Vicdan Birliği...

Felsefe

Vicdan Birliği:İkinci Yeni Türkiye’yi Yeniden Büyük Türkiye Yapmanın Yolu

İkinci Yeni Türkiye ifadesini, devletsiz var olamayan Türk Milleti’nin Türkiye Cumhuriyeti öncesi olan Türk-Osmanlı Devleti’nin özellikle son birkaç asırlık geçmişinin bir sonucu olarak varlık bulan Yeni Türkiye’nin içinin boşaltılmasına alternatif “şimdiki Türkiye” için kullanıyorum.

Yeni Türkiye, birçok ciddi sorunla boğuşarak ayakta kalmaya çalışıyor. Malum sorunlar (eğitim, terör, siyaset…), birçok kesimce dile getiriliyor. Lakin İkinci Yeni Türkiye imgesiyle sorunların çevresinde dönüp durmak bir çözüm üretmiyor. Zirabu imgesel tavır, sorunlara çözüm sunacak zeminden, daha da vahimi, basiret ile ferasetten yoksundur. Basiret, gönül gözüdür. Feraset ise akıl gözü. Gönle bağlanmayan akıl, çözüm sunamaz. Belirlenmiş yüzlerce beylik fikir temcit pilavı gibi, ısıtılarak servis edilir. Esasen bu servisin akılla da ilgisi yoktur. Akılsız başın, çıkara dayalı icraatlarıdır. Üstüne birazcık da bedensel ve ham bir duygu sosu eklenmiştir. İkinci Yeni Türkiye’de kabak tadı veren bu hâl, Türk Milleti’nin ağzının tadını yavanlaştırmıştır. Bünyesine de zarar vermeye başlamıştır. (Akılsız baş, ne göz kor ne baş).

Yeni bir seneye başlarken birçok aklı başında kesimin farkında olduğu bu sonu belli meçhul gidişin (!) önü nasıl kesilebilir? (Bu soru cümlesini sadece bir dil olarak Türkçe bilip Türkçe tefekkür edebilen idrak edebilir). Çözüm üretebilmek için sağlanması ve korunması gereken temel husus nedir? Yönelttiğim suallere, Hemşerim büyük İslam âlimi merhum Elmalılı Hamdi Yazır’a kulak vererek bir yanıt vermeye çalışacağım. Çerçeveyi ise, Doğu-Batı (Türklük ve ötekiler) ilişkisi bağlamında, vazgeçersek yolumuzu bulamayacağımız gerçeği münasebetiyle akıl-iman birliği bakımından yapılandıracağım. Zira İkinci Yeni Türkiye’de son zamanlarda özellikle İlahiyat fakültelerinin programlarında yapılan olumsuz oynamalar, bizi ister istemez meseleyi din-felsefe ilişkisi üzerinden özelleştirmeye zorluyor. Doğal olarak Elmalılı Hamdi Yazır gibi bir müfessirin felsefeye olan vukufiyetinin, günümüz felsefe düşmanı ‘sanki-âlimlerine’ hatırlatılması önem arz ediyor.

Günümüzde Türklük, ötekilerden sirayet eden birçok sorunla muzdariptir. Daha da sıkıntılısı, geçmişine sırtını dönen Türk’ün kafası ciddi anlamda karışmıştır. Buradaki Türk,Hak Din İslam’ı kuşatır. Ötekiler ise, Hak olandan sapanlara nispetledir. Türk, Doğu’nun kalbidir. Özüdür. İçidir. Ötekiler ise, Yahudilik ve Hıristiyanlık özelinde Batı ve Batı’nın etkisinde ve denetiminde olandır. Bu bağlamda Doğu ile Batı semboliktir.

Etkin olan Batı’dır nicedir, edilgin olansa Doğu. Sürükleyen Batı’dır, sürüklenense Doğu. Kazanan Batı’dır, kaybedense Doğu. Doğu’nun aydınlığı Batı’nın karanlığındadır.

Doğu ile Batı’nın arasına sıkışan Türk aydını (bir de Türk olamayanlar var, onların durumu hepten sıkıntı), dünya ile ahiretin, dinle felsefenin, bilimle imanın arasını batılının bulandırmasıyla ayırır olmuştur. Daha da vahimi; Batı kültürünün akıl-iman çelişkisi ya da din felsefe karşıtlığı Türk-İslam âlemi için de geçerlidir artık. Ayrıştırıcı Batı, pek çok şeyin arasına nifak sokmuştur. Oysa asıl olan ayırmak değil, birleştirmektir.

