Çocuklara Yer Yok

Edebiyat

Çocuklara Yer Yok

kim toplayacak gözyaşlarımızı,

kim koyacak sevgiyi içimize”

+FüruğFerruhzad

 

Sibel Ünal

 

Tanrıyı öldürdüğümüze bir kez daha inandım. Sadece onu değil, insanlığı da öldürdük! Nietzsche’yi ilk kez okuduğum zamanlarda deli saçması sanmıştım oysa. Şimdilerde savaştan yansıyan inanılması zor görüntüler ekranlardan aktıkça iyiden iyiye inandım tanrıyı öldürdüğümüze. Hatta insanın bu kötücül eylemleri karşısında tanrının bile çaresiz kalacağını düşündüm. Bu vahşetin ortasında merhametli bir tanrı aramak boşunaydı. Tanrının adaletine ihtiyaç duyan bir dünya değil burası. Böylesi vicdan sahibi, iyilikten, güzellikten, paylaşımdan yana bir yerhiç değil. İçindeki canlılara, yaşama, varoluşa saygı duyan bir yaşam ortamından söz edebilir miyiz? Ancak,kendi ellerimizle yarattığımız; umudu, sevgiyi, huzuru temel aldığımız iyilik, doğruluk dolu bir yaşam ortamında tanrı var olabilir.

Vicdanın, ahlaki değerlerin, insan hak ve onurunun hiçe sayıldığı bir yüzyıl bu. Çocukların, kadınların, hastaların, yaşlıların hunharca katledildiği bir savaşı izliyoruz. Her on dakikada bir çocuğun öldürüldüğünü söylüyor haberler. Hiçbir ahlaka sığmayan, hiçbir etiğin olmadığı, hiçbir dininkurallarının geçmediği bir savaş bu. Böylesi ancak tanrının reddedildiği bir aklın ürünü olabilir. Bütün bunlar yaşanırken, dünyaduyarsız ve suskun! Birbirlerine çıkarlarla sıkı sıkıya bağlıülkeler ve siyasetçiler sessiz. Herkes suspus. Kuşkusuz ki bu katliamlarda herkesin sorumluluğu var.

Öte yandan din kardeşleri boğazlanırken Müslüman dünyanınsessiz kalması da şaşırtıcı. Gerçikapitalistlerin, silah tüccarlarının tasarladığı Arap baharı denilen yıkım karşısında da benzer şekilde yetersizliklerini göstermişlerdi. Batıda semirilen, beslenen ve Ortadoğu topraklarına salınanİŞİDgüruhu halkları katlederken, kadınların ırzına geçerken, keserken de suskundular. İnsan bütün bunları görüp de Nietzsche’nin dini sahte bir illüzyon olarak belirlemesine nasıl katılmaz ki? Haksızlık, zulüm karşısında söyleyecek sözü olmayan bir din, ancak iktidara yaslanarak varlığını sürdürebilir. Nitekim işlevi ondan öteye de geçemedi!

Görülen o ki, emperyalist devletler ve güç odakları dünyayı yeniden tasarlıyor. Yaratmak istedikleri düzeni kurmak için de her türlü yıkımı, kötülüğü, gücü denemekteler. Bu durum karşısında bize düşen iyi ile kötünün puslu sınırında kalmak ya da tarafsız bir eylemsizliği seçmek olmamalı. Aksi takdirde bu gözbağı takmak ya da daha açıkçası güçlüden yana olmak anlamına gelir. Umberto Eco, yazarın yeryüzündeki haksızlıklar karşısında ezilenden yana ağırlığını koymasını salık verir. Namuslu bir kalemin sorumluluğudur bu. Düşünenlerin, eli kalem tutanların dünyaya, insana, yaşama dair sorumluluğudur bu. Bir yazarın belirsizlikte kalmayı inatla sürdürmesi gözünü gerçeğe yummasıdır. Dünyayı saran savaş felaketi karşında susmak taraf olmaktır bir bakıma. O halde, savaşın olmadığı zamanlardaki barış söylemi birer yalan, birer hikâye olarak kalır. Dünya, barış ve huzur içinde çok kısa süreler kalmayı başarmıştır. Barış ve sessizlik içindeyken bunun taraftarlığını yapmak, savaş başladığında da savaşa karşı aynı gür sesle bağırmak ancak kalıcı bir barışı sağlama imkânı yaratabilir.

İki büyük dünya savaşına tanıklık etti yeryüzü. Buna rağmen ne yazık ki savaş karşıtı güçlü bir oluşum gerçekleştirilemedi. Silahların sonsuza kadar sustuğu bir ortam yaratılamadı. Bugün dünyanın bir köşesinde savaş bitmeye görsün, hemen ardında bir başka köşede silahlar patlamaya başlıyor. Kısaca çatışmaların biteceğine dair umudumuzu içten içe kemiriyorlar. Barışın sürekliliğine olan inancımız her geçen gün tükenmekte. En iyimserimiz bile savaşın kaçınılmazlığını kabul etme eğiliminde. Barış ki temiz hava kadar gerekli bize, kalbi dolduran sevgi gibi elzem, içe çekilen sabah rüzgârı denli güzel. 

Kuşkusuz ki, iyi ile kötünün bir aradalığı, çelişkisi hep olacaktır, yine de zorbanın buyurganlığına, öfke saçan çığırtkanlığına, yurdumuza toprağımıza göz diken tehdidine karşı durmak insan olmanın gereğidir. Özgürlük, barış ve demokrasi tarihsel süreçlerde şekil alan kavramlardır. Uğruna bedeller ödenen önemli kavramlardır. Saldırganlara, yağmacılara, kana susamışlara karşı insanlığın vazgeçilmezleridir. Kişinin yaşam hakkını ve özgürlüğünü elinde bulundurmasına, yeryüzünde güvenle dolaşmasına olanak tanırlar. Oysa şimdi yeryüzünde ne güvenlikten ne de yaşam hakkından bahsedilebilir!

Postmodern dünyada güç odakları ve emperyalistler insan varoluşu için birer tehdittir. İnsanlar güvenli sığınaklarından, yurtlarından, topraklarından sürgün edilmiş, çıplak ve korunmasızdırlar. ‘Gelecek’ denilen bir zamanın koridorlarında yürümenin hayalini kuramamakta, umutsuzlukları ve korkularıyla baş başa bırakılmışlardır. Her gün son gün, her akşam son akşamları olabilmekte çünkü. Çaresizlik, zayıflık, cesaretsizlikle çevrililer. Kendi yurtlarında susuz, aşsızdırlar. Köleleşme ile yüz yüzedirler. Ölüm, bir karabasan gibi göklerinde. Oysa yaşamı seçtiğimiz için, ondan yana olduğumuz için yaşıyoruz. Bunun kararı bir başkasında değil, bizzat kendi ellerimizde.Eğer öyle değilse, yaşamı seçmemize izin yoksa bu ölümlerden herkes sorumludur. Barışı sürekli kılmayan, savaşa dur demeyen herkes. 

 Savaş bir histeridir. Yıkımdır, gözyaşıdır. Ölümdür. Toprağın altında yatan çıplak bedenlerin kimsesizliğidir savaş. Kandır, kederdir. Gökte yankılanan feryatlar, hıçkırıklardır. İnsanlığı hiçe sayan onca şeydir. Utançtır en çok. Toprağa mühürlenen, örtülemeyen, gölgelere sığmayan lekesidir insanlığın.

sblunal34@hotmail.com

 

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.