Kötü Olan Kim! Karakter mi ? Ya Okur?

Deneme

KÖTÜ OLAN KİM? YAZAR MI? KARAKTER Mİ? YA OKUR?
İnci Gürbüzatik


Güncel yaşam, hem somut hem kurgu, kötülüklere tanıklıkla geçiyor. Gerçek sıradanlaşınca bildik kötülükler de çeşitlenip bir süre sonra kanıksanıyor. İnsanlar hep yenilik peşinde ama kötülük mecralarında orijinallik arıyor. O yüzden her yer kötülükle dolu. Yeni kötülük kurguları o yüzden tırmanış gösteriyor. Duyup da inanamadıklarımızın, ‘yok artık!’ dediklerimizin yanında, kötülük konusunda eski tanıklıklarımız, bilip duyduklarımız neredeyse masum bile kaldı. Böyle bir ortamda okurlar, izleyiciler, seyirciler de artık kötülüklerin, vahşetin, acımasızlığın, cinayetlerin, soğukkanlı katillerin sıra dışı bezemelerle işlediği cinayet öykülerinden hoşlanıp ‘daha, daha, dahası gerek’ der noktasına geldi.  Bunu,  bu konuda yazanların çoğalmasından, satılan kitapların sayısından, izlenen cinayet,  gerilim, korku, şiddet filmlerinin artışından, haberlerde duyulan travma, cinnet, cinayet, darp, intihar ve saldırılardan anlamak olası. Edebiyat dünyasında konu önemli görülmüş olmalı ki, kötücül olarak tanımlanan klasik roman kahramanları, gündemdeki Suç Çağı’nın karakterleriyle karşılaştırılıp hararetle tartışılıyor. Hangisi daha kötü? En kötüsü kim? Filmleri, tv haberlerini, sosyal medyada ‘real’ denilen videoları izlerken şaşkınlıktan gözlerimizi yummalarımız, izlemeye ya da elimizdeki kitabı okumaya devam edip etmeme tereddütlerimiz hep bu gittikçe tırmanan ‘kötünün de kötüsü varmış’ gerçeğinden.  Son yıllarda yazarların kurguladığı kötü karakterlerin masum, namuslu yaşamları, ilişkileri, entrika kurguları, özgün cinayet eylem planları, eylemlerini uygulama teknik ve yöntemleri, kaçışları, gizlerinin çözülemeyişi çok ilgi görüyor. Neden? Çünkü, gerçek hayata koşut pek çok benzerlik zaten insanların güncel yaşamında, görünüründe de var. Medya’yı takip etmek, tv’leri, haberleri izlemek kötülüğün boyutlarını, insanın, insanlığını nasıl yitirdiğini anlamaya yetiyor. Dedim ya her yer kötülük örnekleriyle dolu. İnsanların polisiyelerden, alacakaranlık serilerinden, vampirlerden, zombi, bilim-kurgu temelli, korku, vahşet, katliam içeren mide bulandırıcı filmlerden hoşlanması, akıllara durgunluk veren katillere sempati duyması da mı acaba kötücül olanı haz veren bir karabasana dönüştürdü? 
Kitaplardaki kötü karakterler, ya da tipler bazen yapmayı hayal ettiğimiz ama yapamadığımız şeyleri yaparlar. Okur, kendi yapamadıklarını kahramanın yapıyor olduğunu görmekten hoşlanıyor olsa gerek, yoksa neden peynir ekmek gibi satsın o tür kitaplar? Bu tür kitapları okuyup filmleri izlemek, bir tür terapi mi yoksa? 
Yazarlar, senaristler, yapım şirketleri kurguladıkları karakterlerle, çözümü zor, karmaşık olay sarmalları ile insanın içinde gizlediği –zaten var olduğu söylenen- dehşetengiz kötülükleri böyle kışkırtarak mı su yüzüne çıkartıyorlar acaba? Piyasanın nabzını tutan yazarlar, gerçekte, kişisel olarak asla yapamayacakları, yapmayı hayal dahi edemeyecekleri kötülükleri, hayal güçleri, kalem maharetleriyle kurgulayıp vahşetini, kötülüklerini yarattığı karakterler ile mi gerçekleştiriyorlar? 
Otoriteyle uzlaşan, iyiden, doğrudan, güzelden, erdemden, adil olandan yanaymış gibi  
görünen insanların, aslında nasıl da duyarsız, bireyci, çıkarcı ikiyüzlü olduğunu  düşündüğümüzde anlayabiliyoruz. Tartışılan önemli konu,  yazarın içinde var olduğu söylenen  bir kötünün olup olmayışı. Yazarların takıntılı ya da masum kahramanlarına neden kötülük yaptırdıkları önemli bir soru. Yani her insanın içindeki ‘kötü’ den yazarda da mı var dersiniz?  Yazar, artık kendisi için maşa olacak bir karakter yaratarak elini neden ateşe değdirsin? Dostoyevsky’ nin suçluyu kutsadığını biliriz. ‘ Suç ve Ceza’yı,’Karamazof Kardeşler’ i okumayan mı var?-var tabii- Dmitry’nin babasını öldürmeyi aklından geçirdiğini ama bunu babasının gayrımeşri çocuğunun gerçekleştirdiğini biliriz.  ‘Öldürmedim ama öldürmek istedim’ diyen Dimitry’nin öldürme düşüncesini aklından geçirmiş olması yüzünden kendisini vicdanen yargıladığını biliriz. Dostoyevsky, ‘Ölülür Evinden Anılar’ kitabında insanın içinde var olduğu hep tartışılan caniden söz eder. “İnsanımsı evresinden insan düzeyine geçer geçmez insanlar ölüler evini icat etiler. İnsanların soyunda cezalandırmak, aşağılamak, işkence zevki, ölmek, öldürmek isteği gibi saçma, değişmez özellikler vardır’ Der,
