Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Gülseren Akdaş
‘’Oğlan babadan öğrenir sohbet ile gezmeyi, kız anadan öğrenir sofra dizmeyi’’
Türk atasözü
Tüm insanlar aynı gelişim evrelerinden geçerek tabiat gereği kadın ve erkek olarak dünyaya gelmiştir. Aynı yaş gruplarında benzer davranışlar göstermeye başlamış olan çocuklarımız toplumun değer ve yargılarına göre büyürler. Temelde bakıldığında fizyolojik, genetik ve biyolojik farklılıklara göre iki cinse ayrılan insan dünyaya geldikten sonra toplum kültürü tarafından kadınlık ve erkeklik davranış kalıplarını öğrenmekte ve hayatlarını bu kalıplara göre sürdürmeye devam etmektedir. Oysa iki cinste ebeveyn tarafından cinsiyetinin öğrenilmesine kadar ayrım yapılmadan ilgilenilmektedir. Çocuğun cinsiyeti öğrenildiği an da ebeveynlerin çocuklarına karşı davranışları farklılaşmaya başlamaktadır. Kız çocukları daha çekingen, nazik ve edepli; erkek çocukları ise saldırgan, güçlü, atılgan, hareketli ve cesaretli yetiştirilir. Bu aslında bize öğretilen temel algılardan kaynaklanmaktadır. İşte bu kadınlık ve erkeklik davranış kalıplarına toplumsal cinsiyet denilmektedir. Biyolojik cinsiyetin toplum tarafından algılayış tarzları ve bunları eşitlikçi olmayan davranış kalıplarına dökerek sosyal alana yansıtılmasıdır. Neden ve nasıl toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin olduğunu kadına ve erkeğe yönelik algılayış biçimimiz ve onlara yüklenen beklenen sorumluluklar aşağıda yer almaktadır. Toplumuzda kadın ve erkek olmak insan olmanın önüne geçmiş insan olmak kavramı unutularak sadece cinsiyet bazlı düşünce ve davranış biçimleri boy göstermeye başlamıştır.
Kadın; her zaman oturmasını kalkmasını bilen, sakin, sessiz, itaatkâr, sevimli, samimi, sadık, düşünceli, empati yapabilen, içsel düşünmeye meyilli, destekleyici, kibar, sorumluluk sahibi, becerikli, kendini adayan, kendi ihtiyaçlarını ikinci planda tutan, estetiğe ve temizliğe önem veren, aile yaşamının devamını sağlayan, birlikteliği yürüten, evinin kadını, çocuklarının annesi, ev işleri ve sanatla ilgilenen, ahlaklı, duygusal, sık sık ağlayan, ailesinin mutluluğu için kendinden ödün veren, sabırlı, anlayışlı, merhametli, insan ilişkilerini düzenleyen, affedici ve her şeyi kabullenen biri gibi yetiştirilmektedir. Erkek ise; lafının eri, güçlü, kuvvetli, cesaretli, başarılı, sert, dayanıklı, dışa dönük, her işten anlayan, yaptığı her şeyin önemi olan, teknik ve tamir işlerini yapan, mantıkları yönünde ilişkiler kuran, her açıdan her noktayı görebilen, ileri görüşlü, ne yaptığı bilen, her zaman doğru yapan, maceracı, ağlamayan, sinirli, öfkeli, dediğim dedik, aileyi koruyan ve denetleyen, hâkimiyet duygusuna sahip, çalışan, para getiren, evi geçindiren, ailesi için zorluklarla mücadele eden, kontrol sahibi olan, evin reisi, karar mercii ve baskın biri olarak yetiştirilmektedir. Pekiyi insan olarak doğan bireylere insan olma ve insanlık açısından öğretilere yer verilmeden erkeklik ve kadınlık olarak iki uçlu algılar neden yüklenilmektedir. Neticede kadın ve erkek olmak insanlıktan farklı değildir ve temelde herkesin insan olma davranışlarını öğrenmesi gerekmektedir. Kadınlar sulu gözlü, erkekler ağlamayan varlıklar değildir. Ağlamak insanın doğasında olan davranıştır. Ya da kadın sinirlenmez ama erkek öfkesini gösterebilir şeklinde bir bakış açısı doğru değildir. Çünkü sinirlenmek de öfkelenmek de insanın doğasında vardır. Bir cinsiyetin bundan mahrum bırakılması, ayıplanması, hor görülmesi doğru değildir. Kişi cinsiyetinden önce insandır ve insanın sahip olduğu tüm haklardan mahrum bırakılamaz.
