Gönül ve Felsefe: Gönül Felsefesi

Felsefe

Gönül ve Felsefe: Gönül Felsefesi


Prof.Dr. Süleyman Dönmez

Gönül, Türkçe sözlüklerde dar anlamda “Sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır vb. kalpte oluşan duyguların kaynağı” olarak açıklanır. “Yürek, kalp” olarak kavrandığı da olmuştur. Geniş anlamda ise, sözcüğe “duyguların, ruhsal kıpırdanmaların, iç çabaların taşıyıcısı; kişiyi Tanrı'yla, insanla ve dünyayla içten bir ilişki içine koyan, ruhun derinliklerindeki güç; duygunun bağlılık, birliktelik duyuran kavrayıcılığı” tarzında anlamlar yüklenmiştir. Bazı modern okumalarda ise, gönlün “zihin, altıncı duyu organı” olduğu gösterilmek istenmiştir. 
Gönül sözcüğünün etimolojisi üzerine ise farklı görüşler ileri sürülmektedir. Acı olan Türk düşüncesi adına temel bir kavram olan gönül üzerine özellikle kökbilimsel anlamı da içeren araştırmaların yapılmamış olmasıdır. Az sayıdaki yüzeysel bilgi içeren Türkçe Etimoloji sözlüklerinde ise, “gönül/könül” sözcüğünün Orhun Yazıtlarına yapılan küçük atıflar çerçevesinde eski Türkçedeki “sada, avaz, ünleme” anlamına gelen “kög” sözcüğünden türemiş olabileceği ve “göğüs” anlamında kullanıldığı yazmaktadır.  Bizce göğüs (kögüz) sözcüğünün gönlü tam olarak karşılayıp karşılamayacağı tartışılmaya açılmalıdır. Elbet gönül, “avaz, ses, kükreme” anlamlarına gelen “kög” sözcüğüne “us” sonekinin gelmesiyle Divan-ı Lügat-üt Türk’te de geçtiği şekliyle “kögüz” olarak yazılan, günümüz Türkçesinde ise, biraz yumuşatarak yazılıp söylenen “göğüs” kelimesiyle özdeşleştirilebilir. Dikkat çekici olan, bu tarz çözümlemenin kavramın doğrudan doğruya, daha önce kısaca etimolojik dökümü verilen Eski Yunanca “phrenes” ve “phronesis” ile anlam ilişkisine sahip olabileceğini düşündürmesidir. Ancak biz gönül kavramının eski Yunanda olduğu gibi dıştan içe temellendirilmesine karşı değiliz Lakin bizim nazarımızda özellikle Türk felsefesi esasında gönül, dışsal bir çözümlemeden daha ziyade içe tekabül eden bir duyuş olduğundan gönlün içten dışa bir okumaya da tabi tutulabileceğini, dahası, okunması gerektiğinin altını çizmektir.
Şimdi, “Niçin bu husus önemlidir?” sorusuna bir cevap verici bir temellendirme yapmayı deneyelim.
Gönül sözcüğünün “kög” ve “us” bileşiminden daha ziyade “gön/kön” kelimesinin veya kökünün “ul/ül” eki ya da sözcüğüyle birleşmesinden oluşmuş olabileceğini de öngörebiliriz. Böylece gönül kavramını bizce Türk tefekkürü ve ahlakı adına daha doyurucu olan içten dışa bir okuma imkânı da doğar. Bu öneri logos esasında da dayanaksız değildir. Çünkü günümüz Türkçesinde “gön” olarak telaffuz edilen “kön”, deri anlamına gelmektedir. Ayıca “kön”, düzgünlüğü anlatan “köni” sözcüğüyle de ilişkili bir sözcük olmalıdır. Zira Divan-ı Lügat-it Türk’te geçtiği gibi, “köni er” “güvenilir kişi” demektir. “Ul” ise, her türlü duvarın temeli için kullanılın bir sözcüktür.  Ayrıca “öl/ül”, “su” anlamına da gelir.  Suyun hayatiyetle alakalı olduğu çok açıktır. Öte yandan deri dıştır. Su ise içtir. Cana kana tekabül eder. Ul sözcüğünün her türlü ayakta durana temel olması da dikkate alındığında “ul” kelimesinin dışı ayakta tutanı karşıladığı hemen fark edilir. Dışın sağlamlığı ve düzgünlüğü, tabi ki, dıştan çok içe bağlıdır. Bu durumda bizim ileri sürdüğümüz etimolojik çözümleme önerisi doğruysa, gönülde iç ve dış bütünlük arz eder. Bir başka deyişle; ten ve tin birlik esasında var olmaktadır. Ancak logos bağlamında bir öncelik sonralık yapılmak istenirse, aslolan tindir. Zira tin olmadığında ten anlamsızlaşmaktadır. Öte yandan kavramın cesareti anlatan “göğüs” sözcüğünün kökünün rasyonel yetiyi karşılayan “us” ile birleştirilerek okunması da makul bir açıklama sunar. Ancak bu tarz çözümleme, ifade edildiği gibi, dış esasında iç aramak olur. Sonuçsuz kalır.
Gönül esasen içten dışa açılan bir bütün olmasına rağmen, zamanla gönlün ağırlıklı olarak ya da sırf içe tekabül eden bir derinliğe dönüşmesi, incelenmesi gereken bir husustur. Ancak kelimenin kökü, bizim çözümlememizde de vurgulandığı üzere, için bir şekilde dışarılaşmış olduğunu düşündürmektedir. Fakat insan tabiat olarak elbette dışa daha yakındır. Şayet o bu durumun farkında değilse, iç dış tarafından kontrol edilmeye başlanır. Bu ise, içte olanın dış esasında bulunamamasını doğurur.
Netice huzursuz edicidir. Huzursuzluk ise, aşılmak istenen bir bunalımdır. Varılan boşluğun yaşattığı sıkıntıdan kurtulmak isteyen insan, dıştan içe doğru hamleler yapmaya başlar. Artık gönül yöneldiği, aradığı, her türlü huzursuz edici dışa karşı dayandığı ve bulduğu sandığı içtir. Burada iç-dış ayrılmasının kronikleşmesinde dış esasında yapılan başarısız temellendirmelerin hatırı sayılır bir etkiye sahip olduğunun altı çizilmelidir. İşte emanet ahlakı olarak kavramsallaştırdığımız 13. Yüzyıl Türkiye’sinde zirveyi gören Türk ahlakının ilham kaynağı olan gönül felsefesinde eski Yunandan destek alan parçalanmanın önüne geçilir. Parçalanan birlik, yeniden tesis edilir. 
Gönül felsefesi, bizce İslam felsefesinin içidir. Ancak felsefeler, “gönül” esasında okunabildiği kadar “logos” (rasyonel yeti) üzerinden de temellendirilebilir. Bu nedenle gönül, İslam felsefesine iç olsa da batı felsefelerinde görüldüğü şekliyle eski Yunandan mülhem yorumlamalara İslam felsefesi üzerine yapılan çalışmalarda da sıkça rastlanır. Lakin İslam filozofları biraz dikkatlice incelenirse, özellikle hem peripatetik hem de işrakî bağlamlı temellendirmelerde “logos” bağlamında karşılaşılan indirgeyici duruştan kurtulmak isteyen gayretlere rastlanır. Burada özellikle Farabi, İbn Sina, Suhreverdî ve İbn Arabî gibi filozoflarda çok açık olan bu durumun delillendirilmesine girilmeyecektir. Zira bu uzun bir çalışma konusudur. Biz İslam felsefesinde hissedilen parçalanmanın İslam felsefesi adına ilk olarak Türkistan coğrafyasında Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevî’nin gönül felsefesiyle açık seçik kavrandığını ve birliğin yeniden tesis edildiğini ifade etmekle yetinmek istiyoruz. 
Türk ve Türk felsefesi ve Türk’ün gönlü dün olduğu gibi bugün de kurtarıcı, düzeltici ve yapıcıdır. Fark etmek, fark edilenle fark atmak gerekir.
Sevgiyle kalınız.

