Okumayı Okumaktan Etkin Okumaya 

Deneme

Okumayı Okumaktan Etkin Okumaya 

 İhsan KURT

Yiğirmi dokuz hece
Okusan uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Mânası ne demektir

Yunus Emre

Alain, Edebiyat Üstüne adındaki kitabında diğer birçok yazar gibi okumak üzerinde kısaca durmuştur.  Hatta bu konuya küçük bir hikayecik aktararak girer ve şunları anlatır:

“SORBONNE’u bitirmiş biriyle Balzac’ın bir romanından konuşuyordum.
Bana :
— özellikle mi Balzac ’la uğraşıyorsunuz? diye sordu.
Balzac’ı sık sık ve zevkle okuduğumu söyledim.
— Peki, bir kitap çıkarmayacak mısınız bu okumadan?
— Anladığıma göre, bayım, bir kitap bir başka kitabın yazılmasına
yol açan bir şey sizce. Söylerken utanıyorum, ama seçtiğim yazarları öyle ciddi düşünceler taşıyarak okumam salt zevkim için okurum! 
 — Öyle de olsa, bu zevkten hemen yararlanmalısınız. Hiç olmazsa, edebiyat kültürünüzü yükseltmeğe bakmalısınız.”

Bu şekilde devam eden anekdottan sonra Alain hayran olmanın veya bir eseri sevmenin mutluluğunu; okunan eserin aydınlatıcılığına, sürükleyiciliğine bağlar. Sonra da hiç not almadan ve yazarları derinden tanıyıncaya kadar okumayı tavsiye eder. Sartre “Okuma, özgür bir düştür… özgürlüğümün kendi kendisini keşfedebilmek üzere seçtiği yollardır” der.

