
Türkiye’de Kült Örgütler ve Cemaatler
Fahri Atasoy
Toplum nedir sorusunu felsefe çok geç zamanlarda sormuştur. Ardından bağımsız bilim olarak sosyoloji doğmuştur. Felsefenin ilk sorguladığı toplum yapısı devlettir. Bu konuda İlk Çağ felsefesinin gündeme aldığı “Devlet nedir” sorusu önemli bir başlangıçtır. Dönemin Eski Yunan toplum yapısı Polis adı verilen kent devletlerinden oluşmaktadır. Birbiriyle bağımsız ilişkileri olan farklı devletler halinde yaşayan eski dönem toplumları günümüzle kıyaslanmayacak derecede farklıdır. O dönemlerde (M.Ö. VI-III arası) dünyanın diğer coğrafyalarında insanların nasıl bir toplumsal yapıda yaşamakta oldukları tarihin ve antropolojinin konusudur. Bu konuda felsefi nitelikte veya bilimsel dayanak oluşturacak eserler sınırlıdır. Sadece birtakım verilerden yola çıkılarak hazırlanmış olan tahmini açıklamalar vardır. Bu açıklamalar da tartışmalıdır.
Bilinen yazılı tarihte karşımıza Orta Çağ devletleri ve toplumları çıkar. Orta Çağ toplumlarının birlikte yaşama unsuru genelde dini inançlara dayalıdır. Müslümanlar, Katolikler, Ortodokslar, Budistler, Yahudiler gibi üst kimlik belirlemeleri vardır. Bu dini kimlik şemsiyesinin altında çok sayıda farklı etnisite yer alır. Devlet bu etnisitelerden birinin içinden öne çıkan bir hanedan üzerinden gelişmiştir. İmparatorlukların sırrı burada saklıdır. Hanedan devletleri ve imparatorlukları Orta Çağ’a damgasını vurmuştur. Örneğin Türk kökenli hanedanların kurduğu imparatorluklar Selçuklu ve Osmanlı pek çok etnisiteyi egemenlikleri altına almışlardır. Devletin yönetimi Türklerde olsa da toplum yapısı homojen değildir. Kentler olsa da insanlar daha çok kırsal alanda yaşamaktadır. Kentlerin çoğunun varlıkları zaten bir devlete veya medeniyete ait değildir. Kadim uygarlıkların mirası niteliğindedir. Bugün Türkiye’deki pek çok kent bu özelliği ile öne çıkar. Bu durum Asya ve Avrupa kıtalarında kurulu medeniyetler için de benzer özellikler taşır. Tarihi kentler şu anda egemen olan topluma ait olsa da köken itibariyle kozmopolittir. İnsanlığın kültür zenginliği ve medeniyet kurma başarısı büyük oranda buna bağlıdır.
Köyler ve kentler İlk Çağlardan beri insanlığın yaşama alanlarıdır. Yeni Çağ sonrası modernleşme adı verilen dönemde köklü bir toplumsal dönüşüm yaşanmıştır. Bu dönüşümün gerçekleştiği alan Avrupa topraklarıdır. Özellikle Avrupa ülkelerinde meydana gelen değişimler modernleşme adıyla öne çıkmıştır. Modern toplum böyle gelişmiştir. Köylerde yaşayan halkın büyük kısmı Sanayi Devrimi sonrası kentlere göç etmek zorunda kalmıştır. Bu süreçte yeni sınıflar doğmuş ve insanlar sınıf değiştirmeye başlamıştır. Orta Çağ’a damga vuran din adamı sınıfı gücünü kaybetmiş, yeni toplumda burjuva sınıfı güç kazanmıştır. Kapitalizmi burjuva sınıfı inşa etmiştir. Köylülerin kentlere göç ederek fabrikalarda işçi olarak çalışmaya başlaması yeni bir toplumsal yapı ortaya çıkartmıştır. Bu toplum yapısında iş bölümü değişmiş, uzmanlaşma artmış, yeni profesyonel meslekler doğmuştur. Ortaya çıkan yeni topluma modern toplum adı verilmiştir.
