Betondan Daha Fazla Bir Hikâye: Antalya Müzesi’ni Anlamak

Edebiyat

.
Antalya Arkeoloji Müzesi İlk Yapıldığı Yıllarda

Betondan Daha Fazla Bir Hikâye: Antalya Müzesi’ni Anlamak

Betondan Fazlası: Antalya Müzesi’ni Anlamak – Prof. Dr. Gül Işın ve Selman Ay ile “Neden Yıkılmamalı”

Kentler, sadece taşlardan, binalardan veya sokaklardan ibaret değildir; aslında zamanın ve hafızanın dokunduğu birer canlı varlıktır. Bu hafıza, sadece müzelerin duvarlarında değil, o duvarların ardındaki hikâyelerde, meydanların sessiz nabızlarında, müze bahçelerindeki heykellerin zamana meydan okuyan duruşunda ve en çok da orada oynayan çocukların anılarında yaşar.

 

Antalya Arkeoloji Müzesi, sadece bir yapı değil; 1960’ların Akdeniz mimarisinin nadide bir şaheseri, ödüllerle taçlanmış ve nesiller boyu kültürel bilinci şekillendiren bir hafıza mekanıdır. Ancak bugün, bu kolektif belleğin yıkılmak üzere olduğu bir dönemin tam ortasındayız.

.

 

Bu dosyada, arkeolog Prof. Dr. Gül Işın’la müzenin bilimsel ve kültürel önemini, Antalyalı tasarımcı ve kültür aktivisti Selman Ay’la kentle kurduğumuz duygusal bağı derinlemesine ele alıyoruz.

 

Çünkü bir kent, hafızasını yitirdiğinde, kendi varlığını da sorgulamaya başlar.

Söyleşi :Gamze Karaoğlan

Gül Hocam, Antalya Arkeoloji Müzesi’nin mimari ve tarihi özgünlüğü üzerine çok şey yazılıp çiziliyor. Siz bu yapının en önemli özgünlük değerlerini nasıl tanımlarsınız? Toplum olarak bunları daha iyi anlatmak, görünür kılmak için neler yapabiliriz?

 

Prof. Dr.Gül Işın:Bir arkeolog ve bir öğretim üyesi olarak Antalya Müzesi, ziyaretçisiyle samimi bir etkileşim kurmayı başaran; eseri öne çıkarıp onu ezmeyen bir yapıdır. Kendi doğal çevresiyle olan uyumu ve konumu nedeniyle çocuk, yetişkin, arkeolog her gruptan ziyaretçiyi kucaklayan bir mekândır. Böylesine bir mekân olması nedeniyle de Antalyalılar, hem öğrencilik yıllarında hem de gelen konuklarını ağırladıkları farklı vesilelerle bolca vakit geçirdikleri bir yer olarak buraya özel bir bağ geliştirmiştir. Zaman içinde ödüllü mimarisi ve 1988 ödüllü sergilemesiyle onur duyulan bir hafıza mekânına dönüşmüştür. Bu konuda hem meslek insanlarına hem de medyaya büyük görevler düşmektedir. Bizler STK’lar olarak küçük yaştan itibaren farklı grupların eğitimlerine katkı sunuyoruz.

 

.

Antalya Arkeoloji Müzesi ( Türkiye’de ulusal yarışmayla tasarlanmış ilk modern müze binası)

Bildiride müzenin yalnızca eser sergilenen bir yer değil, yaşayan bir kültür ve eğitim merkezi olduğu özellikle vurgulanmış. Sizce bu işlev neden bu kadar kritik ve yıkım durumunda Antalya bundan nasıl etkilenir?

Prof. Dr.Gül Işın:Bu gerçekten kritik bir konu. Ülkemizde tarih sevgisi uzun zamandır ideolojik çarpıtmalardan önemli yaralar alıyor. Oysaki elle tutulur, gözle görünür sanat eserleri ya da arkeolojik maddi kültür verileri bu yanılsamaları ortadan kaldıracak somut gerçeklikler sunuyor. Antalya’mızda onlarca arkeoloji müzesine ihtiyaç duyulurken, yıllarca eserlerimizin kapalı kalacağı bir sürece sürükleniyoruz. Sanılıyor ki müzeler sadece Arkeoloji, Sanat Tarihi, Güzel Sanatlar gibi alanları ilgilendiriyor. İşin gerçeği, eğitim bilimci hocalarımızın da vurguladığı gibi, müzeler bizleri biz yapan benliğimizi, “insanı” anlamak ve tanımak için estetik, eğlenceli, farklı veri girdileri sunuyor.

