Kalbin Kifayetsizliğine Aklın İhtişamı Yetişmez

Edebiyat

Kalbin Kifayetsizliğine Aklın İhtişamı Yetişmez

Paylaştığımız çağın ruhsal sancılarında, derinliği yok saymanın ilk bedeli yalnızlıksa ikinci bedeli nedir? Varlığı, sadece eksikliğinden şikâyet ederken hatırlanan duygunun yaşanacak bir ömrü daha olduğu düşünülebiliyor mu mesela? Hoyratlık meskeninde gönüllü yatan ve yıkabildiği kadar güç kazandığını sananların ihtişam addettiği zehir, bugün topluma nasıl yansıyor? Kendini öncelemenin başka gönülleri hakir görmekten geçtiğini zannedenler; neden fikirde ve sözde, ruhta ve anlamda nitelik gözettiğini en çok dile getirenler oluyor ya da?
Değdiği her şeyi çürütmeye yeminlilerin iklimine karşı makul bir mevsim bulma özlemiyle sınananlar var, bir de böylesiymiş maskesiyle fütursuzca dolaşanlar. Bu yüzden sevgisi koşullu, saygısı bağnaz, özlemi yoksul iskeletlerin erdem kalelerini kuşata kuşata giderek çizdiği bir çerçeve; boşluğuyla poz veriyor. Sorgulamayarak ve sorgulayanı kınayarak yetişilen zaman, kendinden olmayan herkese kusurlu muamelesi etmeyi vazife biliyor. Görgüden ve içtenlikten doğan en temel davranışlar bile bu yolda “nahif” olarak nitelendirilirken kabalık normalinde bir insana “iyisin” demek, aklına hakaretle eş görülüyor.
Yer yok temasa. Değen, dokunmuyor; dokunan, teğet geçiyor çünkü geçen zaman da sadece buna alıştırıyor. Görmenin ve görülmenin sarhoşluğu içinde arzular, ahenksizliği bir işgale dönüştürüyor. Taklit bir parıltıyı, doğallığın; tatmin olmayı, gerçek olmanın önüne koyuyor. Çelişkili olansa bu ruhsuzluğa gönüllü birer seyirci olarak katılanlar, perde açılmadan önce bundan en çok yakınanlar arasından çıkıyor. İradesi haz sürgünündeler; aşkı, acıyı, kederi, şükranı tanımlamakla oyalanıyor. İçinde insanca özlemler olan kararlı bünyeler ise bu yozlaşmanın karşısında kendilerinden olana bile akamayacak kadar yorgun düşer hâle geliyor.
Dünyayı bir şato, dekorunu ise bir parkurgibipeşinden sürükleyen gösteriş tutkusu; sığlığı moda, anlamsızlığı anlamolarak sundukça geleceğin umudu da yapay bebeklere benziyor. Nefes almayan, yüzünde yaşantısallığın izi aranmayan, mimiksiz ama sürekli bağıran bebekler... Maskeyi yırtanın oyunun dışında bırakıldığı, dekoru devirmek isteyenin gelenekçidiyeetiketlendiği, öze odaklananın gözden düşürüldüğü bir düzende, arzulanan objeolma bağımlılığıyla yaşamak; özgürlük sayılıyor. Nitekim vitrininin bir başkasının vitrinine nasıl yansıdığını düşünmeden edemeyen herkes, nasıl bir bağımsızlık mücadelesi verdiğini de hiç durmadan anlatıyor.
Asılsız, tılsımsız, her an koptu kopacak bağlarla hayata tutunduğunu sanan bir köle ordusu; kendi gibi olmayan çağdaşlarına özgürlük dersi verirkenonları, derin düşündükleri için saplantılı, hayal kurdukları için melankolik, hesap sordukları için yakışıksız olmakla suçluyor. Rahatı duygudan yana hiç kaçmamış bu insanlar, kalbiyle yaşayanları küçümseyerek akıllarının yüceliğini ispat ettiğini düşünüyor. Tüm bunlar olurken dikenli telleri uzayan, gardı daha da yükselen ve anlamını çaldırmamak için direnenler; çağın lanetine karşı bir yandan isyan edip diğer yandan yorgunluklarını artık nerede dinlendireceklerini de bilemeyen ruhlarla kalakalıyor. Özenle kurdukları çoğu bağın inceldiğini göre göre yeni bağlar için hevesleri olsa bile bu defa da takatleri yetişmiyor.
Aklını korumak isteyen, duygudan; duyguyu kurtarmak isteyen, ruhundan olurken sessizliğin payı giderek büyüyor karmaşanın içinde. Görünmenin hazzının yüzeyde ilerlemesinin aksine bulunma, bilinme özlemi derinde bir yerleri kuşatıyor. Bir kuşak çatışmasıysa bu, yaşlar fark etmeksizin, kuşakların arasında değil;direkt içinde yaşanıyor. Bir gün bile ne hissettiğine kulak vermeyen ve bundan yüz çevirmekle akıl yoluna girdiğini düşünenlerin sebep olduğu bozgun; içeride olanı, nefesten ötesini küçümsemekle büyüyeceğini fısıldıyor sinsice. Yok saydıkça varlığından daha tatmin, “ben” dedikçe bilgin, kayıtsız oldukça ya da göründükçe emin oluyor yassızlar; tek bir an yoğurdukları kalıpların dışına çıkıp hayata kalbini sunmamışlar, belki de aşksızlar.
Yer; yok oluyor, evet. Oysa boşluk da çoğalıyor. Kötü de olsa gerçek olan ve tam bu yüzden şahsiyeti sorgulanabilen her şey için bir ışık aranıyor. Sahte ışıkların altında kararıp kalmamak, iyiliği kendinden şüphe ettirmemek için. Azı çoğaltmak, çok ve kuru olanla yarışmamak ama onu da aşmak için. Umut, yakalanmayacağını biliyor; bundandır sadakat bekliyor sadece. Çabasızlara dönüşmekten korkuyor duygu sahipleri de nihayetinde. Kendi hikâyesini yazmamış, başka bir hikâyenin merakında kaybolmamış, belki hakikatli bir merakı da zaten tatmamış olanlardan kaçınıyorlar yine de. Bekleyenin bir gözü kara, bekliyor da bekliyor hiç aramadığı anlarda çünkü biliyorkendini bilen kalp; kendinde olanı, yine kendi için kendinden olana doğrusaklıyor. Üstelik bunu, en yarınsız anlarda bile başarıyor.



 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.