabbetle aydınlatacaktır⚘
Yeni yorum ekle