Aşkın Gölgesinde Düşünmek…

Felsefe

Zamana Yenilmeyen Düşler-6

Aşkın Gölgesinde Düşünmek…       
 

Ümit Yaşar Gözüm

 

Kafamızda bir forma oturtamadığımız tanrıça miti üzerine düşünmeye başladığında üstat, güneşin nesneler üzerinden yere düşen gölgelerine odaklanmıştı. Tike daha güne uyanamamış olduğundan birkaç adımlık sokakta görkemli varlığını hissettirememişti henüz.

Düşünmek için, ne kadar zamanım kaldı acaba? Benliğine yönelttiği sorunun içkin bir yanıtı olduğu kesindi. Yine de Tike günlük olağan yürüyüşlerine çıkmadan sorgulamak istediği başlıkların olduğu bakışlarından okunuyordu. Tike’yi kast ederek: O, günün güneşini gören tanrıların gezdiği coğrafyada doğmuştu, biz ise bunu göremeden ötekileri tanrılaştırma derdindeyiz.

Bodrum penceresinden bir çocuklarına bir dışarıya bakan annenin gözlerindeki umut olmayı dilemeli insan. Yoksa güneşli havada karanlık geceyi düşünmek büyük yeti gerektirmiyor. Umuda tutunmuş bir yürek içinse asla son yoktur!

Tipi altında dik duran bir dağ ve kış dalgalarına kafa tutan bir dalgakıran olmaktır; umut! Hatta açık denizde belli belirsiz ışıktır. Kimse düşünmez o teknedekilerin neler yaşadığını, hangi korkularına, kaygılarına tutunup kıyıyı düşlediğini. Neyse ki, onlar iyi bilirler açık denizde umutsuzluğun ölüm olduğunu!

Tike’nin mırıldandığı şarkılar hep özlem üzerineydi. Bir gün neden öyle diye sorduğunda üstat; çünkü hasret kadar, hiç uzak düşmedik birbirimize demişti. Üstat o zaman fark ettiğini anımsadı, dile o denli hakim olduğunu! Ben saksıdakilerin hepsini çiçek sanırdım, O ise adlarıyla okşardı yapraklarını. Eril düşüncenin sınırlarının bittiği yerde, sürgün veren dişil düşüncenin kıtalar keşfettiğini anlamam uzun sürmemişti!

İlerleyen yıllarda evimizin kapılarına derin anlamlar yüklediğini hissediyordum.

Kapı koluna ne zaman  dokunsa, dönüp bana bakıyor ve gülümsüyordu. Şaşkınlığımı gördüğünde gözlerimin içine bakarak; unutma ki, bu kapı mahremimize açılıyor  tutkum ve saygım ondan, demişti.

Düşünmeye başlayınca anlıyor insan, kısa zamanda ne çok anı biriktirdiğini. O sırada metropollerin insanlığı için için öldürüşüne tanıklık ettiğini hatırlayarak: Kış uykusundan uyanan ayıların açlığını yaşayan ergenlik dolaşıyordu, ıssız sokaklarda. Aşkın dar vaktinde neyi arıyordum, geniş zamanlarda! Bazıları yanımdayken bile hep uzaklara bakıyordum. İnsan uçurumun başındayken bile hayal kurmaktan vazgeçmiyor. Sanırım o bahar gezisi, büyük hayallerimin peşinden gidişim ve yeniden dirilişimdi…

Gölgeler öze bir başkaldırıdır demiştim.

O da bana her gölge, bir yüreğin tanığıdır ki, insanı asla terk etmeyen aşkın en güzel yansımasıdır demişti! An gelir bir yürek düşer yukarılardan aşağıya, an gelir aşağıdan büyük bir yük fışkırır yukarılara ve gün gelir yorulur insan, onu taşımaktan.

Kadınların dünyasını sorguladığımda bütün oklar insanlığı işaret ediyordu. O anlarda cinsiyete sığınmanın ne büyük ihanet olduğuna kanaat getirdim…

Onun düştüğü uçurumlar bile çivit mavisi görünürdü. Sanki gökyüzü serpilirdi ayaklarının altına da , oralarda gezinirdi. Kumulların durmaksızın yer ve biçim değiştirdiği uçuz bucaksız bir çöl gibiydim. Ta ki, o samyeli gibi bir buse kondurana kadar! Umutsuz ev kadınları gibi sevgi beklerken, o bacadan aşk damlatıyordu!

Öylesi sıradan, küçük şeyler söylüyordu. Buna rağmen insan kendini devler ülkesinin kralı sanıyordu. İnsan insanın ruhunu okşamasını bilmeli önce, sonraki her cümle şiir kıvamında dökülür evrene zaten. Ruhumu okşadığı kesindi de, şu tanrıça olma meselesi kafamı kurcalıyordu hala…

Ucu kendisine dokunan ama karşılığını bulamamış binlerce soruyla göçüp giden hayatlara yanarım hep. Şimdi kafamda dönüp duran soruyu yanıtlayacak içimdeki bilgeye dönmeliyim.

Dar bir sokağın kaldırımlarına kurulmuş anlatıcı bir kadın dikkatimi çekmişti. Anlattığı her öykünün başına büyük annesini kondurarak telif haklarına saygılı davranmayı da ihmal etmiyordu. Kendisini öylesine kaptırmıştı ki, Meryem’in bakireliğini büyük annesinin bakir yüreğiyle karıştırıyordu. Büyük annemde bir bakireydi dediğinde kimsenin aklına büyük annesini sorgulamak gelmedi ama hepsi Meryem’in yalnız olmadığını söylediler. Hiç biri ayırdında olamamıştı, bekaretle bakir bir yüreğin! O anlarda boş beyaz bir sayfaya düşen leke gibi, yaftalanmıştı kimi sözcükler, kimi sapkınların yüzünden!

