Çağ Nereye Akar Sanat Nereye!

Felsefe

Çağ Nereye Akar Sanat Nereye!

 

Ümit Yaşar Gözüm*

 

Öyküler eskiden diye başlayıp, bize ne oldu diye sürüp giderdi metruk ve mazbut yaşamlarda!

Oysa şimdi öyle mi?

Yeniçağ kendi kodlarıyla zorluyor insan denen bilinmezin beyninin sınırlarını!

Ya sanatçılar; bu kasırganın aşındırdığı bozkırda, üryan düşleriyle baş başa! Yeniçağın kodlarını nasıl çözeceklerinin bilinci bile yeşerememiş henüz kendine özgü mabetlerinde! Kimisi, steplerin kışına salınmış yılkılar kadar tükenmişlik içinde, kimileri güncel fantastik düşleri kovalamakta!

Bilinmeyen şey, kültür endüstrisinin adım adım izlediği ve en zayıf anlarında, gaflete düşmelerini beklediği! Nasıl anlatmalı yola çıkan çağın vicdanının olmadığını ve de  kendi kodlarını işlemek için asla olamayacağını! Kim, kime anlatacak?

Sanatçı; güzel eylemek için, derinden içmek gerektiğini bilerek, ayrık otu gibi dimdik dururdu kitlelerin ortasında. Eski zamanlarda kaldı bohem aydınlık, şimdiler de yüzeysel sözler söylenir ve dinlenir oldu. Sanki sığ ortamlarda sanat konuşmak, köy kahvesinde pişpirik oynayanların “benim yaşam felsefem” diye söze başlamasına benzer oldu.

Biliyoruz ki, adına birçok şey yapılıyor sanatın. Ama yine biliyoruz ki; yapılandan çok dahası yapılamayanlar da var!

Sanatçı; güzel eylemek için, derinden içmek gerektiğini bilerek, ayrık otu gibi dimdik dururdu kitlelerin ortasında. Eski zamanlarda kaldı bohem aydınlık, şimdiler de yüzeysel sözler söylenir ve dinlenir oldu. Sanki sığ ortamlarda sanat konuşmak, köy kahvesinde pişpirik oynayanların “benim yaşam felsefem” diye söze başlamasına benzer oldu.

Yüzeysellikten arınmış emek, zaman isteyen evrensel düşünme, araştırma ve uygulamalar gibi!

Derinden içenlerin, okyanus balıkları misali daha diplere dalıp bir aforizma yazmak istediklerini görüyoruz sanat adına: Her şey sanat, her yerde sanat!

Bohem neredeyse sanat oradaydı bir zamanlar. Şimdilerde her kapı sanata açılıyor gibi. Gibisi başarıda saklı, başarı sağladığı rantta! Bazı insanlar için başarının anahtarı çok basit; sevdiği işi yapmak-işini profesyonelce yapmak, uzmanlarından destek almak ve sürekli amatör bir ruha sahip olmak.

Değiştirebileceği şeylerin olduğunu gördükçe, sanat için değişimi destekleyenler ve de sürekli yakınmaktan daha çok önemseyenler manifestoların yazılmasına zemin hazırlamışlardı geçmişte. Ne o bohem ortamlar kaldı, ne de piposunun dumanından dünyaya aşağılık hırs ve kin üfleyenlerin adı, sanı!

Hepsinin bir fırtınalık ömrü olduğunu gördü anladı âlem! Saf dışı edilen çağın aydınları feryadı bastılar: Kültür Endüstrisi, sanatı yeni bir serüvene taşıyor diye. Haksız mıydılar? Gelin koca koca adamların çaresiz ipin ucunu kaçırışlarına bir göz atalım:

Sabitlenememiş zamanın önünde koşan taylar gibiyiz artık. Ardımızdan kovalayanların yakalayacağı bir kaygıyla koşmaktan düşünmeye, düşünceye dayalı işler üretmeye ne zaman kalıyor ne de enerji.