Akıl iman ilişkisi, din-felsefe ilişkisinin bir boyutudur Özellikle son zamanlarda gerek din-felsefe, gerekse akıl-iman ilişkisi üzerine düşünen pek çok araştırmacı, Yahudilikten bozma Hıristiyanlıkla somutlaşan modern bakışın etkisiyle soruna birleştirici değil ayırıcı bir zaviyeden çözüm sunmayı tek çıkar yol olarak görmektedir. Artık dinin felsefeden, dolayısıyla aklın imandan gittikçe ayrıştırılması, Batılılaşan Müslüman düşünürü pek rahatsız etmiyor görünmektedir. Oysa genelde İslam kültürü, özelde ise Kuranıkerim, aklı imandan kesinlikle ayırmaz. Aslında din felsefe ilişkisi bağlamında da ayırıcı unsurlardan çok daha güçlü olan birleştirici yön Kuranıkerim referanslı İslam kültüründe baskın niteliktir.

Din felsefe ilişkisinin bir izdüşümü olarak da tartışmak mümkün olan akıl iman ilişkisindeki zahiri karşıtlığının altında yatan nedenlerin farkında olan Elmalılı M. Hamdi Yazır, esasen felsefenin caiz olduğu tek dinin İslam dini olduğunun altını çizerek hem sorunun kaynağına ciddi bir gönderme yapar hem de karışık zihinleri rahatlatıcı açıklamalar sunar.

Yazır’a göre, dar anlamda imanın, geniş anlamda ise dinin akla ve felsefeye uygunluğundan söz edilirken dinin ve imanın hisle olan intibakı göz ardı edilmemelidir. Akıl, insanın ruhî kuvvetlerinden bir güçtür. İmanı içeren din de insanın ruh kuvvetleriyle alakadar olarak nefis birliğine intibak etmesi gereken büyük bir hakikattir. Akıl ve his, çok yerde ters düşse de vicdan birliği onların buluştuğu yerde tecelli ederek bütünlüğü sağlamaktadır. Doğru din ya da hakikat vicdan birliği olarak tezahür eden buluşma noktasını içeren Hakk’ın esası olmaktadır. Akıl, ilmî bir inanış getirmektedir. Fakat bu inanış, kalbin hissî inanışlarıyla uyuşmadıkça, Yazır’ın nazarında, cahiller içinde kalan âlim misali hükümsüz kalmaktadır. Yazır, burada anafikir çerçevesinde verdiğimiz orijinal yaklaşımını, mantık üzerinden temellendirmektedir. Öyle ki, uzun yıllar mantık hocalığı yapmış bir düşünür olarak hükmün bir his olduğunu söylemede beis yoktur. Tasdik ise, hakikatte aklın bu hisse uygun düşmesidir. İslam mantıkçılarının genelde tasavvurla tasdikin mahiyet bakımından ayrı olduğunu düşünmelerinin temel nedeni de budur. Demek ki, Yazır’ın temellendirmesine göre, tasavvur ve tasdikin esasta (zatta) birleştirilmeleri doğru değildir. Eğer zatî bir birlikten yana tavır konulursa, akıl ve duygu birbirinden ayrılmakta ve ikilik doğmaktadır. Bu da şüphenin önünü açmakta ve bocalamaya sebebiyet vermektedir. Nihai nokta da ise aynı hakikatin iki yüzü olan din-felsefe ya da akıl-iman kavramları birbirinden kopmaktadır. Batılı teolojisinin düştüğü temel yanlışlık da buradadır.