Modern toplum konusu sosyolojinin açıklamaya çalıştığı önemli bir gelişmedir. İlk sosyologlardan Emil Durkheim modern toplumunkarmaşık bir yapıya sahip olduğunu tespit eder. Bu dönemde iş bölümü artmıştır, yeni sınıflar ortaya çıkmıştır, ikincil ilişkiler başlamıştır, yeni normlar toplumu yönetmeye geçmiştir. Eski toplumdaki örneğin mekanik dayanışma yerini organik dayanışmaya bırakmıştır. Eski toplumdaki dini normlar yerine akılcı hukuk normları geçmiştir. Hatta eski normların gücü yeni toplumda ortadan kalkması ama yeni normların benimsenmesi durumunda topluma kuralsızlığın egemen olduğunu gözlemlemiştir. Bu kuralsızlık durumuna ‘anomi’ adı verilir ve toplumda kaosa yol açar. Modern toplumdaki problemli toplumsal eylemlerin temelinde bu durum vardır. Kurallar modern toplumun işlevselliğini sağlayan en önemli araçlardır. Durkheim’a göre toplum birbirini tamamlayan, farklı işlevleri olan unsurlardan meydana gelen bir yapıdır. Modern toplum bu yapının en son örneğidir.
Modern toplum konusunda eski toplum yapısıyla kıyaslama yaparak kuram geliştiren önemli sosyologlardan birisi de Ferdinand Tönnies’tir. Tönnies’e göre insan gruplarını ikiye ayırmak mümkündür. Bu iki grup eski Türkçedeki karşılığı ile cemaat ve cemiyet diye adlandırılabilir. Cemiyet modern toplum anlamında kullanılırken cemaat ise eskiden köylerde sürdürülen hayatı anlatmak için kullanılır. Cemaat dendiğinde köylerde olduğu gibi birincil ilişkiler söz konusudur. İnsanlar birbirini tanır, yüz yüze ilişkiler sürdürür, biz duygusu ve dayanışma yüksek derecededir. Günümüz Türkçesiyle cemaat için topluluk ismini kullanabiliriz. Ancak sosyolojik değerlendirme yaparken daha detaylı açıklamak zorunluluğu vardır. İlk dönem sosyologları genellikle sanayi öncesi ve sanayi sonrası durumu açıklamak için bu ayrımları yapmışlardır. Tarih ilerledikçe toplumsal yapılar değişmektedir. Bu değişiklik toplumdan topluma coğrafyadan coğrafyaya farklılık göstermektedir. Örneğin Türk toplumu Avrupa ile paralel bir şekilde sanayi toplumu yapısına geçememiştir. Türklerin modernleşmesi yapısal değil yüzeyseldir. Bu sebepten Tönnies’in cemaat diye tanımladığı yapı hemen çözülmemiş ve değişik biçimlerde evrilmiştir. Türkiye için cemaat kavramı bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Çağdaş sosyologlardan Zygmunt Bauman, “Cemaatler Güvenli Olmayan Bir Dünyada Güvenlik Anlayışı” isimli kitabında cemaat kavramına yeni anlamlar yüklemiştir. Modern ve sonrası dönemlerde insanlar gittikçe bireyselleşmeye ve yalnızlaşmaya başlamışlardır. Bauman, modernitenin insanları rasyonalite adına bir kıskaca aldığını, hatta düşünmeyi ortadan kaldıracak şekilde mekanikleştirdiğini tespit eder. Modernliğin, modernizmden farklı olarak bir ideoloji haline dönüştüğünü ve bütün insanlığa dayatıldığını iddia eder. Bu durumda zorunlu kalıplar içinde hayat sürdürmek mecburiyetinde kalırsınız. Modernlik böyle buyurdu siz de böyle yapmalısınız zorunluluğu söz konusu. Böyle bir toplumsal ortamda bireyin insan olarak bir arayışı olacaktır. Cemaat şeklindeki gruplara ilgi buradan kaynaklanır. Ona göre güvenli olmayan dünyada güvenli bir ortam arayışı insanları cemaatlere itmektedir. Bunun olumlu ve olumsuz yönleri vardır.
Türk toplumunda cemaat adı verilen yapılar batıdakilerden farklıdır. Eğer köy için kullanacak olursak Türk toplumu daha yakın zamanlara kadar büyük çoğunlukla köylerde yaşamaktadır. 1970’li yıllardaki hızlı kentleşme ve göç olgusu Türkiye’nin toplumsal yapısını sarsmış durumdadır. Bu dönemin eksi-artı on yılları içine alacak şekilde sosyolojik analizinin yapılması gerekmektedir. Geleneksel köy topluluk (cemaat) yapısı bu dönemde çözülmüş görünmektedir. Geniş aileden çekirdek aileye geçiş, töre tarzındaki normlardan yasa tarzındaki normlara alışmak oldukça sancılıdır. Türkiye modern kent toplumsal yapısına geçiş yaparken her yönden pek çok problemle karşılaşmıştır. Çözülen köy toplumsal yapısının yerine ikame edecek yeni grup seçenekleri bu dönemde ortaya çıkar. Bunlar arasında dini gruplar, ideolojik gruplar, hemşeri grupları gibi bireysel yalnızlığı giderecek ve yardımlaşma sağlayacak yapılar öne çıkar. Gerçek anlamda modernleşme sağlanamadan yeni bir cemaatleşme başlamıştır. Bu durum günümüzdeki birçok problemin ana kaynağını oluşturur.