Yazarların, senaristlerin yazacakları konusunda önce kendisinden, çocukluğundan, çevresinden, yaşamından, kimliği, kişiliğinden, merakından beslendiği bilinir. Kurmaca, anlatım, dil bilgisi, araştırma, özgünlük zaten yazmanın olmazsa olmazı. Artık gerisi yazarların, senaristlerin fantezisine, bilgisine, ustalığına, dünyaya, insana bakış açısına, aklından geçenleri aktarım gücüne, amacının ne olduğuna kalmış. 
İzlediğim bazı filmler ya da dizilerdeki vahşeti, insan, insana, çocuğa, hayvanlara, doğaya, akla gelebilecek tüm canlılara, Dünya’nın geleceğine yapıyor. Hem de planla, bencilce, soğukkanlı  yani. ‘Bu nasıl bir düşüncedir, bu nasıl bir insan, nasıl bir intikam duygusu, nasıl bir beladır?’ Sorusunu her karede sorarak izlediğim, bizi insanlığımızdan utandıran, kahreden zulümler ne yazık ki gerçek. Kan revan içinde kesilip biçilen, çeşitli ölüm biçimlerinde, parçalanan insanın seyredilmesinden zevk alınıyor, cani olanın kutsanıyor olması aklımın sınırlarını zorluyor. Hani şeytanın bile aklına gelmez türünden vahşet, kötülük, işkence, zulüm yalnızca yaşantımızda değil, kitaplarda, filmlerde dizilerde ne yazık ki. Çocukların, gençlerin oynadığı oyun kurgularına bu yazımda değinmek dahi istemiyorum. O bambaşka bir mecra. Çoçuklarla yaptığım Drama çalışmalarında ortaya çıkan oyun sunumlarından biliyorum. Çocukların ne tür oyunlar oynadıkları çok daha vahim, o denli önemli bir konu. Gelecek planlı bir kurgu o tasarımlar da işte.  Bence günümüz karmaşasını en iyi karşılayabilecek yazınsal türlerden biri Kötücül Edebiyat. Bilinçaltının hükmü altındaki insanın, başkalarının iç dünyasına bir röntgenci gibi sızma, cini şişesinden çıkartma hali. Bir bakıma birinin diğerinde yok oluş durumu. Çatışmalı ruh hali içindeki okurun, izleyicinin içine sızdığı o dünyada gizemli bir biçimde kayboluşu. Yazılı olduğu için kimseye zararı olmadığı düşünülen,  kötülük içeren bir duyguyu, okuyarak, film, dizi ya da oyun olarak tatmin etmek anlamına geliyor bu yok oluş. Kötü kahramanın yerine kendine yabancılaşarak geçme belki de. Duygusuzlaşma. Duygulardan arınma. Ama katharsis değil. Hiç değil. 
Şeytani olduğu var sayılan bütün bu kötülükleri, zulümleri, işkenceleri, her türlü vahşeti kim yapıyor? Kahraman mı, yoksa kahramanı yaratan yazar mı? Ya da hani bazı yazarlar diyorlar ya, ‘Ben romanımı yazarken karakterim aldı başını gitti. Onu kontrol edemedim.’ Yani işin gerçeği ‘kötücül edebiyatın yazarları, karakterlerinin kontrolünü böyle ellerinden kaçıran yazarlar olabilir mi? Ya da kahramanlarına hükmedip, şeytani kurgularla kendi kafalarındaki var oluşçuluğun izini sürerek, anlamsızlık, hiçlik, bunaltı, kıstırılmışlık suç ve intihar gibi izleklerle onları besleyip bile isteye ‘Kötü ‘Yaftasını yapıştırıveren bilinçli yazarlar? 
Hayal gücünün zenginliğini de,  insanın içinde yaşadığı var sayılan ‘Şeytan’ı da, bu arada unutmayalım. ‘Biz mi onu dinleyeceğiz, yoksa o mu bizi dinliyor?’ Sabahattin Ali’nin ‘İçimizdeki Şeytan’ ını hatırlamadan bu konuyu noktalamak olmaz. Hatta ondan da öncesine gitmek isterim. Rus Edebiyatına damgasını vuran Tolstoy’un "İçimizdeki şeytan" ismini verdiği altı öykü barındıran kitabına. İnsan olmanın erdemi, içimizdeki doğal benliğin; yaşamın, kazanma ve kaybetme konularında verdiğimiz mücadelede, ayartıcı ve aldatıcı olanın, aklımızı çelenin bize kötülük yaptıranın şeytanî yönüne bu iki kitapla dikkatleri çekmek isterim. Bu iki yazarı ve kitaplarını okumanın tam zamanı. Çok şey anlatan, insanın özündeki iyiyle kötünün sınırındaki o ince, hassas çizgiyi aşıp aşmama konusunu, insan olarak yeniden gözden geçirip değerlendirmek, biraz düşünmek gerekiyor. Buna yalnızca bizim toplumumuzun değil, bütün Dünya’nın ihtiyacı var sanırım. Kötülük bütün kurgusu savaşları vahşeti, anlamsız acımasızlı, katliamlarıyla dört bir yanımızı sarmışken okunup düşünülesi çok değerli kitaplar var. İçimizde mi dışımızda mı şu şeytan? Şeytan kim, nerede, bize ne yapıyor? Yoksa biz mi ona bir şeyler yapıyoruz? 
İşte Sheakespeare’ın dediği gibi sorular değil, Kelimeler…Kelimeler…Kelimeler… 
‘Edebiyatta kötüyü ele almak, işlemek, anlatmak cesaret gerektiren eski bir dil ama o dil artık yeni, farklı bir anlatım içeriyor’ deniyor. Ben bir yazar olarak o farklı dili okuyor, izliyor ama o dilde yazmasını bilmiyorum. İyi ki bilmiyorum.
İNCİ GÜRBÜZATİK