Esasen yaşamın sürebilmesi için vicdan birliğine gereksinim vardır. Bir bakıma vicdan birliği olmadan yaşamın da olamayacağı gibi, akılla ruhun arasının açılması ya da aralarında çekişmenin çıkması, mutlaka birisinin üstünlüğüyle neticelenir. Hislerin iradeyle alakası fazla olduğundan ekseri akıl ya da ilim mağlup düşer. Artık insan duygunun esrikliğiyle havaîleşir. Her an değişebilen, yön değiştirebilen, sebatsız, güvensiz ve mecalsizdir. Şayet akıl, hisleri yenerek iradeyi duygulara yenik düşmekten uzak tutabilirse, insan aklını işleterek sağduyuyla hareket edebilen biri olur. Bir başka ifadeyle sağlam ve değişmez bir iman hasletine sahip bulunur. Ancak bu kez de amelî bakımdan bir soğukluk ve tembellik husule gelir. Aşk ve şevk bulunmaz; heyecan ve irade sönük kalır. Böyle olunca da iman nazarîlikte namelîliğe pek geçemez, geçebilirse de amelî uygulamalarda çok büyük zorluklarla karşılaşır. Bu durumda, ya akıl dış âlemden his yoluyla alınanların aynası ya da dış âlemden alınanlar aklın aynası olmalı ki, iman ile aşk birlikte olabilsinler. Bir bakıma mecz olsunlar. Hâlbuki akıl ve dış âlemden his yoluyla alınanlar, ruhun farklı vazifeler yapan aletleri olduğundan birbirlerine ayna olmaları abes olur. Nefsî vicdan olarak tanımlanması mümkün olan insanlık, bunların birbirinin aynı olmalarında değil, birbiriyle buluşmalarında tezahür eder. Asıl vicdan, bu buluşma noktasıdır. Ruh, nefis birliğini bununla gerçekleştirir. Öyleyse dinî vicdanın da burada bulunması gerekir. Bu düzlemde nefis, hem akıl bakımından tatmin edilmiş hem de duygu bakımından lezzet içindedir.

Yukarıda kısaca değindiğimiz Elmalılı Hamdi Yazır’a ait orijinal bir temellendirme olan vicdan birliği meselesi, özellikle siyasetler üzerinden yapılandırılan ve gerçekleri saptırarak Türk milletini parçalayan her türlü girişime panzehir olabilecek kudrettedir. İkinci Yeni Türkiye’de yaşanan savruluşun ve kargaşanın panzehri olan vicdan birliğinin sağlanması başta eğitim ile öğretim olmak üzere millete seslenen her bir şahıs ile kurumda ahlâkî bir sorumluluktur.

Vicdan, insanın Tanrı ile kurduğu mahremane ilişkidir.

Not: Yukardaki yazı 14 Temmuz 2023 tarihi itibariyle yayınlanan “Akıl İman İlişkisine Yön verici Bir Girizgâh” başlıklı yazı ile bütünleştirilerek okunabilir. Saygılarımla.

Süleyman Dönmez

Yorum

Aykut Can (doğrulanmamış) Pt, 15 Ocak 2024 - 09:00

Süleyman Bey,
Bakış açınıza hayranım. Zihnindeki kargaşalar Sizi okudukça uçup gidiyor.
Her bir insanın Rabbi ile kurduğu mahremane ilişki olan vicdanın toplumsallaşararak vicdan birliğini doğurması psikoloji ile sosyoloji arasindaki kopukluğu kaldırıyor. İçsel bir tecrübe. Lakin Rab ile kurulan temasta tezahür ettiğinden apaçık. Bu apaçıklığın maşerileşmesi. Açık topluma dönüşmesi. Harika.
Kaleminize bereket. Yüreğinizle var olunuz.
Her ay büyük bir heyecan ve merakla okuyorum Sizi.

2. Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Çar, 17 Ocak 2024 - 00:22

DİNİ KAVRAMLARIN KARMAŞASI/İÇİÇELİĞİ VE ÇÖZÜM

Kavramı kendi başına, başkasına muhtaç olmadan yaşayabilen tanım olarak alırsak; ilişkiler ağında etkileşim ve var olma/ yok olma, anlaşılıp anlaşılamama, kabul görme veya görmeme daha önemlisi kendisinden sonraki kavramları oluşturma gücü düşünülüp sonuçlarına göre karar verir ve ilerleriz.

Avrupa örneğinden çok iyi bildiğimiz ve sizlerin İslam Alemi dediğiniz coğrafyada şimdi tezahürü görülen din ve din kaynaklı sorunlar önce NOMİNALİZM ve sonrasında SEKÜLERİZMLE çözülerek yola/yollara devam edilmiştir. Türk Devletimizin temeli atılırken en ciddi enerji laiklik kolonuna yerleştirilip dokunulmazlığı sağlanmıştır. Aradan geçen onlarca yıldan sonra hâlâ gereği gibi anlaşılamayıp anlatılamayan sekülerizm siyasi bir ideoloji değil insan beyninin düşünme biçimine atılan bir format ve yeni çalışma düzenidir. İlla ikiden biri olmak zorunda değil, başka seçenekler de olabilir diye düşündüren nominal düşünce biçimi anlaşılmadan "değişmez, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez" dogma inançlarla kurumsallaşıp yasama, yürütme, yargı, kanun koyma, koyduğu kanunu uygulama, cezalandırma güçlerinin tümünü eline geçiren o günün Kilisesi ile bu günün molla düzeni tıpkının aynıdır.

