Kentli Kültürü
Eylül Özsoy
20. yüzyılda hız kazanan kentlere göç hareketi toplumlarda bir arada yaşama kültürünün yeniden inşa edilmesine sebebiyet vermiştir. Farklı hayat görüşlerine sahip insanlar iş bulma umuduyla kırsaldan kentlere yoğun bir göç sürecine girmiştir. Kentlerin yeni nüfusu “kentli kimliği” ve “bir arada yaşama kültürü” kavramlarıyla yüzleşmek zorunluluğuyla karşı karşıya kalmıştır. Bir arada yaşama kültürü asırlar öncesinden beri süregelen bir insanlık mirasıdır. Antik Yunan, Arap, Latin yazılı kaynaklarında da dikkat çekecek ölçüde vurgulanmıştır bir arada yaşama kültürü.
Makaleler, toplum teorileri, arkadaş sohbetleri ve münazaralarda kent kültürü ve onun insan üzerinde yarattığı etkiler uzun uzadıya ele alınır. Bir kenti betimlediğimizde, yalnızca kalabalık bir yerleşim birimi üzerinde durmayız. O kentin fiziksel, sosyoekonomik, kültürel ve tarihsel özelliklerini ele almazsak pek çok şey havada kalır, sallanır durur.
Kentlerin hafızaları vardır. Geçmişte yaşanmış olaylar, savaşlar, kutlamalar o eski kent yerleşkelerinde sesler, hisler ve oluş sıraları hafızası içerisinde saklı tutulur. Bu doğrultuda, bir kentin kimliğinin oluşum süreçlerinde rol oynayanlar oranın sakinleri, bir ortak paydada buluşma durumu ve nihayetinde maddi ve manevi değerlerin üretilebilmesidir. Bir kentin kimliği bu koşullar ile oluşur.
Kentlerin kimlikleri haline gelen heykeller, özgün mimari eserler ya da turistik mekânlar medya vasıtasıyla dünyaya tanıtılabilmektedir. Örneğin Ayasofya ve Sultanahmet İstanbul’un simgelerindendir. Dünyanın diğer cazibe merkezlerinde de tarihi ve kültürel unsurlar turizmin geliştirilmesi için tanıtıldıkça kentlere kimlik kazandırma çalışmaları hız kazanarak sürer.
Gerek yetkililer gerek vatandaşlar yaşadıkları kentin daha güvenli, bakımlı, huzurlu olabilmesi adına ellerinden geldiği ölçüde katkı sunmakla yükümlüdür. Sakinlerine katılımcılık hakkı, iş imkânı, eğitim imkânı gibi katkılar vadeden büyükşehirler ciddi problemlerle de karşı karşıyadırlar. Kırsaldan kente göçün yarattığı sorunlar başlangıçta bir kartopu iken zamanla bir çığa dönüşebilmekte, bir kördüğüm halini alabilmektedir.
Göç etmiş insanların yaşamları hakkında bir izlenim elde etmek istersek büyükşehirlerin çevrelerindeki yerleşim yerlerinde, varoşlarda, banliyölerde bir süre bulunmamız, oralarda yaşayan insanlarla konuşmamızda büyük yarar olacaktır. Kısıtlı imkânlarla yapılmış derme çatma evlerin oluşturduğu mahalleler bu şehir manzarasına yol açan etmenlerin ne olduğunu herkese düşündürtecek bir ders verir. Her insanın değerli olduğu ve hak ettiği değeri görmeye ihtiyacı olduğu düşüncesi kuşatır aklımızı.
Ekonomik olarak güçlü ile zayıf keskin hatlarla birbirinden ayrılıvermiştir. Kırsaldan kente göç edenler bir an önce kent hayatına karışmak zorundadırlar. Ekmek parası, zorunlu ihtiyaçlar… Bunlar olmazsa yaşam da olmaz. Yeni başlangıçlar kaçınılmazdır. Kentlerdeki olumsuz yaşam koşulları, sağlıksız gecekondu bölgeleri yavaş da olsa kaçınılmaz bir dönüşümden geçiyor. Gecekonduların oluşturduğu mahalleler azaldığı için yüzümüzde bir tebessüm oluşuyor. Bu kez de beton kalıplar içine hapsolmuşken nefes almaya, yeşille, meydanlarla buluşmaya çalıştıkça yüzümüzdeki ilk tebessümün kısa ömrüne üzülüyoruz.
Kentleri yönetenler, insanın değerinden sıklıkla söz ediyorlarsa da hemşerilerine, “kalabalıklar arasında kaybolmuşluk” deneyimini yaşattıklarını mutlaka görmeliler. Kentleri yönetenler ve kentliler metropollerin, anakentlerin zamanında tedbir alınmadığı için çığa dönüşen devasa sorunları karşısında gözlerini kapayamazlar. El ele verip çözüm üretmez, ortak paydada buluşup kent kültürü ve kentli kimliği oluşturamaz isek hazin son kaçınılmazdır.
