Oruç Olma ve Felsefe
Prof.Dr. Süleyman Dönmez
Her bir okuyucumun Ramazan ayını kutlarım. Ramazan ayı, oruç olma zamanıdır. Oruç olma, oruç tutmaktan biraz farklıdır. Oruç tutmanın nasıl olduğunu din, diyanet açıklar. Oruç olmayı kavrama ise felsefe ile teması gerektirir. Bir bakıma, oruç olabilmek için bir parça felsefe yapmaya, azıcık filozoflaşmaya ihtiyaç vardır. İster felsefe yapalım ister filozoflaşalım, her hâlükârda bu durum, felsefe adı verilen etkinliğin ne olduğuna dair zihnimizde derli toplu bir resmin belirmesine bağlıdır. Zihnimiz bütüncül bir felsefe resmi çizmede berrak değilse, felsefecilerin en kestirme önerisi; “felsefe nedir” sualini tevcih ederek, felsefe tarihi adı verilen bilgilerden yararlanarak iyi ya da kötü; ama açık-seçik bir tasavvur oluşturmaktır. Bu yazıda ben de bunu yapmaya çalıştım.
Oruç tutmayı, hatırlattığım gibi, çokça dillendirilmekte; ama oruç olmadan söz eden çok azdır. Hele oruç olmanın felsefece bir etkinlikle barışık bir duyuş ve eylemlilik olduğuna, belki de, hiç dikkat çeken olmaz.
Oruç tutmak açıktır. Birçoğumuz oruç tutuyoruz. Ya oruç olmak? Bu meseleyi fazlaca açmayacağım. Ama merak edenler internet ortamında “oruç olma” içerikli yaptığım bir ramazan sohbetine ulaşabilirler. Şu başlık altında “YouTube” üzerinde arama yapılırsa konuşmaya ulaşılabilir: “İftara Doğru Prof. Dr. Süleyman DÖNMEZ İle Türk Kültüründe Oruç Olma.”
Bu ayki yazımda ifade ettiğim üzere; “felsefe nedir” sorusuna bir yanıt vermeyi deneyeceğim. Önceki yazılarımda da aynı konuyu işlediğim oldu. Ancak bu kez, felsefeni tarihinden gelen verileri daha çok öne çıkartmaya çalışacağım.
Yazımın son kısmı, felsefenin oruç olma penceresinden seyrinin başladığı yerdir.
Felsefe nedir?
Birçok kişi bu soruya tam anlamıyla bir yanıt veremez. Çünkü felsefenin ne olduğu konusu soyut olduğu kadar tartışmalıdır da. Filozoflar kendi aralarında bile bu soruya verilen cevaplar konusunda fikir birliği oluşturamamışlardır. Kimi filozof felsefenin eleştiri, kimisi duyumların bilgisi, kimisi de doğru düşünme olduğunu söylemiştir. Felsefenin; tanrının konusu olduğunu ve felsefe bilmenin tanrıyı bilmek olduğunu söyleyerek felsefe ve dini özleştiren filozoflar olduğu gibi, mutlu bir yaşam sürmek için yapılan tutarlı ve sistemli bir düşünme eylemi olduğunu ileri süren de vardır.
Günümüzde yapılan felsefe tanımları da bir tutarlılık göstermemektedir. Özellikle toplumumuzda bir kesim, aşırı abartılması sonucu felsefenin her derde deva ilahi bir bilgi olduğu sonucunu çıkarırken; diğer bir kesim ise felsefeyi dağınık ve gerçeklikten uzak, savruk insanların yaptığı içi boş laf kalabalığı olarak değerlendirir. Tefrit boyutunu fazla abartıp felsefeyi dinin karşısında gören hatta onu küfür olarak nitelendirenlerin yaptığı felsefe tanımı doğru olmadığı gibi, ‘Hayat felsefeniz nedir?’ sorusuna verilecek cevap da felsefenin tanımını yapamaz.
