Sinemada Düşünce ve Görsellik

Gösteri Sanatları

Sinemada Düşünce ve Görsellik

Ahmet Özbek    

Sinemanın bir anlamda görsel bir sanat olduğunu unutmayan yönetmenler, 'alana müdahalenin' ne olduğunu iyi bilirler. Şöyle ki, ressamın tuvalinde sergilediği kompozisyonu renksel ve biçimsel olarak düzenleme şansı vardır. Bunun anlamı ise şudur: Biçimsel değerler uğruna fotografik gerçeklik feda edilebilir. Elbette buradaki amaç denge sağlamaktır. Plastik sanatlarda gerçekleşebilen bu dengenin, kameranın vizöründe de var olmasını bekleyen bir anlayıştan söz ediyoruz.

Sinemada görsel yapı bu özelliklerle gerçekleşir. Yani her karedeki 'resimsel denge' bir anlamda sürekli yinelenen bir tablodur. Bu tabloyu da 'düzenleme' şansı vardır. Bu olanak bazen kostüm...renk tasarımı, bazen figürsel düzenleme, bazen de 'alandaki biçimlerin birbiriyle ilişkisini sağlamak' şeklinde gerçekleşir.


Elbette bu biçimselliği reddeden ve 'salt hikâyeye' dayalı yapıtlar üreten sinemalar da var. Ancak bugün burada yapmak istediğimiz şey, görüntüsel ve görsel yapıyı incelemek. Bir bakıma sinemanın görsel bir sanat olduğunu vurgulamak. Akira Kurosawa resim sanatını iyi bilen bir yönetmendi. "Dreams" filminde onun bu özelliğini belirgin bir biçimde gördük biz; özellikle renkli çektiği filmlerinde bu olay daha apaçık görünür yönetmenin. Oysa aynı yönetmenin yaklaşık 'yetmiş yıllık çekim geçmişine sahip' siyah-beyaz filmi  "Rashomon"da kamera hareketleri eşsizdir. Öyleki,  bazen figürler hareketli, kamera durağan; bazen de kamera hareketli, figürler donuktur bu filmde. Onun başyapıtı "Dreams"e dönersek de beş ayrı öykünün anlatıldığı bu görselliği ve felsefesi ön planda olan, bir anlamda kavramsal anlatım sunan bu yapıtta,  bazı sahneler bir tablo niteliği içerir.
Onun izinde yürüdüğünü inkâr etmeyen Takeshi Kitano ise acılı filmi "Dolls"ta, şiirsel tablolar çizer neredeyse bize.
Elbette Kurosawa'dan devraldığı felsefe ışığında.

Biçim yaratmadaki ustalık, dilsel anlam taşıyan bir ögedir. Bu yapıdan uzaklaşmak sinemasal felsefeyi de inkâr anlamına gelebilir.
_
Görüntüsel alanı bir Land Art çalışması gibi düzenleyen "Last Year at Marienbad" filmi ise, Alain Robbe-Grillet/ Alain Resnais işbirliğiyle doğmuş. Bu siyah-beyaz filmde, figürler geniş alanda satranç taşları gibi 'araziye' yerleştirilmiştir. Bu da 'çevre düzenlemesini' bir tür kavramsallığa kadar götürür.

2010 tarihli ve Natalie Portman’a oscar kazandırmış bir film olan "Black Swan"da da Darren Aronofsky’nin 'kompozisyonel vizör bakışı', farklı kamera açılarının kullanılması ile bir anda görsel bir şölene dönüşür. Sinemayı fotoğraftan ayıran ve resme yaklaştıran şey de budur. Elbette burada da görüntü-düşünce işbirliği söz konusudur.    