Doğrudur, doğa boşluk tanımaz. Ancak boşluk tanımayan sadece doğa mıdır? Toplum boşluk tanır mı, siyaset boşluk tanır mı? Boşluk neredeyse hiçbir yerde olanaklı değildir. Kimlik de boşluk tanımaz. Kırsaldan kente göç eden insanımız kentli kültürü, kentli kimliği ile tanıştırılamaz ise kır-kent arasında emanet bir kültürün etkisi altında kalması kaçınılmazdır. Kentliliğin gerektirdiği özgür düşünceye ancak aklın, yüreğin ve nihayetinde de ruhun geçirdiği bir evrim sonucu ulaşılabilir. Bu değişim gerçekleşmediği sürece kentlilik bilincinin, kentli kimliğinin sağlıklı bir şekilde oluşmayacağı kuşkusuzdur.
Bir yerleşime kent diyebilmemiz için dört ölçüt aranır: nüfus, yönetsel yapı, toplumsal yaşam ve ekonomik nitelikler. Ancak bu ölçütler bir araya gelirse bir kentten söz edebiliriz. Kentler hemşerilerine hak ve özgürlükler sunmakla yükümlüdür. Bunun karşılığında da kent hemşerisinden kent sorunlarına karşı duyarlık bekler. Kentlilik sorumluluk ve yükümlülüklerle oluşur. Kentlilik bilinci katılımcı vatandaşı yaratır.
Katılımcı toplumlar vatandaşlık haklarının farkında olan, ödevlerini yerine getiren bireylerden oluşur. Vatandaşlar yönetimde yer alır. Kentlinin etik değerler çerçevesinde yaşaması bir demokratik görevdir. Etik değerlerin gözetilmesi kent huzurunun her daim sağlanmasını pekiştirir.
Dünya çapında etkili yenilik teknolojileri günlük hayatın akışında sürekli devrimlere, değişimlere neden olmaktadır. Meydana gelen ilerlemeler birbiri ardına sıralanmıştır. Modernlik ideolojisini takip eden teknoloji devriminin yaşandığı ülkelerde öte yandan da sosyolojik erozyonlar görülmeye başlamıştır.
Modernite ile birlikte akıl ön plana çıkmıştır. Aklın merkeze alınmasıdır modernlik. Modernite eski kalıpları silip götürür ve kendi gerçeğini dayatır. Doğru davranış, konuşma ve yaşam tarzı toplumun tamamına egemen olur.
Coğrafyamızda modernleşme ile ilgili ilk atılımlar Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlamıştır. Akılcılık felsefesi yanlısı aydınların yer aldığı grupların arasında Yeni Osmanlı Cemiyeti gibi oluşumlar ortaya çıkmıştır. Osmanlı’ya Batıdan uyarlanabilecek yeniliklerin hangileri olabileceği hakkında görüşler sunulmuştur. Yeni Osmanlılar gelişmek ve ilerlemek için Batı’nın kimi faydalı yönlerinin örnek alınmasının zaruri olduğuna, ancak Batı’nın her yönüyle taklit edilmemesi gerektiğine inanmışlardır.
Kentli, akılcılık yoluyla kendi kaderini kontrol etmesi gereken bir birey olması gerekirken, dışarıdan edinilmiş bir düşünce sisteminin pasif uygulayıcısı haline de gelebilir. Tanık olduğumuz monoton ve amaç yoksunu hayatlardaki boş yapboz parçasının olduğu taraf işte tam burasıdır. Akılcılık üzerine günümüzde de siyasi, entelektüel ve kültürel tartışmalar düzenlenmekte. Bir mozaik olan Türkiye’mizin kültürel yapısı, her daim yeniliğe saygısı ve ılımlılığını koruyarak ilerleyecek ve dönüşecek. Konu insan olunca hiçbir mutlak kural dikiş tutturamıyor. Değişim rüzgârı kaçınılmaz bir şekilde kent kültürünü, kentli kimliğini ön plana çıkarıyor. Kent kimliğinin ve kent kültürünün, ancak ve ancak kentdaşların el ele tutuşması ve kent yönetimlerinin hemşerileriyle tam bir dayanışma içinde olması ile gerçekleşeceği kuşkusuzdur.
1970’li yılların ses sanatçısı Şenay bakın nasıl sesleniyor yarım asır öncesinden:
Şu dünyadaki en mutlu kişi mutluluk verendir
Şu dünyadaki sevilen kişi sevmeyi bilendir
Şu dünyadaki en güçlü kişi güçlükten gelendir
Şu dünyadaki en bilgin kişi kendini bilendir
Bütün dünya buna inansa
Bir inansa, hayat bayram olsa
İnsanlar el ele tutuşsa
Birlik olsa
Uzansak sonsuza…
fotoğraflar: internet medya
Yorum
Kentli kültürü
Harika bir gözlem ve yorum.
Nüfus artışı sonucunda pek çok kavram değişiyor.
Harikasın.
Harikasın.
Kentli Kültürü
Demokratik bir düzende yazılanlara ben de imzamı atıyorum, ama dünya üzerindeki metropolleri görünce 'bu mu kent kültürü ' demekten de alamıyor insan kendini.
Güzel bir yazı. Beynine, eline ve kalemine sağlık.
Selam ve sevgiler
Göç, Kent Kültürü
İnsanoğlu var oluşundan günümüze kadar bir yerden başka bir yöreye göçmüş.
Bu göç hareketi toplumsal ve sosyal çatışmalar getirmiş.
Bu yazıda da bu konu ele alınmış.
Yeni yorum ekle