Çok sıradan işler yapılıyorsa sanat adına işte orada durup soluklanıp düşünmek gerek. 1980'lerin Nişantaşı'sında başlayıp, 90'larda bienallerle Beyoğlu'nda soluklanan güncel sanat, bugünden yarına küresel bir dalgayla karşı karşıya!

Kültür endüstrisinin her türlü denetimi sağlayabilmek adına ahtapot gibi kolları altına aldığı sanat, günümüzde ticari yanı ağır basan bir yapıya dönüşüyor. Endüstri çağının küresel dalgalarına belki de son vagon olarak eklemlenen sanat, yeni bir serüvene başlıyor.

Bu yolculuk, butik sanat kurumlarına odaklanmış toplumların aksine, küresel bir güce dönüşüyor. Küresel sermayenin zorladığı kapıyı kapatmak zor, ancak olumlu ve olumsuzluklarını değerlendirecek örgütlü bir güç yaratmak mümkün!

Bu açıdan kültür endüstrisi sanatçıyı evrensel üretmeye zorlayacağı için, aşkın değerlerin ortaya çıkmasını özendirecek. Ancak diğer yandan, alışkanlık ve bağımlılıkları zorlayacak, kaynağından beslenen-kaynağını beslemeyen bir ticari ortam oluşturabilecek.

Sevindiren gelişme kültür endüstrisi içinde yazarından eleştirmenine, galericisinden, koleksiyonerine, tarafların profesyonelleşmeye olan yatkınlığı. Güzel örneklerinden birisi küresel ölçekli birleşmelerin, küçülerek etkinleşmenin ışığının görülmesi!

Bu yeni durum karşısında hepimizin korkuları var; sanat korkuyu yansıtır, aktarır, ama asla içselleştirmez. B.Croce, “Sanat, oyun değilse de o türden bir faaliyettir” diyerek taklidin ötesinde değişim ve yaratıcılığın kaynağı olduğuna işaret eder.  Bunun arkasında ise, çok takdir edilen sanatçının özgürlüğü vardır.

Sanatçının kaygı gütmeden eser ortaya çıkarabilmesi özgürlüğünü sınırlayacak her türlü şartlanmadan ve ekonomik bağımsızlıktan geçiyor. Konumunun, sanatçının dışında şekillendiğini gösteriyor.Yasal düzenlemeleri ve mahalle baskısını bir kenara bırakacak olursak, geriye yaşama mücadelesi, günlük ve gelecek kaygıları kalıyor sanatçının.

Başarılı mimari uygulamalarla ortaya çıkan eski ve yeni mekânların sanatla donatılmaları ve estetik bebeğinin yeniden oluşturulması, canlandırılması amaçlanıyor.

Mekân estetiğinin oluşması ve sanatın yaşaması, ancak ortak akıl yaratarak, yeni alanları sürece katmakla mümkün. Geçmişte sanatla birlikte anılan meslek ve kuruluşlara sanatın varlığının hissettirilmesi görevi bizim gibi ülkelerde belki de ilklerden birisi olacak.

Dış mekânlarda betonarmenin yarattığı soğukluğu bir nebze azaltacak, iç mekânlarda özellikle toplantı ve bekleme salonlarının, çalışma ofislerinin, uzun ve renksiz koridorların sanat eserleriyle renklendirilmesi, kültürel anlamda bireyin estetik beğenisinin oluşması ve gelişmesi bakımından büyük önem taşımakta!

Sanatın eleştirel yanının hep korunması gerektiği anlatılarak, bireyin estetik kaygıya dayalı billurlaşmış eleştiri kültürü kazanmasına yönelik yeni adımlar yaklaşımlar geliştirilmek zorunda!

Özellikle, ağırlıklı zaman geçirilen iç mekânlarda mimarların, içmimarların, inşaat sektörünün diğer bileşenlerinin, büyük işletmelerin, eser üzerinden sanatçılarla tanışmaları ve sanat için yeni bir nefes olmaları önermesi akla daha yatkın geliyor…

Sanatçının toplumdaki yer ve rolünü sorgulatmamak adına, doğrudan yapamayacağı bu türden ticari organizasyon veya pazarlamanın profesyonel bir anlayışla yapılması kanımca doğru yöntemlerden birisi.  İnsanlar ne yaptığımızı ve söylediğimizi çoğunlukla unutabiliyorlar ancak hissettirdiklerimizi asla!

