Anısı Olan Zamanları Yitirme Duygusu 

Deneme

Anısı Olan Zamanları Yitirme Duygusu 

İhsan Kurt

Aslolan yaşanmış, anısı olan zamanlardır. Bu zamanlar unutulduğunda insanda ortaya çıkan duygu yitirme duygusudur.
İster insanı mutlu, mesut eden isterse üzen, öfkelendiren anılar olsun bunlar artık yaşanmış ve anılarda kalmıştır. Fakat bu anılar hatırlanmaya çalışıldığında daha çok bilinç üstüne çıkanlar insanı en çok etkileyenlerdir. Bazı insanlarda kendisini mutlu eden anılar, bazılarını derinden yaralamış olan anılardır. Bu anılardan hangisi olursa olsun bastırılmaya bile ihtiyaç duyulmuyor, hatırlanmıyorsa işte o zamanlar artık yitirilmiştir, anılar bir yerlerden silinmiştir. Bu durumda insanın yaşadığı boşlukta zamanı yitirme duygusu büyütülür.
Anısız zamanlar, yitik duygusu gibi söyleyişlerde zengin ama geçmiş zamanlı, derinlikli hislerin bende çağrıştırdıklarını hiçbir zaman unutmadım. Bu konuda düşüncelerime, bazan duygularıma takılanları hatırladığım kadarıyla anlatacağım.
İster anı deyiniz isterse hatıra önemli olan bu sözcüklerin sizde neler çağrıştırdıkları, neleri anlattıkları, ne gibi imge/ler oluşturdukları ve sizi nasıl zenginleştirip fakirleştirdikleridir. Kelime deyince bir fakirleştirmeden bahsedilebilir mi bu da ayrı bir konu. Kelime, ardından bilinen bilinmeyen bütün kelimeleri çağrıştıracağından yani tatlı bir çoğalma, mutlu bir artış olacağından ancak hayata bakışı, hayatı yorumlayışı zenginleştirecektir. Hatta kelimenin ikisi üçü ve daha fazlası bir araya geldiğinde, anlamlı cümle, derinlikli bir metin olduğunda bazılarımızı daha çok sarar, okudukça bizi içine çeker. Sadece gözlerimiz değil hayallerimiz, düşüncelerimiz kelime bahçelerinin içinde bazen zevkle bazen hüzünle dolaşır. “Yitik” kelimesi yalnız başına böyle bir kelimedir ama buna “duygu” kelimesi de eklendiğinde düşünceleri zorlayan hayal dünyası zamanın bütün boyutlarında, yüzeyselliklerinde ve derinliklerinde uçarı bir mekânda gezinip durur.
Nitekim “yitik zaman” üzerinde de birçok şey söylenmiş, birçok kitap da yazılmıştır. Yitik zamanı tutku haline getiren kalemler olduğu gibi bir müjde verircesine yitik zamanlarını kaybedenler için yitik zaman satıcıları bile türemiştir. Bu durumlara elbette “yitik zaman”ın şiirsel, duygusal, zihinsel, derinlikli ve galiba biraz da puslu çağrışımlarının eşlik etmesi sebep olmuştur. Onun için biz “yitik” olanı değil “anısız zamanları” seçtik. Anısız zamanların çekiciliği, sorgulayıcılığı, her insanda düşünmeye, kendisini ve yaşadıklarını, yaşayamadıklarını hesaba çekebilmiş olması yitik duygusunu da beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla “yitik zaman” geri getirilemeyeceği gerçeği düşünüldüğünde insanın bir kahrolmuşluğa kendisini bırakması yerine en azından yitik duygusunu anılarında yaşayarak bu yıkımdan kurtulması mümkündür. Yeter ki zamanlarını anısız geçirmemiş yahut zamanına anılarını kaydetmiş olsun. Yeter ki bu duygular anısız sanılan zamanlarda kaybolup gitmemiş olsun. 
Eğer anısız zamanlardan bahsedilebilirse bu zamanlara yaşanmamış zamanlar da denebilir. Böyle bir şey mümkün olmadığına göre insanın anısız olduğunu sandığı zamanlar olsa olsa ancak yitik duyguların yaşandığı zamanlardır. Acı anıların bastırıldığı, yürek dilinin susturulduğu lakin bilinçaltı arzusu olarak bir türlü silinmek de istenmediği zamanlar.
An, içinde olunan zaman. Anı yoksa zaman da yok denilemeyeceğine göre bu tür zamanlara yitik duygusu hâkim olur. Belki biraz burukluk, varla yok arası bir umutsuzluk, hatırlamak mı hatırlamamak mı hususunda kararsızlık, doluluktan çok boşluk ve bütün kelimelerin içi boşaltılmış bir anlamsızlık karmakarışık sıralanır. Yitik, sadece var olanın değil aynı zamanda anın, yani yaşanmış olanın kaybıdır. Yitik duygusu anda olduğu gibi yitik geçmiş zamana aittir. Anı yoksa zaman da yok demek değildir çünkü zaman anısız da olsa vardır. Ancak anısız zamanlar insanda yitik duygusunu besler ve yaşatır. Mesela “keşke” diye başlayan her cümlenin içinde bir veya birden fazla anısız zaman saklıdır. Anısız zamanlarda yitikleri arama çaresizliğini, beyhudeliğini fark edemeyenler pişmanlık duygularıyla karamsarlık içinde yaşarlar.