Yorum

Çetin Dağlı (doğrulanmamış) Pa, 16 Ekim 2022 - 19:38

Hocam yüreğinize sağlık. Gönül başka bir dilde var mı sanmam.
Onun felsefesi deyimini ilk sizden duyuyorum. Ahlak yürek bağı irdelenmesi gereken bir konu. Esen kalın

Jale İris Gökçe (doğrulanmamış) Per, 20 Ekim 2022 - 16:17

Keşke bu konudaki çalışmalarıyla bilinen Prof. Ahmet İnam Hocaya atıf yapılsaydı. “ Gönül Felsefesi” dendiğinde ilk akla gelen kişidir zira Sayın İnam. Sağlıklı günler…

S. D. (doğrulanmamış) Per, 20 Ekim 2022 - 21:10

Yorumlar için teşekkür ederim.
Ahmet inam benim hocamdır. Metinde ona atıf yapılsa elbet güzel olurdu. Esasen metnin ilerleyen bölümlerinde hocama bir çok atıf var. Yukardaki metin benim Emanet Ahlakı başlıklı kitabımda küçük değişikliklerle yer almakta. Burada açıklama yapmayı unutmuşum.
Turkiyede gönül felsefesi denilince Ahmet Hoca akla gelir elbet. Ben de onun sayesinde bu metni kaleme aldım..

Kadir Gök (doğrulanmamış) Ct, 05 Kasım 2022 - 09:35

Merhaba ilginç bir yazı ama devamı olacak sanırım. Bu alanı ramayanalardan guldestelere uzatmak lazım. Yunus Emre ile de taclandirmak

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.