Görüldüğü gibi felsefeyi tanımlamak oldukça güçtür. “Felsefeye Giriş” kitaplarının başında felsefenin etimolojik açıdan klasik bir tanımı yapılır: Felsefe Arapça bir kelime olup Yunanca 'philosophia' sözcüğünden gelmektedir. ’Philosophia’ “bilgiyi, bilgeliği sevmek, bilginin peşinden koşmak” demektir. Kelimenin etimolojisi incelendiğinde, felsefenin tam olarak ‘bilge kişi ya da bilgi’ olmadığı, yalnızca bir bilgeliğin ya da bilginin sevgisi olduğu görülür. Yunanlı filozof Pythagoras tam bir alçakgönüllülükle kendisini bilge olmaktan çok ‘bilgeliğin dostu’ olarak nitelendiren ilk filozoftur. XX. yüzyılın büyük Alman filozofu Karl Jaspers de aynı çizgiyi takip etmiş ‘felsefe yapmak, yolda olmaktır’ diyerek felsefenin kesin bilgiye sahip olmaktan çok onu aramak onun peşinde olmak olduğu fikrini savunmuştur. O halde fikri açıdan bağnaz kişilerin mağrurca savundukları kesin, değişmez, eleştirilmez ön kabullerinin karşısında felsefi yolculukta alçakgönüllülükle sürdürülen bir arayış mevcuttur denebilir.
Bu tanımlamalarla felsefenin bilgi üzerinde yoğunlaşan, bilgiye ulaşmaya çalışan ve onu yorumlayan tarafı ön plana çıkmaktadır. Her insan yapısı gereği merak eder, bilmek ister ve düşünür. Bilginin peşinden koşan filozoflar ise diğer insanlardan farklı olarak belirli türden sorular üzerinde derinlemesine, tutarlı ve sistemli bir şekilde düşünmektedirler. İşte felsefe; kabul gören genel tanımıyla, belirli konular üzerinde aklı temel alarak ve mantıksal kanıt kullanarak yapılan düşünme etkinliğidir.
Felsefe insanın kendisini ve etrafında olup bitenleri anlayabilmek için yaptığı çözümleme, açıklama ve aydınlatma çabasıdır. Bunun için felsefe her şeyi sorgular, sorgulamalıdır da. Bu sorgulamayı yaparken çeşitli bilimlerin bu konularda yaptığı çalışmaların sonuçlarından yararlanır. Bilimsel bilgiden yola çıkan felsefi bakış bu bilginin temelleri üzerine eleştirel bir düşünme olarak kendini ortaya koyar. Bu açıdan bakıldığında felsefe ve bilimin ortak konuları vardır. Başlangıçta felsefe içinde yer alan bilimler kendilerine özgü konu ve tekniklerini belirleyerek felsefeden ayrılmışlarsa da ondan tamamen kopmamışlardır. Felsefe bilimlerin ulaştığı sonuçları sorgulayıp değerlendirerek bilime yol göstermektedir.
Felsefeye yaklaşmanın en doğru yolu felsefi sorular sormak ve sorulara sistemli bir açıklama getirmektir. Felsefenin sorularını yönelttiği ana problemler vardır. Bunlardan birisi bilgi problemidir. Bilgi problemiyle ilgilenen bu felsefi disiplin, ‘Bilgi nedir?’, ’Ne içindir?’, ‘Neye yarar?’, ‘Bilinen ya da bilinmesi gereken nasıl bilinebilir?’ gibi sorularla ilgilenir. Bu durum bize etimolojik tanımından da anlaşılacağı üzere felsefenin bir bilgi alanı içerisinde olduğunu gösterir. Bu bilgi alanı insan bilgisiyle sınırlıdır. Böyle bir bilgi de genellikle akılsal ve zihinsel bir etkinlik olarak anlaşılır.
Felsefi bilgi mantığa dayalı, sistemli ve düzenli bir bilgidir. Sistemli bir bilgi ancak bir metot takip edilerek elde edilebilir. Daha önce de bahsedildiği üzere; bilimler üstü yorum çalışması yapan felsefenin metodu da akıl yürütmedir. Akıl yürütme elimizdeki bilgilere dayanarak onlardan bir sonuç çıkarma işlemidir. Felsefe bu metodu kullanırken kişide varolan akıl ilkelerine bağlı kaldığı sürece özgürdür. İşte bu felsefenin hem zayıf ve hem de kuvvetli yönüdür. Her filozofun dünyayı kendine özgü görme ve ifade etme tarzı vardır. Felsefi bilgi; filozoflardan yani onların zekâ ve yaratıcılıklarından ve kültürden bağımsız değildir. Bu sebeple öznel bir bilgidir ve öznel olduğu için de doğruluğu ya da yanlışlığı gözlenebilir olgulara bağlı olarak test edilemez. Diğer bilimler ulaştıkları sonuçların sağlamasını yapabilirler. Bu da daha kesin ve sağlam sonuçlar elde edilmesini sağlar. Fakat felsefi bilgi bu olanaktan yoksun olduğu için felsefeden güvenilir bir bilgi bütününü beklemek hayal kırıklığı yaratır.