Yorum

Konuk (doğrulanmamış) Sa, 21 Haziran 2022 - 13:31

İnci Hocam kaleminize sağlık, geçenlerde bir İspanyol filmi izledim adı aklımda değil şu an çok etkilemişti beni yazarın kişisel olarak yaptığı intikam alma amaçlı korkunç şeyleri anlatan bir senaryosu vardı. Benim de izlerken aklımdan benzer düşünceler geçti. Ne güzel ifade etmişsiniz. İyi ki varsınız, kaleminize kuvvet👏👏👏

Özler Yalçıner… (doğrulanmamış) Sa, 21 Haziran 2022 - 13:42

İnci Hocam kaleminize sağlık, okurken beni benden aldınız yine. Geçenlerde bir İspanyol filmi izledim adı aklımda değil şu an çok etkilemişti beni yazarın kişisel olarak yaptığı intikam alma amaçlı korkunç şeyleri anlatan bir senaryosu vardı. Benim de filmi izlerken aklımdan yazdıklarınıza benzer düşünceler geçti. Kötü olmak ya da olmamak, kötülükten nemalanmak ya da nemalanmamak. Çağımızın dilemması da bence bu. Kötülük, nefret, şiddet ve kutuplaşmanın pompalandığı ve çok da fazla prim yaptığı bu dönemde iyi kalabilmek en zoru ama iyi ki iyiyler var ve hep olmaya da devam edecekler. Pandora'nın kutusundan çıkan umut gibi biz de iyilerden umutluyuz.
Ne güzel ifade etmişsiniz. İyi ki varsınız, kaleminize kuvvet👏👏👏