Karel Reisz'ın John Fowles uyarlaması "The French Lieutenant’s Woman /Fransız Teğmenin Kadını" filmi ise,  görüntüsel zenginlikler içeren bir yapıt. Fırtınalı havada, deniz dalgaları ve siyah pelerinli kadın -Meryl Streep- bakışı: korkuyu, acıyı ve gizemi bize çok daha çarpıcı anlatır. Burada da yine felsefe-görüntü bütünlüğü vardır.
Müzikalleriyle ünlü Rob Marshall’ın 2009 tarihli "Nine" filminde ise alan bütün 'genişliğiyle' kullanılır. Müzikal fon ve figürlerin fondaki etkinliği ise alabildiğine göz alıcıdır bu filmde. Bu olay bazen bir Land Art çalışması gibi bir mekan kullanımı içerir yine Resnais'de olduğu gibi.

Örnekler çok: Kubrick'in "Eyes Vide Shut/Gözleri Tamamen Kapalı" adlı filminde de cinselliği ve filmdeki dışavurumcu bakışı, film fonundaki kontrast renkler çok iyi tanımlıyor. Çarpıcı konu, etkileyiciliği yüksek bir biçimsellik yaratmaktadır burada elbette. Ya İspanyol büyücüsü Carlos Saura'nın 2016 yapımı belgesel/müzikali "Flamenkonun Ötesi"ne ne demeli? Bir görüntü şöleni, renk rüyası; hayal ötesi bir dünya.. Saura burada sanki resim çiziyor, bale yönetiyor. Zaten bizim sinemadan beklediğimiz, -özellikle bu yeni yüzyılda- görsellik ve felsefe: sanatsal bakışımız bunu kovalıyor hep.

Kanımca görüntüyü önemseyen sinema, film çekmekte değil 'resim boyamaktadır' bir bakıma. Ayrıca kamera açılarının ustaca kullanımı, figürlerin mekânda yer kapsaması da bir tür 'mimaridir'; eğer kavramsal sanat olarak tanımlanamıyorsa bu olay...
Bizim sinemacılardan talebimiz ise, görüntünün tizliğini yapıtlarında ustaca kullanmaları. Bu olay bir bakıma önceki yazılarımda değindiğim gibi, "estetik mekân/kurgusal mekân" ilişkisinin sağlanmasıyla ancak gerçekleşebilecek bir şey. Sanatsal kurgulama, çoğu kez hikâyeyi estetik bir dile dönüştürme eylemidir. 

Bu da izleyicide yine estetik bir bilinç geliştirme çabasıyla ilgilidir.
Yeni yüzyılın sanatı da biçimsellikten bağımsız bir şey değil.

Bizim sinemamız hikayeye dayalı olduğu için bizde 'vizördeki resimsel görüntü' genelde ihmal edilir. Bu da sanat yönetmenliğiyle ilgili bir şey. Oysa renklerden biçimlere kadar her şey yönetmenin kontrolü altında olmak zorunda. Yani hem karedeki dengeye, hem de renklere, biçimlere 'müdahale', mümkün olan bir şey. 

Özetle, sinema bir görsel sanat. Sinema sanatının, -konusu ve felsefesi dışında- görüntülerinin de sanatsal biçimlemelerin izleğinde olması gerektiği düşüncesini taşıyorum.


Ahmet Özbek Kimdir
Sarıkamış'ta doğdu. Gazi Eğitim Fak. Resim Bölümü mezunu. Resim sergileri açtı, karma sergilere katıldı. Ankara BRHD (Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği) üyesi. Yıllarca sanat eğitimciliği yaptı. 
Şiir, sinema, görsel sanatlar, düşünce yazılarıyla: Cumhuriyet Dergi, Çağdaş Türk Dili, Fanatik, Akatalpa, İle, Ünlem, Eliz Edebiyat, Edebiyat ve Eleştiri, Şiiri Özlüyorum, Yeni Biçem, Sınırda, Özgür Edebiyat, Granada, Sincan İstasyonu, Diri Ozanlar Derneği; “rh+sanat”, Film Arası, Aydınlık Gazetesi, Neo Filarmoni, Bilim ve Gelecek, Libido, Edebiyat Burada, Hürriyet Gösteri  ...gibi yayınlarda yer aldı.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.