Bunun yanında felsefi bilgi birden bire elde edilen bir bilgi olmayıp yığılan, birikmiş bir bilgidir. Felsefi bilgi açısından belli bir düzeye ulaşmış milletlerin düşünce dünyasına baktığımızda filozofların birbirlerine devrettikleri bilgi mirasının kesintisiz bir akış içinde ilerlemiş olduğu görülmektedir. Bu süreklilik içinde her filozof önceki filozofların söylediklerini eleştirmiş, yorumlamış ve yaptığı katkıyla oluşan yeni düşünceyi bir sonraki kuşağa aktarmıştır. Bu durumda her filozofun sıfırdan başlayıp yepyeni bir dünya görüşü ortaya koyduğunu söylemek hatalı olur.
Aslında felsefenin ulaşmaya çalıştığı bilgi bugünkü birikim göz önüne alındığında nicelik açısından olmasa da nitelik açısından ilkçağlardaki filozofların ulaşmaya çalıştıklarıyla aynıdır. Şöyle ki modern felsefe içinde değerlendirilen bazı filozofların klasik filozoflardan birinin çağdaş yorumcusu olabildiği görülmektedir. Whitehead’in Batı felsefesinin Platon’a; Gallop’un ise Platon’un felsefesinin Parmenides’e düşülen dipnotlardan ibaret olduğunu söylemesi bu etkileşimi ve sürekliliği vurgulamaktadır.
Felsefenin bir diğer özelliği de teemmülî olmasıdır; yani felsefe yapma derin düşünmeyi gerektirir. Derin düşünme sahip olduğu fikirleri soruşturan ve yorumlayan zihnin bir çeşit kendi üzerine yönelme, dönme (refleksif) etkinliğidir. Filozof olmak bir bilgi üzerinde düşünmek, onu sorgulamak ve yorumlamak demektir ki bu da bilginin bilgisine sahip olmak anlamına gelir.
Sonuç olarak; insanın ‘Niçin?’ diye sorduğu gün başlayan felsefe yolculuğu bir tavır, gerçekliğe gözünü dikmiş bir anlam arayışı olarak nitelendirilebilir. Felsefe insanın içindeki umudu ve gerçeğe olan açlığıdır; çünkü umutsuzluk, sorgulamaktan vazgeçmektir. İnsanoğlu var olanla yetinmeyip yeni sorular sordukça felsefe etkinliği hiç bitmeyecek ve ne kadar hayattan kopuk olduğu düşünülse de felsefe hayatın vazgeçilmez bir parçası olmaya devam edecektir.
Şu da unutulmamalıdır ki felsefe uzun ve zahmetli bir yolculuktur. Bu yolculukta sabır çok önemlidir, çünkü düşünmek bir sabır işidir.
Oruç olmak da bir yönüyle, sabrı öğrenmek ve sabretmek değil midir?
Yorum
AH ŞU FELSEFE
AH ŞU FELSEFE
"itim, çekim, sarsım, tutum, bırakım, sarılım, akım"
Süleyman Hoca neden yol, yordam, yorum, bilgi, bilim, felsefe, filozof, din, inanç, tarih vs alanlarda karmaşa/kargaşaya sebep olur?
Kasıtlı mı, provokatif mi, bilinçli mi, bilinçsiz mi..?
İlk Esas: Felsefe, Duyguya Yol Açmayacak.
23. Sayıda hâlâ "felsefe nedir" konusu yazılıyorsa burada ciddi bir sorun var demektir çünkü "yeni başlayanlar için veya für stupid" anlamındadır yani içi öyle doldurulabilinir.
İkinci Esas: Felsefe Yapmak ile Felsefe Bilmenin Farkı.
Bir filozof tüm felsefe literatürünü bilip ara ara notlarına bakarak Felsefe Tarihine dair sorulacak ani sorulara ani cevap verebilir, mümkündür. Vardır da
Ama
Felsefe bu değildir ki!
Yeni konuşmaya başlayan bir bebeğin ilk ve sürekli soruları sizin de ilginizi çekmiyor mu: "Bu ne", "neden"?
Pekiyi, sorunun muhatabı yani "soru sorulan" ne cevaplar veriyor? İşte sorgunun güzeli :) Eğer hiçbir şey bilmeyen veya ebeveynlerinden hiçbir şey bilmemeyi öğrenen bir kişiyse sorudan bıkıp usanıp "Allah ve Allah yaptı, öyle istedi/muradetti" deyiverir. Yazık soru soran bebeğe. Soru sorun ısrar edip "ama neden" dedikçe alacağı cevap şiddetini artırıp "cehennemde yakar" a kadar gider. İki kere yazık soru sorana.