Türkiye'nin geçtiğimiz bir kaç on yılda yaşadığı ekonomik büyüme ile paralel götürülemeyen bir kültürel dünyası var. Oysa biliyoruz ki, ekonomik kalkınmanın en büyük destekçisi kültürel gelişmişlik ve evrensel değer üretmek.

Güncel sanatın, çeşitlenmesi, gelişmesi, sanat komplosunun ötesine taşan yaklaşımları, kaçınılmaz kılıyor. Sanat alanını oluşturan bileşenlerin profesyonelce davranış sergilemeleri,ancak sanatçının üretirken üzerine yüklenmiş riski paylaşmalarına bağlı.

Eleştiri kurumunun yeterince gelişmediği, sanat yayıncılığının çoğunlukça risk almadığı bir ortamda tıkanma kaçınılmaz.Sanatın diğer alanlar içindeki payını, yeni bağımlılıklar yaratmadan büyütmek, bunu yaparken de sanatı apolitik bir konuma düşürmemek için çabalamalı bütün taraflar!

Sanatçıların, galeri ve müzayedelerin dışında geniş kitlelere ulaşmaları, ticari anlamda buluşmaları, ancak yayın yoluyla mümkün. Bu açıdan öncelikle medyanın ve yayın dünyamızın, sanatın bütün dallarını kucaklayacak yeni bir sinerji yaratması, içinde bulunduğumuz tıkanıklığın aşılmasında bir dönüm noktası olacak.

Estetik değer içeren eserler, ancak kamuoyunun bilinçlenmesinden ve her bireyin eser karşısında bir duruş ve bilgi sahibi olmasından geçiyor. Bunun için, hedef kitlesi belirlenmiş ticari bir anlayıştan uzaklaşıp, toplumun bütün kesimlerine erişmeyi hedefleyen yeni bir anlayışa ihtiyacı var sanatın; daha da önemlisi toplumların!

Sanatın sermaye ile ilişkisinden ve işbirliğinden korkmamalıyız. Ancak birinin ötekine teslim olmasına zemin hazırlayacak paradokslara düşmesine de hoşgörülü davranmamalı. Üretmek için özgürlüğün, bunun olabilmesi için de ayakta durabilecek kaynağı yaratmanın gerekliliğine inanmalıyız.

Bu bir risktir ve sanatçı bu riskten ancak bir takım kanonlardan bağımsız kalarak yol alabileceğine inanmalı. Kendini geliştireceği araştırma, çalıştay, bienal vs.lerle yenilikleri ve farklılıkları yakalayabileceği üretme hariç, diğer bütün aşamaların dışında bırakmalıdır kendisini!

Öyleyse taraflar da; sanatçılarımızın sadece yapıp, sanat düşünmelerini ve üretmelerini sağlayacak  'kazan-kazan' politikalarının uygulandığı bir sürece açmalılar kendilerini!

Dijital dünyanın kültür endüstrisi üzerinden sanatın üstünde kurmaya çalıştığı baskıyı, kıskaca almaya çalışma çabalarını göremezsek şayet: Çağ nereye akar, sanat nereye diye sorup dururuz!

 

 

Yorum

2. Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Sa, 16 Ocak 2024 - 22:24

MÜREFFEH GELECEK
"bu mevzu uzar/uzamalıdır"