 

Depreme dayanıklılık gerekçesiyle yıkım kararı alındığı söyleniyor ama güçlendirme seçeneği de gündeme geliyor. Sizce teknik olarak böyle bir yapı için güçlendirme mümkün mü? Nasıl bir süreç gerektirir?

Prof. Dr.Gül Işın:Binanın yıkımına gerek duyulmadan güçlendirilerek korunabileceği, özellikle Antalya Kent Konseyi’nde hem inşaat mühendisleri hem de jeoloji mühendisleri tarafından bilimsel verilerle defaatle ortaya kondu. Güçlendirme tekniklerinin son derece estetik, çağdaş çözümlemeleri sunuldu. Ayrıca bu işlemlerin çok daha düşük bir maliyetle tamamlanacağı açıklandı.

 

.

Prof. Dr. Gül Işın Antalya Müzesi Önündeki Eylemde Açıklama Yaparken

 

Sonuç bildirisi, korunmuş yapıyı da içeren bir proje yarışması öneriyor. Siz bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Antalya için böyle bir sürecin nasıl bir kazanım sağlayacağını düşünüyorsunuz?

 

Prof. Dr.Gül Işın:Mevcut müzemizin yapıldığı, bugün kimi kesimlerce eleştirilen 1960’lar Türkiyesi’nde kentleşme bilincinin bugünkünden çok daha yüksek olduğunu görüyoruz. Mimari proje yarışmaları, “ben yaptım oldu” mantığından uzak, daha demokratik ve şeffaf bir süreçtir. Kentlilik bilincinin gelişmesine katkı sağlar.

 

 

 

Bildiride eserlerin taşınma ve depolanma sürecinde ciddi risklerden söz ediliyor. Hocam, arkeolojik eserlerin güvenli taşınması için uluslararası standartlar, örneğin ICOM ve UNESCO yönergeleri neler öneriyor? Antalya Müzesi özelinde bu riskler nasıl yönetilebilir veya hafifletilebilir?

Prof. Dr.Gül Işın:Bu konunun ayrıntılarına vakıf değiliz. Taşınma sürecinde paketleme, taşıma, yerleştirme, koruma aşamalarının nasıl gerçekleşeceği, taşeron firmanın hangi şartnamelere bağlı olduğu bizlere açıklanmadı. Eserlerin sigortalanıp sigortalanmadığını bile bilmiyoruz. Müze çalışanlarının üzerlerine zimmetli eserlerin herhangi bir hasar ya da kayba uğraması durumunda taşeron firma ile müze çalışanları arasındaki sorumluluk paylaşımı da belirsiz. Ancak genel olarak, uluslararası sözleşmelerle bağlı olduğumuz UNESCO yönergeleri, ISO ve AITAM standartlarının Antalya eserleri için de mutlaka uygulanması gerektiğini düşünüyoruz.

      .

…………………………………………….

Prof. Dr. Gül Işın’la müzenin bilimsel ve kültürel yönlerini konuştuk. Şimdi de bu meseleye farklı bir pencereden, bir tasarımcı ve kent sakini olarak Selman Ay’ın gözünden bakacağız. Onunla, Antalya Arkeoloji Müzesi’nin bizim için ne ifade ettiğini, nasıl bir bağ kurduğunu birlikte okuyacağız.

Selman Ay:

“Ben bir ürün tasarımcısıyım. Yaklaşık 12 yıldır dijital ürünlerin kullanıcı deneyimini estetikle ve işlevsellikle buluşturmaya çalışıyorum. Ancak tasarım pratiğim yalnızca dijitalle sınırlı değil; bir yapının, bir nesnenin ya da bir kentin hafızasıyla kurduğumuz ilişki de bana göre tasarımın bir parçası. Bu yüzden Antalya Arkeoloji Müzesi’nin yıkılması konusu, benim için salt mimari ya da teknik bir mesele değil—aynı zamanda kişisel ve toplumsal belleğimizle ilgili bir kırılma noktası. 

 

Bu müzeyi ilk kez anaokuluna giderken ziyaret etmiştim. Girişindeki heykellerin arasından yürüyerek içeri girmek, antik dünyanın taşları arasında dolaşmak, çocuk aklımla bile başka bir zamanla karşılaşmışım gibi hissettirmişti. O gün orada başlayan ilgim, yıllar boyunca arkeolojiye, antik tarihe ve kültürel mirasa olan hayranlığıma dönüştü. Bugün işim gereği modern teknolojiyle ilgileniyorum ama geçmişle olan bağımı hep diri tuttum. Çünkü teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, köklerimize dair hafızamız zayıflarsa yönümüzü bulamayız. 

