İdrak, İrade ve Özgürlük
İhsan Kurt
Gerek ilköğretimde gerekse fakültelerde ders verdiğim zamanlarda öğrencilerde ortak olarak gördüğüm bir davranış, düşünce sorunu vardı. Öğrenciler ya bir konuyu yeterince anlayamıyor veya anlayıp anlamadığı hususunda kararsızlık yaşıyor yahut bunları yaptığı halde yaptığını veya düşündüklerini özgürce ifade etme sorunları yaşıyorlardı. Öğrencilerdeki bu durum formüle edilecek olursa onlar idrak, irade ve özgürlük sorunları içerisinde şaşkınlık yaşıyorlardı. Duygusal güç olarak da anlam yüklenen irade öğrenilmesi istenen her fikri, düşünceyi bir tutkuya büründürdüğünde ancak başarı gelebiliyordu. Deneyimlerim ve uygulamalarım bana gösterdi ki bu da ancak zihinsel çalışmalarda bireylerde özgürlüğü ve kendiliğindenliği sağlamakla gerçekleşiyordu.
Bunun için idrak ve iradeyi özgürlüğün dışında veya özgürlüğü idrak ve iradeden bağımsız olarak açıklama daima eksik olacaktır. Bunun için yazıda idrak, irade ve özgürlüğü bir bütün olarak ele almaya, açıklamaya çalıştım. Çünkü özgür irade ve özgür idrak ilişkisi açıklanmadan bunlara bağlı özgürlük de tek başına anlam bütünlüğünü oluşturamayacaktır.
Bir yazı yazarken kavramların anlam zenginliği içine derinlemesine girerek konuyu okunmaz ve çekilmez hale getirmeyi pek sevmem. Ancak bu denemenin daha iyi ve doğru anlaşılması adına, en azından bu yazıda kavramlara yüklenmiş olan anlamları kısaca açıklamakta fayda görüyorum.
İdrak; anlama yeteneği, anlayış, akıl erdirme, algı, algılama olarak tanımlanmasının yanında psikolojik bakış açısıyla da dış dünyanın uyarısı ile meydana gelen fiziksel duygunun zihinsel yorumu şeklinde anlamlandırılmaktadır. Buradan da anlaşılıyor ki dış dünyadan gelen uyarıcılar idrakin oluşmasında, bireyin algılamasında doğrudan etkilidir. Bu etki ister istemez insanların düşünce ve davranışlarına da yansır.
İrade ise, insanın karar verme gücü olarak bilinir, tanımlanır. Birey herhangi bir konu hakkındaki kararını en az yahut hiç tesir almadan veriyorsa onun iradesi güçlü demektir. Hep başkalarının etkisiyle, yönlendirmesiyle karar alıyorsa irade gücünün zayıf olduğu söylenebilir. Dolayısıyla bireyde idrak oluşumunda iradenin, özellikle de özgür iradenin büyük bir rolü olduğu gerçeği görmezden gelinemez. Yani idrak, irade ve özgürlük birbirlerine doğrudan bağlıdır. Özellikle idrak ve iradenin oluşumunda ya tesirler yahut özgürlük devreye girer. Özgürlüklerin olmadığı yahut kısıtlandığı yerlerde ne sağlıklı bir idrak anlayışından ne de özgür bir iradeden bahsedilebilir. Özgür iradenin olmadığı durumlarda ise birey kendi dışındaki iradelerin güdümüne girmekten kurtulamaz. Aslında bu anlayışlarda bireyin kendisi değil başkaları etkendir. Konu ile ilgili davranışta bulunan görünüşte A bireyidir ancak o davranışın oluşumunda başkalarının iradesi söz konusudur. Özgür olmayan toplumlarda kendisi olmayan-olamayan, hep başkaları olan bireylerin sayısı da çok fazladır.
İnsanlık her zaman için birçok konuda doğru bir idrak anlayışına ihtiyaç duymuştur. Hayat felsefelerine ve hayatlarını sağlıklı olarak sürdürmelerine bu idrak anlayışları çoğu defa egemen olmuştur. Özgürlüğü idrak etme de bunlardan biridir. Şimdilerde özgürlük olan “hürriyet” tarihte de insanlığın ezeli ve ebedi ilgi alanından hiçbir zaman uzaklaşmamış, uzaklaştırılamamıştır. Hürriyet insanın ve insanlığın hiçbir zaman vaz geçemeyeceği insani değerler arasında hep başköşeyi işgal etmiştir. Onu elde etmek, ona kavuşmak adına verilen mücadeleler de insanlık tarihinin önemli sayfaları arasında yer almıştır. Çünkü genelde ve çoğunlukla özgürlük idraki birey açısından “insan gibi yaşamayla”, milletler, devletler açısından varlıklarını devam ettirmekle bir görülmüştür.