Genelde kavramlar içinde, kıyısında veya dışında dans eder gibi hareket eder BİR ŞEYLER üretirken, tespitlerimizi aktarır öneriler geliştirirken ciddi hatalar yapıyoruz.
Tutarlılık adına yapılan bu hatalara ben kısaca İNAT diyeyim. "Ne yani, şimdiye kadar söylediğim veya yaptıklarım boşuna mıydı" sorusunun üzerini çizelim artık. Madem değişim, ilerleme, ilericilik, uyum, katkı, katılım üzerine yazıp şaşkınlığımızı ve çaresizliğimizi gizlemiyoruz uymamız veya değiştirmemiz gereken kanun, kural ve kurumsal KAYITLARIMIZI düzeltelim. Şahsen ben, onlarca yıldır bahsigeçen "kayıtaltına alma" ve kurumsal ilerlemeler için çözüm ve projeler üretimini sürekli destekledim. Tıkanıklık derken benim inat ve adım atamama, eyyama kurban gitme eleştirim bakidir. Çok basit örnekler vererek MEVCUT yasal "züccaciyeciler düzeni" içinde ne kadar ilericilik olabilir? Bu soru komik olduğu kadar yakıcıdir. Politik yandaşlıklarla işlenen büyük cinayetlerden sadece bir tanesidir. Katliama benzer. Uzatırsak devlet memurluğu, bürokratik sersemlik, YÖK ve akademi olması imkansız sahte akademilere dolayısıyla binlerce maaşlıya kadar gideriz.

Komik olmayalım. Önce kendimiz kimseyi kandırmayalım.

Dışardan bakan uzman veya uzmanlar için çok basit kriterler üretilmiştir. Basit olması uzmanlık belirtisidir. Karmaşanın istismarı gibi bir insanlık sorunu çözülemediği için çatışma ve savaşlar çıkıyor. Silah biriktirme yerine kendi insanını rahat yaşatma hedefi olmayan güçten anlayanlar TAİFESİ insanlık sermayesinin yarısını çarçur ediyor.

Ne kadar yazarsak yazalım veya konuşursak konuşalım tamamı boş ve anlamsız, DEĞERSİZ kalıyorsa birileri bizleri çok ciddi anlamda kandırıyor demektir. Çocuklarımızı ve eğitimli insanımızı elimizden alan nedir sorusunu tekrar soralım veya gidenler gittikleri yerlerde neden kalanlardan on misli mutlu ve müreffehtirler?

zorbatv Çar, 17 Ocak 2024 - 14:40

Sevgili Kardeşim Erkan Yazargan

Katkı ve sorgulayan yorumunuz için teşekkür ederim. Açtığınız yeni başlık "Müreffeh Gelecek". Uzun bir tartışma konusu elbette diyerek kestirip atmak olmaz. "Ne kadar yazarsak yazalım veya konuşursak konuşalım tamamı boş ve anlamsız, DEĞERSİZ kalıyorsa birileri bizleri çok ciddi anlamda kandırıyor demektir."  yaklaşımınızdan başlamak gerek düşünce paylaşmaya. Sonuç odaklı düşündüğünüzde haklılığınızı onaylamak durumundayım. Ancak amaç/gaye/erek odaklı baktığımızda tartışmaya çok açık bir tespit. Sizin toplum karşısındaki yaklaşımınız derin bir sorgulamayı gerektiriyor. Bireyi toplum dışı tanımlayan hiç bir düşünce tam ve yerinde değildir. Nihayetinde insan sosyal bir varlık olmasını kendi dışındakilere yani topluma borçlu. Bu yanıyla bireyden hareketle, toplumsal değerlendirmeler ve katkılar sosyoloji biliminin temelini oluşturur. Bilimin önermelerini yok sayarak sağlıklı bir düşünme veya tartışma kurgulayamayız.  Bunun için, yazmak ve anlatmak aydının görevidir. Bunu yerine getirirken hangi otoritenin bunu görmezden geldiğini düşünmez. O ayrı bir eylem gerektirir ki, bu da aydının sorumluluğu değil, kitlenin görevidir.

Çocuklarımızı ve eğitimli insanımızı elimizden alan nedir sorusunu tekrar soralım veya gidenler gittikleri yerlerde neden kalanlardan on misli mutlu ve müreffehtirler? Bu sorunuz can alıcı ve üzerinde sistematik düşünülmesi gereken günümüzün en büyük sorunudur toplumumuz için. 

Bunun bir kaç nedeni var: Birincisi dijital çağın içine doğan Z kuşağı ya da adına ne derse densin yeni kuşak anne-babalarının boğulduğu netameli siyaset çukuruna düşüp bir ömür geçirmek istemiyorlar. 