Antalya Arkeoloji Müzesi yalnızca bir bina değil. Yarışmayla tasarlanmış, ödüllü bir mimarlık örneği olması bir yana, bu yapının içine sinmiş olan yaşam, kamusallık ve süreklilik duygusu çok kıymetli. İçinde sadece eserler değil, sessizce toplanmış sayısız anı var. Bahçesinde çocukların koştuğu, amfisinde dinleyicilerin toplandığı, içinde kitapların okunduğu bir mekân bu. Bugün onu “işlevsiz” ya da “eski” diyerek yıkmak, aslında kentle olan bağlarımızı da zayıflatmak anlamına geliyor. 

 

Antalya Arkeoloji Müzesi, aynı zamanda sanatın hafızasına da kazınmış bir yer. 1993 yılında Abidin Dino bu müzeyi ziyaret ettiğinde, Perge kazılarında çıkarılmış olan “Dans Eden Kadın” —ya da diğer adıyla Atalante— heykelinin önünde bir

poz vermişti. O fotoğraf, yalnızca büyük bir sanatçının bir anı değil; müzenin içinde dolaşan duygunun, estetiğin, yaşamla kurduğu bağın da bir göstergesi.  

.

Abidin Dino ve Eşi Antalya Arkeoloji Müzesinde

Bugün hâlâ o heykel tam olarak müzenin aynı konumunda duruyor ve o heykelin önünde hâlâ durabilir, aynı pozu verebilir, zamanla bağ kurabiliriz. Ama eğer bu yapı yıkılırsa, bu bağ da yalnızca eski fotoğraflarda, geçmişin artık içine giremediğimiz bir odasında kalacak. 

 

Yıkım kararıyla ilgili gerekçeler elbette tartışılabilir. Deprem riski, depolama ihtiyacı gibi maddi koşullar göz ardı edilemez. Ama mesele zaten tam da burada başlıyor: Biz bu tarz durumlarda çözüm üretmeye mi odaklanacağız, yoksa geçmişi silip sıfırdan başlamayı mı tercih edeceğiz? 

 

Ben bir tasarımcı olarak, var olanı yok etmeden dönüştürmenin mümkün olduğuna inanıyorum. Tıpkı iyi bir tasarımda kullanıcı alışkanlıklarını koruyarak yeni deneyimler yaratmak gibi, bu müzede de var olan değerleri güçlendirerek geleceğe taşıyabiliriz. Güçlendirme, restore etme, yeniden işlevlendirme… Bunların hepsi mümkün. Yeter ki gerçekten korumayı isteyelim. 

 

Üstelik mesele sadece fiziki yapının korunması da değil. Bugün bu müze giderse, yarın başka bir kültür yapısı daha sessizce silinir. Ve farkına bile varmadan, bizi biz yapan yerleri, imgeleri, ritüelleri kaybederiz. 

 

Ben bu süreci bir Antalyalı, bir tasarımcı ve bir kültür aktivisti olarak yakından takip ediyorum. Çünkü bu müze, geçmişimle kurduğum ilk bağı temsil ediyor. Onu kaybetmek, sadece bir bina değil, kendi hikâyemin bir parçasını da yitirmek olur

.

Antalya Arkeoloji Müzesi Bahçesi

Antalya Arkeoloji Müzesi’nin korunması, bir kentin kendine duyduğu saygının göstergesidir. Bu mücadele sadece bugünü değil, gelecek kuşaklara nasıl bir miras bırakacağımızı da belirleyecek. “

 

 

 

Bu söyleşi, Antalya Arkeoloji Müzesi meselesinin yalnızca bir bina yıkımı olmadığını, aslında kaybetmekte olduğumuz bir kültürel hafıza ve kent belleğinin drama sahnesi olduğunu gösteriyor. Prof. Dr. Gül Işın’ın bilimsel bakışı, Selman Ay’ın aktivist ve tasarımcı gözüyle bakışı birleşince, ortaya tek bir gerçek çıkıyor: Bu yapı yıkılırsa, sadece taşlar yıkılmayacak; o taşların içinde yaşattığımız anılar, o mekânda kurduğumuz aidiyet hissi, toplumsal belleğimiz paramparça olacak.

 

Koruma, güçlendirme ve yeniden işlevlendirme seçenekleri varken, kolaycılığa kaçmak kabul edilemez. Zira kültürel mirasımızı savunmak, sadece geçmişe değil, geleceğe de sahip çıkmaktır. Bu meselede susmak, sorumluluğumuzu inkâr etmektir.

 

Ve unutmayalım: Kentlerin ruhu, hatırlayanların ellerinde hayat bulur. Antalya Arkeoloji Müzesi’nin hikâyesi bitmemeli; tam tersine, yeni nesillerin belleğinde daha güçlü, daha canlı bir şekilde devam etmeli.

 

 

 

Gamze KARAOĞLAN

TEMMUZ 2025

ZORBATV_DERGİ

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.