Bizlerin öncelikle aşması ve kolaylıkla aşması gereken barikatler; duygu, bilgi, bilim, yorum, soru, sorgu, yol, yordam, inanç ve din gibi görünüyor. Çağdaş ülke eğitim sistemlerinin hiçbiri ve hiçbir aşamasında öğrenci kalıpların içine tıkıştırılmaz. Tıkılan insanın insanlıktan çıkıp başka bir şeye dönüştüğü iyi bilindiği için onun "sonsuz içinde" (sonsuzluk sıradan insanın adlandırmasıdır. Ne matematikte nede fizikte sonsuz diye bir şey yoktur) kendini ve kendi yerini / olduğu veya olmak istediği yeri bulmasına YARDIMCI olunur.
Sonuç olarak ZorbaTv platformunun değer kazanıp değerlenmesi için önkoşul "değer vermeyi" öğrenmesi gerekiyor.
İnanç>felsefe-sanat>bilim'le...
oruç olma
Hocam bu konular çok ağır. Siz de havadan sudan bahsetseniz.
Hocam selamlar Yeni bir şey…
Hocam selamlar
Yeni bir şey daha öğrendim. Oruç olma ile Oruç tutmanın farkında olmadan ibadet etmek... Vehaleti yenmemiz gerek ve buna kendimizden başlamalıyız. Esen kalınız.
Hayırlı ramazanlar. Oruc…
Hayırlı ramazanlar. Oruc tutmak Allah'a oruç olmak zekaya yani aklı bir şey midir. Teşekkür ederim
Yorumlara Yanıt
Öncelikle her bir okuyucu ve yorumcu benim nazarımda candır. Meraklı olan var. Öğrenmeye, anlamaya açık. Bildiğinden şaşmak istemeyen var.
Sevgili Ravza, oruç olmak zihin ve beden birliğini sağlayarak hayatı yaşamaktır. Oruç olmada oruç ile oruç tutan arasında mesafe olmaz.
Değerli Erkan Kardeş'in yaptığı yorum ile yazdıkları arasında ilgi kurmak zor. Diyeceğim verdiği örnekten hareketle olacak:
"Yeni konuşmaya başlayan bir bebeğin ilk ve sürekli soruları sizin de ilginizi çekmiyor mu: "Bu ne", "neden"?
Pekiyi, sorunun muhatabı yani "soru sorulan" ne cevaplar veriyor? İşte sorgunun güzeli :) Eğer hiçbir şey bilmeyen veya ebeveynlerinden hiçbir şey bilmemeyi öğrenen bir kişiyse sorudan bıkıp usanıp "Allah ve Allah yaptı, öyle istedi/muradetti" deyiverir. Yazık soru soran bebeğe. Soru sorun ısrar edip "ama neden" dedikçe alacağı cevap şiddetini artırıp "cehennemde yakar" a kadar gider. İki kere yazık soru sorana."
İşte bütün mesele bu! Verilen yanıtın anlamı yok. Ha Tanrı demişsin ha felsefe-bilim!
Çocuk dünyaya boş bir zihinle gelemez. İçine düştüğü dünayayı çok daha başka bir boyuttan seyreder. Bir parça aşkın iken düşkün olmanın şaşkınlığını yaşar elbet. Lakin kesinlikle farklı görür, farklı duyar... İçine düştüğü anlamsızlığı bakar, anlamak ister. Sonra ona bir dil öğretirler. Aşkın iken şaşkınlaştırırlar. Felsefe öğrenir, bilim öğrenir, sanat öğrenir... bir bilinç , bir mantık, bir zihin çıkar. Derken zihnin ve bir dilin içinde sürekli sorar: Neden? Bu soruya verilen "felsefede ana ilke duyguya yer yok gibi" bir yanıt ise, asıl o zaman üç kere yazık o soruyu sorana...
Selam ve sevgiyle her bir okuyucunun Ramazan (şeker) bayramını kutlarım. Süleyman Dönmez
Gerçeğe olan tutku insanın…
Gerçeğe olan tutku insanın mı, düşünen insanın mı eregidir? Burası aydın ve sıradan insan arasındaki ayrımın da kesiştiği yerdir sanırım.
Yeni yorum ekle