İkincisi doğdukları toprakların onların birikimini insanlığın yararına dönüştüremediği inancının pekişmesidir. Bu sonucu nereden varıyorların yanıtı güncel siyaset. İçi boşaltılmış, etik ve estetik değer taşımayan siyasete sıcak bakmıyorlar. Geçmişte yaşadıklarımızı yaşamak istemiyorlar.

Üçüncüsü ve en önemlisi değer görmedikleri düşüncesine kapılmaları. Hiç kimse değer görmediği yerde, değer üretemez. Bunun için canlının tabiatına uygun olarak değer görmedikleri yerde yaşamak istemiyorlar.

Dördüncüsü ekonomik etkenler. Yeni kuşağı yetiştirmek için, anne-baba-toplum çok büyük yatırımlar yaptık. Ancak yönetim yanılgıları, küresel salgın ve çalkantılar bizi ekonomik anlamda sürekli dibe çekerken, kürenin her noktasında iyi yetişmiş işgücüne ihtiyaç doğmasına zemin hazırladı. Bu da üst beceri grubunu oluşturan genç kuşağın dünyanın her köşesinde kendisine kapı açtırmasını sağladı. 

Gidenlerin kalanlardan daha az vatansever ya da toplumla bağ kuramadıklarını söylemek doğru olmaz. Ancak daha rahat ve yaratıcı bir yaşamı tercih canlının özünde var. Bu tartışmaya eklenecek başka başlıklar sıralayabiliriz elbette. Ancak bu saydıklarımız ülkemizin kaybetmemesi gereken değerlerinin doğdukları toprakları terk ettiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. 

Bu soru bağlamında yönetimlerin ve ilgili kurumların şapkalarını önlerine koyup düşünüp kalıcı çözümler getirmelerinin zamanı geçiyor. Hiç kimsenin giden gider, kalanlarla ben bu zorlu coğrafyayı yönetirim demeye hakkı da haddi de olmamalıdır. Nihayetinde başka Türkiye/ vatan yok bizim için.

Düşüncenin aydınlattığı sevginin, sanatın ve yazının ışığında buluşalım.

Ümit Yaşar Gözüm

Felsefeci, Yazar

 

 

2. Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Çar, 17 Ocak 2024 - 17:15

TAMDA İSPATLAMAYA ÇABALADIĞIM GERÇEK

Hiçkimseye evinize çekilin, kapıyı pencereyi kapatın, tüm iletişiminizi kesip izole olun demiyorum. Aksine arasıra bir deney yapıp bulunduğunuz ortamda YOKMUŞSUNUZ GİBİ davranıp olup bitenleri ve olacak olanları bir süre DIŞARDAN izleyin diyorum.

Sizin birey tanımınızla benim birey tanımımın alakası yok. Sosyoloji bilimi ile temellendirilen birey tanımı bireyi imha edip toplum içinde eriten ve dolayısıyla yokeden bir tanımdır. Bilimlerin herbirine ayrı ayrı odaklanmadan felsefenin gerçeğini de anlayamayız, anlamıyoruz zaten... Sizdeki felsefe tanımıda hayali, havai, olmayan, olsa iyi olur, olmalı gibi duruyor. Felsefe Tarihi filan işin içine girince işin içinden çıkabilmemiz imkansız zaten. Oysa çok basit bir soru ile felsefeyi tanımlıyorum; yeni konuşmaya başlayan insan yavrusu neden bıktırıncaya kadar sürekli "bu ne", "neden" sorularını sorup durur? Buradan felsefenin saf yanını keşfedip felsefeyi dallandırıp budaklandırıp içinden çıkılmaz bir hale getiren istismarcılardan nefret eder ve felsefe adanmışlarına üzülürüz.