Cemaat kavramı Tönnies’in tanımladığı içerikten kopmuş ve özel bir anlam kazanmıştır. Türkiye’de Osmanlı toplumsal yapısında kullanılan bağlamından da kopartılmıştır. Osmanlı toplumunda farklı dinlerden olan insanların oluşturduğu kümeye cemaat denilir. Örneğin İstanbul kentinde yaşayan Rum cemaati, Ermeni cemaati, Yahudi cemaati ve Müslüman cemaati başlıca gruplardır. Bunların dışında İstanbul’a gelen farklı kökenlerden insanlar belli bir cemaat mensubu kabul edilmezler. Burada somut bir duruma uygun bir kullanım var. İmparatorluk dağıldıktan ve Cumhuriyet kurulduktan sonra modern toplum hedefine göre bir vatandaşlık tanımlaması yapılır. Cemaatlerin varlığı azalmıştır. Müslüman ahali Türk vatandaşı ve Türk milleti olarak tanımlanır. Laik devlet sistemi içinde din mensubiyeti nötrleştirilir. Bundan rahatsızlık duyan kesimler ise dini vurguyu artırmak için kendi mensuplarını cemaat olarak tanımlamaya başlarlar. Devletin din işlerini yürütmek için kurduğu DİB örgütünü dini olarak meşru görmeyen gruplar illegal bir biçimde kendi kapalı grup örgütlenmesini gerçekleştirir. Bunun en somut örneği Süleyman Hilmi Tunahan tarafından kurulan cemaattir. Dışa karşı meşru görünümlü dernekleri paravan olarak kullanan örgüt kendisini dinin temsilcisi olarak lanse eder. Bir başka örnek Said Nursi’nin kurduğu kapalı cemaattir. Said Nursi, kendisinin dini yenilemek için görevlendirildiğini iddia eder. Alanda boşluk gören diğer tarikatlar ve siyasi gruplar da rekabet edercesine içe kapanık şekilde örgütlenirler. Bu dönemde kendi grup isimleriyle örgütlenen dini iddialı gruplar TCK 163. Madde kapsamında yasa dışı halde faaliyet sürdürürler. Böylece Türkiye’de illegal olarak örgütlenmiş ve kendilerini cemaat olarak tanımlayan gruplar doğmuş olur. Müslüman cemaat içinden türemiş kendisini “daha Müslüman” gören cemaatler böylece çoğalmıştır. Türkiye bu anlamda çağdaş dini cemaatler cenneti gibidir. Bunlar arasından iyi niyetli olanlar bir yana, devlet-millet düşmanlığı üzerinden örgütlenenler ülkeyi tehlikeye sokmaktadır. Türkiye devletini ve toplumunu kafirlikle yaftalayarak her türlü illegal faaliyete girebilmektedirler. Bu anlamda dinin araç olarak kullanılması bir milli güvenlik meselesidir. Bunların ayrıntılı analizlerine ihtiyaç vardır.
Türkiye’de cemaat adı verilen kapalı grup örgütlenmeleri çoğunlukla resmi olmayan ve illegal olan gruplardır. Toplumun geleneksel kültüründe yer alan dini hassasiyeti malzeme olarak kullanan bu gruplar asıl amaçlarını ve yapılarını genelde gizlerler. Dışa yansıyan ile içeride geçerli olan aynı değildir. Yine dini bir gerekçe olarak siyaseten gizlenme iznini sonuna kadar kullanırlar. Bu yönteme takıyye adı verilir. Takıyye, kişinin canına veya malına yönelik bir tehlike karşısında inancını gizleyip gerektiğinde aksini söylemesi anlamında bir terimdir. Sonuçta karşımıza ilkesiz, dürüst olmayan, zayıf karakterli cemaat mensupları çıkar. Bu tip şahsiyet zayıflığına uğramış kişiler toplum için büyük bir zaaf oluşturur. Cemaat yapısında ikinci büyük zaaf noktası şeyh-mürit ilişkisidir. Burada tarihteki tasavvuf terbiyesi sürecinden çok farklı bir durum söz konusudur. Bu tip yeni cemaatlerde kapalı grup özelliğinden dolayı lidere sorgusuz ve şüphesiz itaat esastır. Üyelerinden şartsız teslimiyet istenir. Üye olacak birey bütün kararlarını lidere ve temsilcilerine bırakır. Çarpıcı bir örnek olarak üyelerinin teslimiyetini “ölünün yıkayıcısına teslim olması gibi kendisini şeyhine teslim etmelidir” benzetmesiyle açıklarlar. Bunun tehlikesini izah etmeye sanırım ihtiyaç yoktur. Böyle bir anlayış ne insani ne İslami anlayışa uyar ama kapalı cemaatlerde temel ilke halinde uygulanır.