Nasıl ki yitik her insanın kendisine özgüdür, zaman da aynı özelliği gösterir. “Benim zamanım yok veya var” derken de her bireye özgü bir zaman söz konusu edilir… Nitekim Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde roman kahramanı Hayri İrdal’ın ağzından “Hakiki insan zaman şuurudur” der. Yani “insan” olma gerçeğine zaman bilincini de ekler. Soyut veya somut yitiğin sınırı, ağırlığı, estetiği, önemi, değeri belirlenmesine rağmen zaman böyle ölçülere sokulamaz, değerlendirilemez. Anılar ise her hatırlayışta yeni baştan ama farklı sahnelerle yeniden, yenilenerek yaşanır. Yeter ki yitiklik duygusu ve baskısının içine girilmemiş olsun.
Zamanında yaşanan anıları hatırlasanız da aynı acıyı veya aynı hazzı alamayacaksınız. Zaman onları örtmüştür. Belki de öyle bir gün gelecek ki bu anıları yitirmeseniz de bir yitik duygusu içinde kendinizi bulacaksınız. Bunun da yaşla değil daha çok yaşananla, yaşananların ortaya çıkardığı etkilenmeyle ilgili olduğunu anlaşılır.
Zaman gibi zamanı sayılarla isimlendirmek de izafidir. Çünkü bir insanın ömrü hatırladığı anıları kadardır. Varsa da yitik anıları bir gün bulma umudu yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Gerçi Camus, “İlk Adam” eserinin anlatıcısı, “Yitik zamanı ancak zenginler yeniden bulur,” der ve ekler yoksullar, “yorgunlukların ağırlığı altında” daha çabuk unuturlar, yaşama katlanabilmeleri için de fazla iyi anımsamamaları, günü gününe yaşamaları gerekir. Oysa Camus “… bulur” derken “hatırlamayı” kastettiği cümlenin devamında açık olarak anlaşılıyor. Yani unutulmuş olan değil “yitik” olan zamanlar zengin için de fakir için de yitirilmiştir. Unutulan zamanlarla yitik zamanların birbirine karıştırılmaması gerekir. Unutma durumunda hatırlamak demek bir anlamda bulmaktır , yitik zamanlarda bulamama duyguları, umutsuzlukları öne çıkar. 
Yaşanmış saymadığı, yaşananların hatırlanmadığı anısız zamanlar insanda yitik duygusunu besler. Damarlarda dolaşan kan beyinde kalan iz artık keşfedilmesini bekleyen tarih öncesi sırların içindedir. Ne zenginlik ne de büyük çabalar ve zorlamalar bu sırları geri getiremeyecektir. Çünkü yitirilmiş, yitirildiği bile unutulmuştur. Bu duyguda hayal yoktur, imgeler silinmiştir, bir umut kırıntısı yoktur, beklenti yoktur, acı, sevgi yoktur, hatta “yok” bile yoktur. En önemlisi de Locke’un ifade ettiği gibi, kişisel anıların yitirilmesi kişinin kimliğini yitirmesiyle eş anlamlı olduğundan bir kimlik de yoktur. Yitik duygular anısız zamanlarla, anısız zamanlar yitik duygularla erimiş, buharlaşmış, silinmiş, silinmişlik izleri bile kalmamıştır artık. Üstelik “yitik” diye bilinenler yitirildiği sanılan yerlerin, mekanların, zamanların dışında aranmaya çalışılmaktadır. Arayıcının çelişkisi biraz da bu davranışında yatmaktadır.
Anısız zamanlarda yitik duygusunu düşünürken bazı sorular bizi meşgul edebilir: Anıları yaşanmış saymama yerine anısız sanılan zamanlara anılar yüklemek midir dolu dolu yaşamak? Böyle bir sanı insanı ne kadar avutur, insan ne kadar avunur? Ya da benzer sorular dikkate alındığında insanın avunma ihtiyacına ihtiyaç var mıdır şeklinde de bir düşünce karşımıza çıkar.