Cinsiyetlere karşı yapılan bu ayrımlaşma her iki cinsiyete de kaldıramayacağı yükün verilmesine neden olmaktadır. Kadınlar hiçbir şeyden anlamayan, hiç bir işi yapamayan, yapılan işlerin de önemi olmayan kendine güvensiz ve başarısız olarak kendilerini görmektedir. Bu kadınların üzerinde sosyal baskıya ve psikolojik rahatsızlıklara neden olmaktadır. Kendilerini güçsüz, çaresiz görmekte ve birinin himayesi altına girerek bağımlı yaşamaya itmektedir. Kendi hayatını, kendi kararlarını bile başkalarının eline bırakan pasif ve korumaya muhtaç biri olarak yaşamlarını sürdürmektedir. Oysaki eski Türklerde kadınlar ata binmiş, silah kullanmış, savaşmış ve hem kendini hem de milletini korumuştur. Dahası savaşlar sonrasında hem Avrupa’da hem de ülkemizde geriye sadece kadınlar kaldığında ülkenin baştan başlaması kalkınması için üretimin başına geçmiştir. Geçmişte “Zeyno” gibi kadınların gücünü gösteren filmler yerini “Barbie bebek gibi nazlı ve kaprisli, eşe bağımlı” roller almıştır. Erkekler ise duygusal olmayan, katı ve mantıklı davranan, koruyan kollayan, yıkılmayan, dayanıklı ve güçlü olarak kendilerini görmektedir. Bu da onların insani bir takım duygularını içlerine gömmelerine bu duyguları göstermekten utanmalarına neden olmaktadır. Sevdiği birinin yasını bile içinden geldiği gibi rahatlıkla yaşayamamakta, ağlamamak için kendini tutmakta, güçlü ve dayanıklı olma rolünü oynamaya çalışmaktadır. Erkekler üzerinde yaratılan bu baskı onları göstermekten utanmadıkları ve toplum tarafından da onaylanan öfke duygusuna yöneltmektedir. Her insan kimi zaman kendini güçsüz ve çaresiz hissedebilir.
Duygularının zirve yaptığı ve içinden çıkılamayacak durumda kaldığı olabilir. Bu dönemde toplumun bu durumu erkeğe yakıştıramaması erkeğin bu duygularını bastırmasına ve yanlış yöne aktarılmasına sebep olmaktadır. Her iki cinsiyet de toplumun onlardan beklentileri, onaylamaları ve kalıp düşünceleri yüzünden çoğu zaman zor durumda kalmaktadır.
Toplumun gelişmesi her iki cinsiyetinde kendini geliştirmesi ve bunu sosyal alanın her alanında kullanmasına bağlıdır. Her iki cinsiyet de her alanda ihtiyaç duymaktayız. Kadın ve erkek birbirini her konuda tamamlayabilen varlıklardır. Her iki cinsin biyolojik ve fizyolojik açıdan farklı olması, onların birbirinden uzaklaştırılması gerektiğini değil olabildiğince her alanda birlikte tutulması ve denge kurularak birbirini tamamlaması gerektiğini göstermektedir. Her taraftan önüne engel koyulan kadınlar yine de erkeklere göre sosyal alandaki yeri açısından daha fazla değişim ve gelişim göstermektedir. Sürekli olarak bulundukları konumdan ileriye doğru giden bir hareketlilik mevcuttur. Biraz da geçmişten günümüze doğru süren bu hareketlilik ve haklarını elde etme yolunda sürülen mücadelelere gümüz de geçmişe göre her gün daha iyiye gitmektedir
Yeni yorum ekle