Dikkat ederseniz temel bilimlerde bile anlaşabilmiş değiliz. Bahsini ettiğim kandırılan toplum üyelerinin birbirini eğlendiren, boş zaman geçirme, birbirlerini kandırma durumunu en başta belirttiğim DIŞARDAN BAKARAK görebilir ve daha kolay, gerçekçi, olabilir çözümler üreticisiniz. Değeri yoksa değersizdir. Bu en temel kriterdir. Tartışmaya bile gerek yoktur. Önerim canlı hücre çeperinde olduğu gibi geçişgen kapısı olmayan kapılar açıp girip çıkanı iyi izlemenizdir. Günümüz teknolojilerinde uygun bir yere yerleştireceğiniz bir kamera bile bu işlevi görebilir. Garanti veriyorum tümünüzün hayatı değişecek ve yaşamdan daha fazla haz alacaksınız. Üretimleriniz ve insan ilişkilerinizde değişeceği için değerli eserler üretmeye başlamakta extra kazanımdır.

GÜRSEL YILDIRIM (doğrulanmamış) Per, 18 Ocak 2024 - 20:35

Sevgili hocam, bence sizin dini bilgileriniz yeterli değil. Nereden çıkardın derseniz İmam Hatiplerin dini bilgiyi aktardıklarını yazmışsınız. İmam Hatipler bu ülkede bir projedir. Yıkıcı bir proje. Karşı devrimci bile diyebiliriz.
Mezunlarının çoğu kendi mesleklerini yapmaz bile. Motivasyonları gereği öğretmenlerinden öğrendikleri "bir gün bu ülkeyi siz yöneteceksiniz" dolduruşu etkili olmuştur. Maalesef sefil bir şekilde hayatını kaybeden Akif' ten beri Necip Fazıl idolocyasıyla bugüne gelmişlerdir. Gelip tıkanıklıkları yer "iktidar olduk ama egemen olamadık" noktasıdır. Bu saatten sonra da egemen olabilmeleri mümkün değildir. Bütün Ortadoğu' da çöken İslamcı ideolojinin bu projesi Türkiye de de tutunamaz.
Kıskanç, Avrupalıda var bizde neden yok, Amerikalılar dünyayı yönetiyor da biz neden yönetemiyoruz, bizde astronot göndeririz, bizim de uçağımız arabamız var gibi yaklaşımlar kişiyi ve toplumu ezikler sınıfında tutar. Amerikalı veya İngilizin bu coğrafyada boşu boşuna ölenler umurunda bile değildir çünkü bu talihsiz coğrafyanın insanı için ölüm yaşamdan kutsaldır ve insanın değeri yoktur...
Kültür endüstrisi takıntınızla devrik cümleler kurup okuru büyüleme ve aralarda kim olduğunu bilemediğimiz kişi veya kuruluşlara eleştiri yazmanıza İSTERSENİZ sonra değinirim. Bizdeki okur doğru basit cümleleri bile anlamıyor. Kitap alanların çoğu okumuyor, koleksiyon yapıyor.

zorbatv Cu, 19 Ocak 2024 - 10:16

MANTIK

"Bütün şairler yalancıdır" diyen Fuzulî' nin şakasını anlamayanlar Hawking' in şakasını da anlayamaz, "fotoğraf sanat değildir" diyen Picasso' nun şakasını da.

Dikkat ederseniz muhteşem bir cümle kurdum :)

Bence önümüzdeki sayıların birinde bu cümleyi alıp tüm yazarlarımızdan yazı isteyebiliriz. Bizim mahallenin çocuğu iyidir yaklaşımı aşiret bataklığındaki Ortadoğu cinnetidir. Feodal zorbalıktan farkı yoktur. Ayakkabıcının çocuğu ayakkabıcı olmak zorunda değil diyen devrimci koskoca Fransız Devrimi' nin fitilini ateşler. Devrim, değişim, ilerleme, ilerilik, ilericilik yürek ister. Başka da bir şeye ihtiyacı yoktur aslında.

Nasıl, karman çorman bir mantık dizisi değil mi?