Vicdan bir duygu mudur sorusunun yanıtı değildir. Temel duygu kavramları; öfke, tiksinti, nefret, korku, üzüntü, arzu, aşk, mutluluk ve sevinç biçimindedir. Diğer duygular ise hayranlık, tapınma, estetik beğeni, eğlenme, kaygı, korku, beceriksizlik, can sıkıntısı, sakinlik, karışıklık, özlem, iğrenme, empatik acı, büyülenme, kıskançlık, heyecan, korku, dehşet, ilgi, neşe, özlem, romantizm, hüzün, doyum, cinsel istek, sempati ve zaferdir.

Soru şu; bunca geçmiş deneyim ve kesin bilgi birikimine rağmen neden öğrenip daha düzenli bir istikamette ilerleyemiyoruz?

Süleyman D. (doğrulanmamış) Ct, 20 Ocak 2024 - 14:44

Soru şu; bunca geçmiş deneyim ve kesin bilgi birikimine rağmen neden öğrenip daha düzenli bir istikamette ilerleyemiyoruz?
Vicdansızların insafına bıraktığımız için güzel yurdu ve istikameti.
Öncelikle insan olmayı becermek gerek. İnsan doğmsak da insan kalamıyoruz. Düşüyoruz. Düşkünleşiyoruz. Düşkün duygularla beslediği kavramlarda arar kaybettiğini. Bazen seküler olur bazen tam tersi. Aynı yolun yolcusudurlar. Sadece kavram karmaşasından bahisle farklı olduğunu zanneder.
Düşkün yeniden aşkın olduğunu idrak etmelidir evvela.
Sonrası kolaydır: Adaleti ıskalamamak, Ehliyet ve liyakat sahibi olmayanı etkili ve yetkili kılmamak, emanete hıyanet edene merhamet etmemek, maslahatı gözetmeyeni tart etmek, meşvereti terketmemek.
İşte bunlardır asıl ilkeler. Bu ilkeleri ayakta tutunuz, etkin kılınız; istikamet üzere olursunuz. Aksi takdirde ister dinli olunuz ister dinsiz, düz yolda şaşarsın.
Vicdan yukarıdaki ilkelere sahip olanda olur. Vicdan birliğini bu ilkelerle yürüyen toplumlarda tezahür eder. Vesselam.

2. Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Pa, 21 Ocak 2024 - 16:16

Tüm şikâyetlerimizden sonra sizin ahlâk' a odakladığınız çözüm önerisine eyvallah dedikten sonra yine kesin bilgi ile bildiğimiz "tarih boyu yazılan, okunan, anlatılan HİÇBİR ahlak öğretisi ki bunun içine irili ufaklı bütün dinleri de katabilirsiniz, bahsini ettiğiniz sorunu çözememiştir, çözemez çünkü ahlak dediğiniz iç disiplin etikten farklı olup dönüp dolaşıp yine insana / kendine / veya nefse dayanır". Tek başına çözüm üretebilmesi imkansızdır. Etkileşimler dünyasında ne kadar kayıt altına alırsak alalım bütünün etkisi farklılaştırır. Ahlaksızlık yapan oldukça fazla ahlak öğreticisi vardır. İlkeler burada işe yaramaz.

Bu durumda ahlakı diğer disiplinlerle nasıl birleştireceğiz veya bütünleştireceğiz?

Not: Seküler Düşkünlük tabirini pekte ahlaklı bulmam. Kışkırtıcı, inkarcı, göz ardı edici, kabul etmeyici görürüm. Aslına bakarsanız dinsizlik dediğimiz yaklaşım , yine din ve dindarlar kaynaklıdır. Dinin müesses nizam haline getirilip iddialarının hiçbirini gerçekleştirememiş olması bitimsiz katliamlara neden olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.

Nasıl çözeceğiz?

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.