Yakın dönemde sıklıkla karşılaştığımız kapalı cemaatleşme sadece dini gruplarda geçerli değildir. Çeşitli amaçlarla kurulmuş illegal kapalı örgütlerde de bu yapı egemendir. Kendilerini gizlerler, üyelerinden şartsız itaat beklerler, her türlü yolu mübah olarak görürler ve kullanırlar. Bu tip yapılarla mücadele etmek oldukça zordur. Toplumun yasalarla belirlediği sınırları çiğnemeyi kendileri için bir görev olarak kabul ederler. Bunu yaparken kendilerini haklı görecek meşrulaştırmalar geliştirirler ve sorgusuz sualsiz buna inanırlar. Dolayısıyla suç işlerken vicdan azabı çekmezler ve gönül rahatlığıyla eylemde bulunurlar. Çoğu zaman suç olan davranışı kendi kararlarıyla değil örgütün lider kadrosunun talimatıyla gerçekleştirirler. Türkiye’de bunun en önemli örneği FETÖ ve PKK örgütüdür. PKK öncesinde kent alanlarında ve sokaklarında eylemde bulunan siyasi örgütler de bu bağlamda değerlendirilebilir. Emirde robot olması beklenen üyeleri olan her örgüt tehlikelidir. Birey olarak ahlaki davranışlarda bulunabilmek düşünmeyi ve karar vermeyi gerektirir. Bunun sınırları ahlaki erdemler ve içinde yaşadığını toplumun yasalarıdır. Kapalı illegal örgütlerde buna fırsat verilmez. Aykırı davrananlar ya infaz edilir ya da aforoz edilir.
Sosyoloji, toplumsalgrup kavramı içinde örgüt yapılarını inceler ve analiz eder. Her örgüt illegal değildir. Devlet de bir örgüttür, ekonomik faaliyet sürdüren şirketler de. Toplum, pek çok hizmeti örgütlü organizasyonlarla gerçekleştirir. Toplumsal işlevler örgütlerle yerine getirilir. Dolayısıyla burada masaya yatırmaya çalıştığımız kapalı illegal örgütlerdir. Adı ister cemaat olsun ister PKK’da olduğu gibi terör örgütü olsun ister illegal parti olsun ister dernek görüntüsü altında olsun gizli amaçlar için faaliyet sürdüren yasa dışı örgütler her toplum için tehlike oluşturur. Bunlar kült örgütler olarak kabul edilebilir.Sosyoloji literatüründe ‘kült’ kavramı Türkçede tarikat anlamında kullanılsa da mutlaka dini olması gerekmez. Dindeki gibi bir inanç ve teslimiyet ile oluşturulan kapalı-gizli-illegal olarak örgütlenen gruplar tarikatlara benzetilebilir. İslam tarihinde önemli işlevler üstlenen tasavvuf yolunda faaliyet gösteren tarikatlar bu çerçeve içinde değildir. Kendi dönemlerinde hem meşru hem önemli görevler sürdürmüşlerdir. Örneğin Anadolu’nun İslamlaşması sürecinde kurulan Ahilik teşkilatı Türkler için önemli bir kurum (örgüt) olmuştur. Günümüzdeki durum farklıdır.
Yakın tarihimizde FETÖ kısaltmasıyla gündem oluşturan örgüt yıllarca toplumun seçkinleri tarafından kameralar önünde övülmüş ve faaliyetleri devlet yetkilileri tarafından desteklenmiştir. Emniyet teşkilatını, Silahlı kuvvetleri, Adalet mekanizmasını, eğitim sistemini ele geçirmesi esnasında gizli emelleri anlaşılamamıştır. Anlamış olan ve yetkilileri uyaranlara kulak verilmemiştir. Türkiye için büyük bir tehlike oluşturdukları mevcut hükümetle iktidar mücadelesine girdiklerinde ancak anlaşılabilmiştir. Bu durum Türkiye siyaseti, bilim ve düşünce dünyası ve seçkinlerinin durumu açısından utanç verici bir zaaftır. Bu bağlamda toplumda olup bitenleri doğru analiz edebilmek ve doğru anlayabilmek için bilime ne kadar çok ihtiyacımız olduğu bir defa daha ortaya çıkmıştır. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünün değeri unutulmamalıdır.
Yeni yorum ekle