Onun inançları karşısında durmak merhametten yoksunlaşmış yüreklerin işiydi. Bir köy odasında tesbih çeken kadın hacılar bile düşüncelerinin önünde huşuyla eğilirdi. Ki, onun asil ve asıl gayesi inancın yüceliğini anlatmaktı. Mekanın ataerkilliğini kıran erilliğin gücünü, ancak bir kadının benliği parçalayabilirdi. O da öyle yapmıştı.

Varoluşu tersinden okuyan kadınlar, ilkelerini bozmuş olmalı ki, dantellerini düzden örüyorlardı. Yaşamı baykuşlar gibi yavan kişiliklerin, bayatlamış öykülerini anlatıyorlardı izbe köşelerinde. Onuruna dokunan her sözcük karşısında düşman ordusu burçlarına dayanmış kalelerin bekçileri gibi kilitlerdi bütün kapılarını.

Anladım ki, kadınların varoluş kaygıları, aşka ihanet eden erilliğin korkularına asla benzemez. Sana aşık olmaktan korkuyorum dediğinde, öylesine aşılmaz sınırlar çizilmişti ki önüme, bir daha asla cesaret edememiştim yola çıkmaya…

Karanlık geceye düşen kadın silüetlerine tutunmuştu ay sanki. Kendimi gece mavisi bir geceye bırakmıştım. Odadaki boş çerçeveyi seyrederken içimden ‘yuvayı dişi kuş yaparmış…’deyiminin türediği şimşek gibi çakmıştı beynimde. Tam da baktığı yere bize ait bir sığınak çizmişti gözleriyle.

Paslı çiviler çakılmıştı yüreklerine bazı kadınların. Önceleri kızmıştım, sonra anlamıştım pas tutmuş her yüreğin aslında kendi yasını tuttuğunu. Anlamakla yetinmeyip, katılmıştım yas törenlerine…Bu kanıya varmamın nedeni kuramsal metinlerin yavanlığını hissettiriyordu cümleleri. Oysa çok da güzel bir kadındı….

Bir metaforlar çağında yaşıyordu sanki. Öyle ki, hayaletler bile huzursuzdu onun varlığından. Anlamın derinliğinden iz yoktu mimiklerinde ama anlamlı korkuların izleri yansıyordu yüzünde…

Rüzgarlar bile terk etmişti insanın olmadığı coğrafyaları. Sanki bilinmez seferine çıkmış bir tren geçerken  düşürmüştü bu kadını rayların arasına. Ne yolcusuydu o toprakların ne de bir karşılayanı vardı. Zaman, zaman olalı yıkmamıştı henüz bir kadının omuzlarına böylesi büyük yükü…

Ben Tanrıçayım dedirtecek hangi büyük günahı işlemişti!

Bir keresinde görmediği rüyayı yaşamışçasına anlatan bir riyakar tanımıştım. Öylesine abartılı anlatırdı ki, etrafındaki hiç kimse büyük hesaplar ödeyeceğini hayal bile edemezdi… Arkasına saklandığı aynanın yansıttığı bir devdi. Aşkı da öyle sandığı için, kaybetmişti.

Nasıl da masum insanlardık. Birileri onu çalana dek; hep masum kalmıştık…. Erguvan renginde gün batımları yaşardık, kentin çelik yığını gökdelenlerinin teraslarında.

Gideceğim gün fark ettim, kar bulutlarının indiğini saçlarına. Derinlemesine kopmuş olmalıydı yaşamdan, karları silkelemek aklının ucundan bile geçmiyordu.

Hatırlıyorum da, buluştuğumuzda Ona bir sufi hikayesi anlatmak istemiştim sadece, ben anlatmaya başlayamadan o semaya durmuştu bile. İmanının yerine, inancı keskindi. Keşke tam tersi olabilseydi…

Tike ile karşılaştırıyorum, hatalı mı davrandım acaba!

İhtimal vermiyorum, Tike bir kadından fazlası dedirtiyor aklıma. Teni kadifeden yumuşak, gözleri hüzünle kardeş. Aşkın gölgesinde arıyor hakikati. Bu çağda aşkı arayan bir kadınla karşılaşmak büyük şans.

Onun sahiline vuran dalgaları uçsuz bucaksız sanıyorum. O ise her dalgaya benmişim gibi sarılıyor. O zaman anladım aşkın ne demek olduğunu… Tike, filizlenen kır çiçeklerini kokluyordu bense saçlarını. Böylelikle bir taşla iki kuş ürkütmüş olduğumu düşünüyordum. Onun yüreği benimkine borçlanmıştı. Bunu söylediğimde tereddüt etmeden al götür yanında! Lakin senin gidişlerinde o da terk ediyor benliğimi demişti… 

Güneş günü ortadan ikiye bölercesine hissettirirken varlığını, üstat sevgili üzerine uzun soluklu düşünmenin mutluluğuyla noktalıyordu bugünün serüvenini…

 

Yorum

Sude Canyakar (doğrulanmamış) Pt, 15 Temmuz 2024 - 10:20

Ama üstat yine mest olduğum bir yazı. Kitabını başucumda tutuyorum. Reçeteli ilaç gibi uyumadan bir fasıl okuyarak günü bitiriyorum. Sevgilerimle

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.