Çilli ve Ben

Edebiyat

Çilli ve Ben

 

Gülşah Bayar

 

 

Yaşananları düşünüyorum dağınık düşünce bulutlarımın arasında.Selçuk bir yazardı ben de onun kahramanlarından biriydim. Ankara da Yaşamkent’te gri bir masanın üstündeki bilgisayarın içinde başlayıp Parise uzanan bir yolculuk. Paragraflar arasında bazen kıssa bazen uzun soluk aldığım bazen satır aralarında yürüdüğüm bazen nefes nefese koştuğum tümcelerdim.Kim inanır dı ki benim bir hikaye kahramanı olduğuma. Geceleri uyurdum noktalarda sabah sırt ağrısı ile uyanmazdım yazarım gibi. Yazarım uyu dediğin an uyurdum, oysa yazarım kafaya taktığı şeyleri gece boyu evirir çevirir. Ekler çıkarır bir türlü uyumazdı. Ben yazarımınsoluk soluk rüyasından uyanıp bilgisayara geçip hikayenin satırları arasında gözlerimi açmasını beklerdim. Yazarım beni erkek seçmişti. Emde top sakallı kumral kıvırcık saçlı otuz sekizyaşlarında uzun boylu bir erkek kahraman. Ressamdımhikayede. Paris’in o dar sokaklı üç katlı evlerinde bizim atölyeden ressam kızlarla seviştirirdi. Bazen tipini hiç beğenmediğim çilli kızıl saçlı kızla betimler onlamutfakta çılgın fantezilerkurdururdu. Çilli ve turuncu saçlı kızdan sadece seks yaparkenhoşlanırdım. Âmâ yazarıma karşı gelemezdim odaya ne zaman gitmişim, kızın yaşı kaçmış saat kaçta odadan çıkmışım bu sorular benim aklıma gelmezdi. Yazarım benim adıma düşünür planlardı. Beli her defasında çok ağrırdıyazarımın. Benimle günde iki saat baş başa kalırdı.

 

Bazen çizdiğim yağlıboya tablonun içinde kendimi çizdirirdi. Genelde sürrealist resimler yapmamı isterdi. Oysa ben emperyalist resimlerden hoşlanırdım. Benim nelerden hoşlandığımın önemi yoktu. Sabahları elime koca bir poşet verir bütün boya ve fırçaları içine koydururdu. Diğer elime de çilli sevgilimi. İkisini de taşırdım. Küçük adımlarla yürütürdü beni hiç sevmezdim aslında yavaşlamayı çilli sevgilim de sevmezdi gözlerinden anlardım. Yazarım seviyordu bizde razı gelirdik bu yavaşlığa. Yazarım uyuduğu zamanlar çilli sevgilimle hızlı seks yapmayı hayal ederdik yan yana durup hikayeninkavşağında. Adını ilk kez duyduğum Paris’in “RueCremieux “sokağında Mart ayazında saat 23.00 civarlarında çilli sevgilimle beni gezdirirdi. Yazarıma göre ressamlar özgür olurmuş her kesin yaptığını yapmazmış. Nereye gittiğimizi bilmeden “RueCremieux” caddelerin arasından çilli sevgilimle dolaşırdık.

 

Ne kadar ömrümüz kaldığını bilmezdik bazen satır başlarında bizi kavga ettirir. Evdeki tüm eşyalarımızı yerlere attırır kırıp geçirirdi.Mutlaka sabah bizi barıştırır elimize boya ve fırçalarımızın olduğu büyük poşeti verir satır aralarına gönderirdi. Bir süre sessiz kalırdık. Bazen üç bazen dörtgün. Yazarımız her gün rutin işine gider,gelirdi. Bazen hiç yazmazdı öyle satır arasında çilli ile bakardık birbirimize sevişmek isterdim o bekleme sürelerinde. Belki de bizden usanırdı. Suçu kendimizde bulurduk çilli sevgilimle, yazarımız  bir şişe şarabını bitirip otururdu yanı başımıza. Bize boş boş bakar arada geçmişe dönüp sevişmelerimizi siler yerine yeni oda da şömine ekler sonra beğenmez tekrar bırakırdı o cümlede.

 

Çok içtiği günler uyur kalırdı aramızda ben ,çilli ve yazar. Gözlerim dolardı bu hallerimize çünkü anlardım ki bir çıkmazın içindeyiz. Hayal dünyasının vaat ettikleriyle gerçek yaşamın sanıları arasında kaybolur belirsizliğe dayanamazdık. İçmediği günler daha çok yazardı sona doğru geldiğimize anlardık. Saatlerce yazmaya devam eder gözlüğünü arada çıkarır ovuşturur elimize her defasında o beyaz büyük poşeti verip Paris sokaklarına salardı. Çilli sevgilimin sıcacık o minik ellerini çok severdim ama diğer elimdeki poşeti taşımaktan usanırdım. Yazarımız sürekli poşetle ilgili şeyler düşünür siler tekrar yazardı.

 

13 Mart  gecesi kimseye açıklayamadığı bir kararla yazmaya devam etti. Sevgilim çilliye kırmızı beresini taktırdı. Ressamlar neden bere takardı ki? bere çok yakışmıştı çilliye.Bana kareli bir atkı bacaklarımda yırtık bir lacivert Jean. Çillideup uzun çiçekli bir elbise üzerinde kürklü montu. Rujupespembe, âmâ öpme isteğimi uyandırması için kırmızı ruju tercih ederdim. Elimdeki poşette boyalar fırçalar yok sanki  poşet bu sefer daha ağır. Yürüyoruz hızlıca Lylon tren istasyonuna doğru. Arada arkamıza bakıyoruz. Belli ki yazarımız bizi birilerinden kaçırıyor. Poşetteki ağırlık yoruyor kolumu. Metroda yan yana oturup poşeti aramıza alıyoruz. Boya taşıdığım günler daha rahattım diye düşünüyorum bugün yazarım bana yüklü bir stres yüklemiş avuçlarımı terletiyor gözünü kırpmadan yazıyor yorulduğumu hissediyorum. Yazarım arada birasından yudumluyor ve terlerimi alın bölgeme yerleştiriyor gözlerime bir korku. İneceğimiz istasyon yaklaşıyor. İniyoruz bir elimde ağır poşet diğer elimde Çillinin eli. Çilliye aşığım sanırsam elinin sıcaklığı güç veriyor.

 

Metrodan indiğimiz an önümüzde polisler, sağa dönüyoruz ora dada polisler çilli bana bakıyor ben elimde ki poşette ne var diye bakıyorum. Poşeti aralıyorum Louvre Müzesindegeçen hafta Çilli ile uzun uzun seyrettiğimiz “Caravaggio’nun  ,yağlı boya ile tuval üzerine boyadığı tablosu. Çilli ile ellerimizi ayırıyor yazarımız. Çok mutlu yazarımız elindeki birayı fondip yapıyor. Bilgisayarı kapatıyor.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.