SONSUZ GÜLÜCÜK

zorbatv Cu, 19 Ocak 2024 - 10:19

32. Sayıya gelinmiş ve hâlâ felsefe tanıtımı yapılıyorsa bir yerlerde ciddi bir hata var demektir. Şimdiye kadar Küresel Sorunlar ve Çözüm Hedefleri' nin hiç olmazsa 4- 5 maddesine soru ve yanıtlarla çözüm önerileri geliştirmeliydi diye düşünüyorum. Din merkezli felsefe sayfalarının sorunu budur. Çözüm üretemedikleri için karşıtlık üzerinde ayakta kalmaya çalışırlar. Kısaca boş işlerdir bunlar. Avare Kasnak örneği çok iyi durur burada. Dini literatürle "benim oğlum bina okur, döner dolaşır bir daha okur" diyebiliriz. Hevesli gençler yazı yazdıklarını veya bir platform yönettiklerini düşünüp arkadaşlarına hava bile atabilirler. Kısaca toplumu meşgul eden yer edinemeyenlerin yeri gibidir buralar. Aksi iyi bir felsefe yazısı, haydi iyi bir yazı diyelim çok değerlidir. Değerini bilen yazar, gerçek yazar böylesi yerlerde ne zaman, ne emek, ne para nede göz nurunu harcamaz. Dolayısıyla bir an önce toparlanmanızı önerebilirim.

Herkese içten sevgi ve saygılarımla

zorbatv Cu, 19 Ocak 2024 - 10:22

NEDEN YALAN SÖYLENİR

Neden yalan söyleyip önce kendisini ve daha sonra çevresindekilerle başkalarını kandırır insan?

Başka bir yol bulamadığı veya bilmediği için.

Fahri hocam içinde bulunduğu ve hayatının geleceğini de içine alan durumda ne kadar felsefe yaparsa yapsın, her kime felsefe öğretirse öğretsin bir arpa boyu ilerleyebilmesi imkansızdır çünkü önce profesörleri, onlar olmazsa YÖK, o da olmazsa müdür kızacak ve çekidüzen verecektir, bir soruşturmaya bakar neticede! Ümit hocam da ne kadar dışardan destek olursa olsun kurulu düzen/sistem izin vermedikçe yenilik ve ilerlemek yine imkansızdır.

En başta felsefeyi din gibi buğulu bir alana hapsetme çabası beyhudedir. Felsefe istismarını sadece dinciler yapmaz komünistler de yapar. Karl Marx gibi "ideolojisi olmayan felsefe felsefe değildir" diyerek felsefeyi imha eden bir provokatörler günümüzün dinci filozoflarının hiçbir farkı yoktur. Pekiyi, bu çarpık düzenler nasıl devam edebiliyor? Tabiiki dini kullanan/istismar eden DEVLET sayesinde. Buradaki benzerlik ideolojiyi istismar eden devletle aynıdır. Gördüğünüz gibi buraya kadar bilinen mantığın isleyişi ile ilerledim. Buradaki mantık dizisini anlamayan yeniden iyi bir liseye kaydolup mantık ögrenmelidir. Süleyman Dönmez hocanın felsefe diye yazdıklarının felsefe olmadığını; teoloji, kelam veya usûl olduğunu bilmeyen yok zaten.

Sonuçta; Yalancının Mumu Yatsıya Kadar Yanar sözü günümüzde tüm çıplaklığıyla gözümüzün önünde capcanlı yaşanıyor yeniden. Tıpkı Ortaçağ cinnetinde olduğu gibi İran molla düzeni geçmiş kırk yıllık kötülük düzeni ile tüm coğrafyanın cehenneme dönmesinin kaynağıdır. Büyük önder Atatürk' e tekrar tekrar teşekkür borcumuz var. O büyük insanın büyüklüğünü bizden sonraki nesiller daha iyi anlayacak. Tüm bu geniş yanıp kavrulan coğrafyanın bir tek ilacı vardır o da Atatürkçülük. İlla Ataturkçüyüz demelerine gerek yok, örnek alıp kendi devrimlerini gerçekleştirebilirler. Bu yüzden Türk Devrimi tarihte eşi benzeri olmayan bir devrimdir.

Değerini bilip ihanet etmeyelim diyorum.

Ilgın K. (doğrulanmamış) Sa, 30 Ocak 2024 - 16:28

Üstat ne çok şey sorgulatıyor yazılarınız. İnsanın savrulduğu yerde sanat da rayından çıkıyormuş demek. Etkilendim. Sevgilerimle

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.