Okumak denince daha birçok düşünce aktarılabilir elbette. Örneğin Alberto Manguel okumayı yaratıcı etkinliklerin en insani olanı olarak ifade ederken, Vladimir Nabokov  okumayı değil okuru tanımlar ve der ki “İyi bir okur, önemli bir okur, aktif ve yaratıcı bir okur, yeniden okuyan bir okurdur.” Ancak Ralph Waldo Emerson “iyi okur” olabilmenin o kadar kolay olmadığını vurgulamak için “İnsan iyi okumak için mucit olmalı” düşüncesine yer verir. Kısaca okumanın birçok boyutu ve çeşitliliği var ama bu yazıda önce öğretmenlik deneyimlerimden kısa bir örnek verdikten sonra okumanın teorik boyutunu dikkate alarak düşüncelerimi açıklayacağım.
Yazmaya çok hevesle başladığım yıllarda bazı dergilerde yazılar yazıyor, yazılarımı önceden daktilo ile yazıp, zarfa koyuyor ve postalıyordum. Elbette yazılarımın yayınlandığı dergileri de heyecanla bekliyordum. Bir gün postadan gelen derginin sayfalarında kendi yazımı ararken “Zoraki Yazarlık” başlıklı bir yazıya gözüm takılmış, yazıyı baştan sona merakla okumuştum. O günden bugüne bu kavram bende hep “zoraki okumak” veya “okutmak” kavramlarını çağrıştırmıştır. Yani anlıyorum ki bizde zamanla “zoraki okur” yaratmaya çalışıyoruz. En az kırk küsur yıl önceden başlayarak okumak konusunda birçok yazı yazdım, okumama sorunu ile ilgili araştırmalar yaptım, daha sonra kinayeli bir şekilde adını Kitapsızlık Hürriyeti koyduğum kitabımı yayınladım. Bazı yazarların da özellikle bu konuyu sıklıkla yazıp çizdiklerini okudum. Hâlâ görüyoruz ve okuyoruz ki ülkemizde gerçek anlamda bir okumama sorunu yaşanmaya devam ediyor.
Öğretmenliğe başladığımda birinci sınıflara sadece okuma yazma öğretmek değil daha üst sınıflara okumayı nasıl sevdirebilirim, öğrencilerime okuma alışkanlığı nasıl kazandırabilirim diye çok kafa yorduğumu hatırlıyorum. Her gittiğim okulda öncelikle kitaplar temin etme yoluna başvurdum. Okulda veya sınıfta bir kitaplık kurduktan sonra önce Türkçe derslerinin bir saatini sadece okumaya ayırdım. Çocuklar okurken isterse bazı notlar alıyor, okudukları metinlerle ilgili sorular soruyordu. Bu uygulama giderek bütün öğrencileri sarıyor, kendilerinin de okuduklarını göstermek için okudukları öyküler, fıkralar, diğer metinlerle ilgi sorular soruyorlardı. Bu şekilde her öğrenci tarafından arkadaşlarının kısaca anlattıkları merak ediliyordu. Benim hiçbir zorlamama gerek kalmadan bu şekilde kitap paylaşımı, dolayısıyla kitap okuma yarışı başlıyordu. Öğrenciler bu basamağa geçtikten sonra her birine “kitap okuma defterleri” tutturdum. Her öğrenci sınıfın/okulun kitaplığından aldığı kitapları adlarını, yazar/larını ve aldığı tarihi yazıyor, okuyup bitirdiklerinde de kitabın küçük bir kısmını sınıfta anlattıktan sonra kitabı teslim ettikleri tarihleri yazıyorlardı. Açıkça değil ama öğrencilerin kendilerinin bile isteye yaptıkları bir okuma yarışı da böylece başlamış oluyordu. Elbette bu yöntemin tek ve en geçerli bir çözüm olduğu söylenemezdi ama üst sınıflarda aynı öğrencilerin, en azından bir kısmının bu kazandırmaya çalıştığım alışkanlıklarını sürdürdüğünü gördüğümde çok mutlu olmuştum. Yıllar, yıllar sonra da üniversitede eğitim derslerimde alanla ilgili kitapların okunması, aynı zamanda öğretmen olacak olan öğrencilerimin gelecekte öğrencilerine okuma sevgisi kazandırmaları için bazı sınavlarımı kitap okuma, özetleme, analiz etme ve okuduklarını sorgulamaya dönük raporlar hazırlama şeklinde yapmaya çalıştığımı da hatırlıyorum. Gerek ilkokulda gerekse üniversitede bu yöntemleri uygularken öncelikli olarak benim kafamdaki metinleri, kitapları dayatma yerine onlara çok seçenekli yöntemler, kaynaklar sunarak sadece rehberlik yapmaya çalıştım. Öğrenciler bilgilendirdiğim alanlarda kendi özgür iradeleriyle kitaba/kaynağa ulaştılar. Zorlananlara yine onların ilgilerini dikkate alarak rehberliğimi sürdürdüm. İster okuma alışkanlığı isterse okuma disiplini diyelim bu gayretlerin neticesinde öğrencilerin çoğunda bir okuma ihtiyacı doğduğunu gözlemledim.