Hürriyet, içi doldurulan zengin ve ağırlıklı anlamıyla insanlığın diğer hayat alanları, sosyal alanları ile de ilişkilendirilerek daha da önemsenmeyi hak etmiştir. Hürriyeti hayat alanlarına giydirmiş olan ülkelerdeki güzel gelişmeler tarihte bile örnek verilmeye layık görülmüştür. Mesela Sultan Mahmut döneminde Fransa ve İngiltere’nin meşhur Hariciye Nazırları, ” hükümdarın düşünce ve menfaatlerine aykırı olsa bile, inandıklarını söylemeyi bir vazife sayıyorlardı. Meclislerde tartışma serbestisi vardı. Basın hürdü. İdarede kötülük yapanlar, basın yoluyla meydana çıkarılıyordu,” örneği verilirken söz hürriyeti, düşünce hürriyeti, basın hürriyeti gibi özgürlüklerin toplum yapısındaki önemi vurgulanıyordu.
Bilim özgür ortamlarda yapılır, sanat ve insanlığa katkı sağlayacak düşünceler özgürlüklerde yeşerir. Öyle ki özgürlük ile bir milletin kalkınması, ilerlemesi arasında da çok önemli bir bağ olduğu tarihimizdeki bazı yaşanmışlıklarda da ortaya konduğu söylenebilir. Nitekim Tarih-i Lütfi’den aktarılan şu bilgiler bu gerçeğe işaret etmektedir:
Milletçe kalkınmanın hürriyetle olacağına inanan Mustafa Fazıl Paşa yaptığı gözlem ve incelemelerden sonra, Paris’ten Sultan Aziz’e gönderdiği meşhur mektubunda, Fransa’ya ait şunları yazmıştır: “Hürriyetin istihsalinden otuz sene sonra, evet padişahım, hesabım doğrudur, tamam otuz sene sonra her şey suretini değiştirdi. Fransa milleti hürriyet sayesinde dünyanın en faal ve en zengin milletlerinden sayılıyordu. Bunun sebebi şudur ki, milletler maddeten dahi hürriyetle ömürleri artar ve her nerede hürriyet muhafaza olunmazsa, orada akıbet yiyecek ekmek bulamayacak dereceye inilir.”
Bu konuda örnekler sayfalarca verilebilir. Özgürlük-insan, özgürlük-ekmek, özgürlük-toplum, özgürlük-üretme (buluş, keşif), özgürlük-kalkınma ve ilerleme, hatta özgürlük ve medeniyet gibi benzer ilişkilerin her birisi çok geniş bir perspektiften düşünüldüğünde özgürlüğün tadı daha iyi anlaşılacak, özgürlüğe düşkünlük daha çok artabilecek, özgürlüklerin imhası türünden girişimlere daha çok karşı durulacaktır elbette. Namık Kemal’in işaret ettiği gibi insan ”idrak” ve özgür irade sahibi olduğu sürece özgürlük iştiyakı, arzusu daima yaşayacak ve bunu kaldırmak da mümkün olmayacaktır:
Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet / Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten, diyen şair kendisine “hürriyet” sorulduğunda şu cevabı verir: “Bir millet insan haklarına ve siyasi haklarına sahip olmaz ise hür olmaz.” Namık Kemal ‘insan hakları’ nı da; insanın canından, malından ve şerefinden her şekilde güvenlik duyması olarak açıklar.
Bütün bunlar hep birlikte bireylerde toplandığında insanda kaygı ve toplum içi güvensizlik daha azalacağından birey kendisini daha rahat ifade etme ortamını bulabilecektir. İdrak etmesi korku ile kaygı ile yönlendirme ile değil özgür iradesi ile gerçekleşecek olan insanların meydana getirdiği toplumlar daha bağımsız, daha üretken ve insanlık âlemine daha çok katkıda bulunacaktır.
Yorum
Tebrik ederim.
Tebrik ederim.
Yeni yorum ekle