Filiz Genç İpek (doğrulanmamış) Sa, 21 Haziran 2022 - 14:01

İnci Gürbüzatik’in kötücül edebiyat İle ilgili olarak açtığı bu tartışmayı çok değerli buluyorum. Aslında bu konuda ben de kafa yoruyordum İnci Hanım’ın düşüncelerimin çoğunu yazıya döküp dillendirmesi benim fikirlerimi de netleştirmiş oldu. Her kötü karakteri ve yaptıklarını okurken aslında yazarın kendi yapmak istediklerini kahramanına yaptırdığını ya da yapılandan bir şekilde haz aldığını düşünmüşümdür. Bu duyguyu yıllar önce Ahmet Altan’ın Sudaki İz adlı romanında yaşamıştım. Romanda basılan bir kız yurdunda yapılan işkenceyi, kızın kolunun kırılma sesini, memesinin ucunun jiletle kaldırılışını öyle bir tasvir ediyordu ki, kendisinin o görüntüden büyük bir haz aldığını, ağzının sularının aktığını dehşetle hissetmiştim.
Koşa koşa o kitabı alan yere göğe sığdıramayan okurlar için de öyle…
Sonuçta bu bir arz talep meselesi ve toplumun ruh sağlığının nerede olduğunun da göstergesi. Yazar da okur da toplumu oluşturmuyor mu?

Sevgi Atalay (doğrulanmamış) Sa, 21 Haziran 2022 - 21:56

İnci hanım , çoğu kimsenin değinmekten çekindiği bir konuya değinmişsiniz CESARETLE....
Ben de çok kafa yoruyorum bu konuda... Çünkü edebiyatta kuşkusuz kötü karakterler
de hep vardı. Ama kötülük hiç bu kadar abartılı, ürkütücü ve insan ruhunu tahribedici
boyutlarda kullanılmamıştı.
Makaleniz bir toplumsal irdeleme de taşıyor. Veee aklın eremeyeceği kötülüklerin ilgisel talep yaratması üzerinde hepimizi düşünmeye davet ediyor. Kutluyotum👏

Nermin Küçükceylan (doğrulanmamış) Çar, 22 Haziran 2022 - 08:15

Sevgili İnci,
Tasalarına yürekten katılıyorum. Çocuklar şiddete eğilimliler. Filmler, oyunlar bu eğilimi pekiştiriyor.
Gerçekle kurgu arasındaki çizgi incecik bence. "Sofi'nin Dünyası"nı okuyunca gerçek nedir, kurgu nedir? Sorusuyla yüzleşmiştim. Kitabın sonunda Sofi'nin kurmaca kişi olduğunu n ortaya çıkışı... Şu anda gerçek olduğumu düşünürken, büyük bir romanın kurmaca kişilerinden biri olabilirim, dedim kendime. Yazarın istediği gibi oynuyoruz, dedim yani.
Biraz tasavvufa sığınacağım burada "Vahdet–i vücut" . Her şey Tanrının görüntüsüdür, öğretisi...
Yazarlık, bir tür tanrıcılıktır. Yazdıklarınız sizin yaratınızdır. "Ben yazmadım, kahraman aldı başını gitti." deyince siz yazmamış olmuyorsunuz.
Yazarların yapıtlarında kendilerine ayna tuttuklarını düşünüyorum. Kendinde olmayanı yansıtamazsın.
Seni kutluyorum, yine farklı bir bakış açısı sundun bize. Var ol canım arkadaşım.

Günay (doğrulanmamış) Pa, 10 Temmuz 2022 - 13:50

Sayın İnci Gürbüzatik çok önemli bir izleği işlemiş; kral çıplak demiş bir anlamda. İyi ki bilmiyorum, diye bitiriyor ya yazısını, bunu her aydının, yazarın yapması gerek. Bir başına kalsa bile. İyi kötüyle var olur, eytişimsel ilişkidir. Ne ki yazarın işi kötülük yüceltisi, "Yaşasın kötülük" narası atmak değildir. Bugün erk, çocuklara tecavüz sanıklarını bile yargıdan kaçırıyor, tertemiz oluyorlar. Öyleyse gelin alkışlayalım! Saygılarımla. Günay Güner

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.