Bu gözlemlerimde ayrıca gördüm ki “edilgin” hale getirilmek için, onları güya “uyumlu” hale getirmek için yapılan dayatmalar, tavsiyeler çocuk ve yetişkin ruhunda ya bastırılmış bir “isyan” duygusunu besliyor ya da “edilgin” bir kişiliği ortaya çıkarıyor. Oysa mümkün olduğu kadar, her çocuğun/gencin/insanın ayrı bir kişiliği olduğu dikkate alınarak onların seçim alanları zenginleştirildiğinde, seçmelerine özgürce ortam sağlandığında birey hem daha mutlu oluyor hem de kendisi için bir okuma yöntemi, hatta okuyacağı türleri seçebiliyor. Şüphesiz benzer veya daha iyi, daha başarılı yöntemler uygulayan, okumayı sevdiren, okuma alışkanlığı kazandıran eğitimcilerimiz de vardır. Eğer böyle olmasaydı hâlâ toplumun okumamasını sorun yapanlar, konu ile ilgili kafa patlatanlar bulunmazdı. 
Kısaca yıllarca süren bu ve benzer deneyimlerimden, gözlemlerimden eğitim uygulamalarının çoğunda, toplumdaki yaşama tarzlarında görüyorum ki hâlâ “zoraki okur” yaratmaya çalışıyoruz. Edilgin bir toplum rahatlığı (!) tercih ediliyor. Dolayısıyla “okumak” denince de çoğu kez edilginlik öne çıkıyor. Etkin insan yetiştirmeyi sorunlu gören ve etkin insanı toplum hayatının her alanında yok sayan ya da çıkaran anlayış okurların da edilgin kalmasında bir engel görmüyor. İşte bu ve benzer düşüncelerin açıklanması gerektiğinden hareketle okumanın teorik boyutu ile ilgili neler söyleyebiliriz? Biraz da bunlar üzerinde durmak istiyorum.
 *
Okumamanın veya az okumanın psikolojik bir tarafının da olduğu dikkate alındığında bu konuda farklı fikirler geliştirilebilir. Örneğin içinde yaşamakta olduğumuz çağın maddileşme serüveni insanların ruhsal/psikolojik/manevi yönünü de etkisi altına almıştır. Dolayısıyla insanın doğal yapısına/gelişimine uygun ülküler, ihtiyaçlar maddeleşme tarafına yönünü çevirmiştir. Yani maddi istekler etik idealleri bastırmakta öne geçmeye başlamıştır… Artık önemli olan paradır, eşyadır, nesnedir, makamdır vb. Okumak bir anlamda betimlemeleri, kelimeleri zihinde canlandırmaktır. Psikolojik ya da manevi tarafı maddileşmiş olanlar okuduklarını zihinlerinde canlandırmada zorlanır ya da canlandıramazlar, hatta canlandırma gereği de duymazlar. Çünkü canlandırmaya engel olan amaçları maddidir; daha çok eşya, para, makam vb. sahibi olma istekleri zihni yükselten ve besleyen yapılara kapalıdır. Bu kapalılık okumayı sıkıcı olarak görmeye de sebep olur. Okumanın zihinsel bir faaliyet olduğu dikkate alındığında Jules Payot’un da dediği gibi “Zihinsel çalışmada daha fazla özgürlük ve daha fazla kendiliğindenlik olması gerekir.” Bu çalışmada aktif olmak asla edilgin bir biçimde okumamak, sürekli olarak bir anlama çabası harcamaktır. Bu durum da ancak etkin olmakla mümkündür.
Yazı yazmak gibi okumak da genelde bir yalnızlık eylemidir. Bu eylemde bulunurken sabır okumanın gereklerinden biri olan dikkat kadar önemlidir. Sorun bir metne, bir sayfaya “göz gezdirmek” değildir. Okumaya sabır, dikkat ve hatta disiplin eşlik etmediğinde hayatın okumadan, okumanın hayattan uzaklaştığı yerde bireylerin kendisinde dağılma, kendisini bir türlü toplayamama daha fazla görülür. 
Okumanın birçok yararları olduğu sıralanabilir ama okur için okumadaki amacın ne/neler olduğu, öncelikleri açıkça belirlenmelidir ki okunandan daha fazla faydalansın. Francis Bacon’ın dediği gibi “Çelişki veya ret, inanmak veya kanıksamak, konuşmak veya tartışmak için değil de tartmak ve düşünmek için okumalıyız.” Akıl yürütme de denilen anlayış ancak derin okumalar sayesinde gerçekleşir. İyi bir okur bu tür okumalarda kendisine karşı güvenli olur, her okuduğuna göre düşünceleri dağılmaz, tam aksine zihinde yeni ufuklar açılır. Okumadaki amaç, akıl yürütme, okumaya ret veya kabul şeklinde yaklaşma bize okumanın çok çeşitli olabileceğini de hatırlatmaktadır. Örneğin yaratıcı okuma/iyi okuma gibi.