Sanıyorum ki “anı” biraz yaş almayla biraz da dolu dolu yaşamakla ilgili. İnsanın yaşadığını sanmasıyla da bağı olabilir. Dolu dolu yaşamak, aslında her insana göre farklı anlamlar taşıyabilir. Kimilerine göre işten güçten, eğlenceden, gezmeden tozmadan başka zamanının olmamasıdır. Bazılarına göre istediğini istediği zamanlarda istediği gibi yaşamak olarak algılanabilir. Bana gelince bu seçimleri hiç düşünmedim. Belki düşünemedim. Dolu dolu yaşadım mı diye kendime sorduğumda cevap olarak “belki” demek içimden geçiyor. Çünkü cevabımın tam olarak yerli yerine oturması için yaşadıklarımı hatırlamak, hatırlayabilmek gerekir. Ki hatırlamak yaşamaksa neleri ne kadar hatırladığımız da yaşadıklarımızın belgeleri sanıyorum. O zaman yaşadığımız halde hatırlamak istemediklerimiz veya bastırmaya çalıştığımız halde bastıramadıklarımız, unutmak istemediğimiz halde unuttuklarımız hangi yaşama sınıfına dahil olacak? Bunlar hayatın hangi safhasında rol aldı? Bu ve benzeri sorulara istediğimiz gibi değil aynen yaşamış olduğumuz gibi hiçbir baskı, sınırlama koymadan, maske giydirmeden çıplak olarak kendimize itiraf edebilirsek büyük bir yükü üzerimizden attığımızı hissederiz.
İnsan hiç anısız zamanlarının olduğunu düşünür mü? İşin içine düşünce girince de anısız zamanlarının olduğunu hatırlayabilir mi? Hatırlanıyorsa o zamanlara anısız diyebilir miyiz? Düşünmek, yaşamak, hatırlamak ve daha başka birçok kavramın artarda ifade edilme mecburiyetinde olan cevap zincirleri gibi sıralanması bir çıkmaz değil birçok aydınlık kapıların açılmasına fırsat verdiğini görmenin zenginliği mi, mutluluğu mu, hazları mı, yoksa yitiklerini bulan birinin ferahlığı mı hissettiği hususunda açık ve net bir cevap verebilmek çok zor. Hatta böyle bir cevap verme zorunluluğunu hissetmek bile hayatın sıkıcı yanlarını çoğaltır. Daha sonra da bunları yitirmeyi istemeyi, anısız zamanlara gömmeyi arzuladığını fark ettiğinde iç çatışmaların getirdiği ve adına huzursuzluk veya başka isimler verdiği çabalarla ömrünü törpüler.
Engel ve engellenmek hatırlamaktır, hatırlanmaktır. Engel ve engellenmek zamanların dikeni, bazen de gül ekenidir. Gülde diken ne kadar istenmezse dikenin acısı da o kadar istenmez. Gerçek anlamda istenmeyen şeylerin anısı olur mu? Olur elbet ne kadar acı olursa anıların sancısı da o kadar olur. Olur elbet diken unutulmak istense de gül buna izin verir mi? Gül ki zamanları anısız bırakmak, yitik duygulara terk etmek istemez. Ancak anısız zamanların yitik duygusunu yaşayanlar birbirlerini daha iyi anlar. Böylelikle gülde dikeni anılarda acıyı kabullenirler.
Anısız zamanları ne düşünce ne de hayal sayfalarında bir imge olarak işaret etmek başarı mıdır? Eğer bu bir başarı ise böyle bir başarıyı yakalamak mümkün mü? Elbette mümkün değil. Çünkü yoklarda varları, yani anısız zamanlarda anıları bulmak mümkün değil. Yitik duyguları ne kadar ararsanız arayınız yoklarda, yok olanlarda bulamayacağız. Ancak anılar yaşanmışsa zamanlar bir anlam kazanacak, yoklarda değil varlarda, yitirileni yitirdiğimiz yerlerde ararsak devamlı bir umut içerisinde yaşayabileceğiz. Anılar varsa yitik duyguların bulunması umudu da tatlı bir huzur gibi yeni baştan yaşanır. 
Siz bakmayın gençler hayalleriyle, yaşlılar anılarıyla yaşarlar demelerine. Çünkü yaş alanların da küçük-büyük hayalleri vardır. Adını biraz değiştirip buna “umut” deseler de hayaller son nefese kadar devam eder. Aslında hayalleri tükenmiş, bitmiş insan artık aramızda yaşamıyor demektir. Şair Yahya Kemal boşuna mı demiş “İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar” diye. Bir gün yaşlandığınızda, var olan gücünüzle bağırıp çağırsanız da anısız zamanlardaki yitik duygular bir türlü geri gelmez. Bu defa siz hayal kurarsınız; yaşlanmış gibi değil yaşamış gibi, gerçekmiş gibi hayaller, duygular üretirsiniz ama anısız zamanlara anılar yükleyemezsiniz. Eski zamanlarda yaşamış bir sevda destanının kahramanı sayabilirsiniz kendinizi, ateşle yansanız da ateşi çalıp insanlığın hizmetine sunan Promete rolünü istediğiniz gibi oynarsınız, bütün bunlara ürettiğiniz, kurguladığınız hayallerinizi yüklersiniz belki. Ama bütün bunlar yine de anısız zamanların yitik duygularını bulma ümidini geri getiremez. Çünkü Aragon’un da söylediği gibi “zaman sensin.” Zamanı sen sende, yitik duygularda, sevgilerde aramalısın.
 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.