Yaratıcı okumak; metnin sadece ne söylediğine değil, bunu nasıl söylediğine, bir eserin dil ve retorik özelliklerine, edebi biçimine, ayrıca anlamına dikkat ederek okumaktır. Ancak yaratıcı veya iyi okumak Descartes’in ifadesinde anlamını bulduğu gibi “Bütün iyi kitapları okumak, bu kitapların yazarı olmuş geçmiş yüzyılların en değerli insanlarıyla konuşmak gibidir.” Yani okumanın devamlılığı, eğer varsa okumadan beklenenlerin sağlanması, daha da ilerisi okuma zevkine varılması için iyi metinlerin okunması, iyi kitapların okunması gerekir. 

Nermi Uygur, İnsan Açısından Edebiyat adındaki eserinde iyi okuyucunun, okuduğunu anlayan kişi olarak tanımlandığını söyler. Ardından da “ Okuyucu yazarın istediğini anladı mı okuduğunu anlamış sayar kendini” ifadesini ekler. İyi okumak için bir kalem alıp okudukça kitaba kısa açıklamalar yapmanın, bir cümlenin altını çizmenin ya da not almanın gerektiği hatırlatılır. Elbette okuma yaklaşımlarında her okuyucu değişik eylemlerde bulunabilir. Sizler de kendinize göre farklı okuma biçimleri geliştirmişsinizdir. Mesela ben de bir okuyucu olarak okuduğum kitabı incitmemeye çalışarak kuru kırmızı veya mavi kalemle bende soru işaretleri ve yeni düşünceler çağrıştıran cümlelerin altlarını çizer, bazen sayfanın kenarlarına kısa notlar düşerim. Benim bu eylemimi bazı yazarlar “not düşme, altını ya da kenarını çizme de dahil okumanın olmazsa olmazı” olarak kabul etmektedirler. Burada amacım kitaba geri döndüğümde ilgili kısımları tekrar hatırlamak veya bu işaret ettiğim cümlelerle ilgili bilgilerden faydalanmayı kısa zamanda sağlamaktır. Harold  Bloom’un dediği gibi “Yalnızlığın sağladığı büyük zevklerden biri de iyi okuyabilmektir.” Çünkü iyi okuma aynı zamanda farklı alanlarla ilgili düşünce duyarlılığını ve bunları yeni konulara transfer etmeyi artırarak okurda bir değerlendirmeye ulaşmasına da yardımcı olur.

Andrew Bennett & Nicholas Royle iyi okumanın eleştirel okuma olduğunu belirtirler ve  “Şu Edebiyat Denen Şey” adındaki kitabında “ Eleştirel ve yaratıcı okuma metnin söylediği şeyi, sizin (ve başka eleştirmenlerin) metnin yaptığını ya da yapmaya çalıştığını düşündüğünüz şeyi hesaba katmaktır, metne kendinizden bir şey eklemek, kendi eleştirel ve yaratıcı ilgilerinizi onunla ilişkilendirmektir” derler. Bu tanımdan sonra sadece yaratıcı okumanın metnin içinde olmayan şeyler yaratmakla değil, metnin içinde olan şeyleri metnin ötesindeki şeylerle ilişkilendiren yeni düşünme biçimleri oluşturmakla ilgili olduğu hatırlanmalıdır. Buradan eleştirel yaklaşımlarda yaratıcı okumanın gereği de öne çıkmaktadır. Daha önce işaret edildiği gibi eleştirel okuma aynı zamanda etkin okumayı da kapsar. Etkin okuma daha çok sorgulayan, araştıran, eleştiren özgün eserlere ve buluşlara imza atan toplumlarda ortaya çıkar. Yani okusun da ne okursa, nasıl okursa okusun gibi yaklaşımlar etkin okumayı sağlayamayacağından toplumun etkin yapısını da kuvvetlendiremeyecektir. Böyle bir toplumda bilim, sanat unvanlarını istediğiniz kadar şöyle veya böyle dağıtınız toplumu edilgin olmaktan da kurtaramazsınız zaten. Etkin okuyucular okuyacaklarını daha çok bilinçli olarak seçme basamağına ulaşmış olanlardır. Okuyacaklarını daha çok kendisi seçer.

Edilgin toplumda edilgin okuma daha çok “onaylama” tarafıyla ağırlıklı olduğundan böyle bir toplumda yeni ufuklar, insanlık değerlerine katkı sağlayacak özgün sanat ve bilim adamları nadiren çıkar. Kutsal kabul edilen düşüncelerin yıllarca tekrar edilmesinden öteye bir türlü geçilemez. Okunanları tam olarak anlamadan tekrarlar, aktarmalar yapmak o toplumu edilgen olmaktan kurtaramaz. Edilgin okumada hiçbir eleştirel yaklaşım bulunmaz. Edilgin okuyucular okuyacaklarını daha çok önerilerden faydalanarak seçerler. Oysa aslolan insanların kendi özgür iradeleriyle seçimlerine dayalı etkin okumalardır.

Kısaca okumama sorununa nasıl bakılırsa bakılsın neticede okumayı okumak, okuma kazanımlarının farkına varmak ve bunları elde etmek edilgin okumaktan etkin okumaya geçilmesiyle doğal yoluna girer.
 

Yorum

İbrahim Yalçınkaya (doğrulanmamış) Pa, 15 Ocak 2023 - 15:22

İhsan hoca, son zamanlarda faydalandigim en güzel yazılardan birini okudum, kalemine sağlık teşekkür ederim

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.