Yalçın Koç ve Türkiye’de Kaht-ı Felâsife Sorununu Aşmak
25 Ekim 2024 tarihinde Aydın Adnan Menderes Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Felsefe Bölümü öncülüğünde “Yalçın Koç ve Anadolu Mayası” konulu bir panel gerçekleşti. Sözü edilen panel Yalçın Koç ve Anadolu mayası üzerine Türkiye’de gerçekleşen ilk panel oldu. Panelde Türkiye’de filozof yetişip yetişmediği suali de bir yanıt buldu.
Bu yazıda “Anadolu Mayası” kitabının yazarı Yalçın Koç’un kim olduğunun ve bilim dünyasındaki başarılarının araştırılmasını okuyucuya bırakılarak “Yalçın Koç bir filozof mudur, değil midir” sualine bir yanıt verilmeye çalışılacaktır.
*
“Kaht-ı rical”, “kıymetli insan yetişmemesinden ileri gelen devlet adamı ve yönetici kıtlığı” demektir. Artık Türkiye, sadece kaht-ı rical değil, görece nice vakittir, kaht-ı felâsife havası yaşamaktadır.
Felâsife feylesof (filozof) sözcüğünün çoğuludur. Çağdaş Türkçede eski Türkçe bir kelime olan felâsife ve feylesof artık kullanılmamakta, felâsifeye filozoflar, feylesofa ise filozof denmektedir.
Filozof, en basit anlamda felsefe yapan kişi, felsefe ise filozofun yaptığı iştir. Elbet bu tanımlama kapalıdır. Öyle ya, filozofun yaptığı felsefe nedir, nasıl yapılır? Netameli sorulardır bunlar.
Düşünce tarihinde felsefenin ne olduğu üzerine bir uzlaşı sağlanmış görülmez. Dahası felsefenin ne olduğu hususunda uzlaştırılması imkânsız görünen fikir ayrılıklarına rastlanır. Felsefenin ne olduğu konusunda uzlaşmaz görünen fikirler arasında biraz tuhaf gelse de felsefenin nasıl yapıldığını kavramak, felsefenin ne olduğunu ortaya koymaktan daha kolay görünür. Çünkü felsefe felsefenin ne olduğuna göre daha açık görünen bir dizi ilkeye dayanılarak icra edilir.
Felsefe yapma ilkeleri “öznellik, eleştirel tavır, kendi içinde tutarlı olma, rasyonelliği kaybetmeme ve bütüncül bakma” şeklinde sıralanabilir.
Filozoflar, yöneldikleri şeyi, ki buna en geniş anlamda varlık ya da varolan derler, felsefe yapma ilkelerini ihlal etmeden, anlamaya çalışırlar. Bu, bazen bir çözümleme bazen de bir temellendirme şeklinde tezahür edebilir. Elde edilmek istenen ise, nihayette yönelinenin bilgisidir. Felsefe de -ifade edildiği şekliyle en geniş anlamıyla- varlığın ya da var olanın ne olduğunu anlayıp anlatmaya çalışan filozofun öne sürdüğü düşüncelere, fikirlere denir. Bu bağlamda gerek filozof gerekse filozofun icra ettiği felsefe ile öne sürdüğü fikirlerin beşer tarihinde bazen olumlu bazen olumsuz nadiren de tarafsız algılamalara ve tavır alışlara maruz kaldığı dikkat çekmektedir.
Hemen ifade edelim, yazının konusu “filozof” kavramının algısal çözümlemeleri ile felsefeye ya da filozoflara karşı takınılan tavırların sergilenmesi değildir. Bu nedenle biz bu yazıda öncelikle “filozof” sözcüğüne yüklenen olumsuz ve tarafsız anlamaları bir tarafa bırakarak hem filozofu hem de felsefeyi olumlu anlamda kullandık. Çünkü bizim nazarımızda filozof (hakîm), hak zemininde hakikatten taviz vermeden yaşadığı devrin bazı sorunlarına çözümler sunabilen hikmet ehli bilge insandır.Filozofun yaptığı işe ise felsefe (hikmet) denir. Yapılan filozof ve felsefe tanımını kısaca açarsak; hak, gerçeğe; hakikat, gerçeğin ilmine; hikmet, dalalete engel olan bilgiye; hikmet ehli bilge insan ise, sapkın fikir ve inançlara engel olan ilim ve bilgi sahibi kişiye tekabül etmektedir.
Öte yandan “ilim ve bilgi sahibi kişi” derken, günümüz Türkçesinde eşanlamlı olarak kullanılan “ilim” ve “bilgi” kelimelerini yan yana getirerek dilbilgisi bakımından eski Türkçe ile yeni Türkçeyi birleştiren vurgulu ya da anlam açısından kusurlu bir cümle inşa etmedik. Aksine “ilim ve bilgi sahibi kişi” ikilemesini bile isteye kullanmak suretiyle ilim ve bilgi ikilemesi ile ilmin bilgiyi kuşattığına dikkat çektik. İlim ile bilgi kelimelerinin muhtevaları dikkate alındığında değişik nokta-i nazarlardan ayrışan ve birleşen yönleri kolaylıkla tespit edilebilir. Ancak bu yazıda öncelikle incelenen husus, ilim ile bilgi kelimelerinin ayrışan ve birleşen yönlerini ortaya koymak olmadığından sadece yanlış anlaşılma ihtimalini mümkün olduğunca ortadan kaldırmak için küçük bir açıklama yapmayı gerekli gördük.
Yalçın Koç, bizim gözümüzde, tarafımızdan yapılan felsefe tanımına referansla bir filozoftur. Lâkin hemen ifade edilmeli ki, Koç, eserlerinde genel anlamdaki felsefe ve filozof algısına referansla felsefeleri ve filozofları eleştirdiğinden olsa gerek, kendisini bir filozof olarak görmemektedir. Yaptığı işe de felsefe dememektedir. Zira onun nazarında felsefe (philosophia) Grek-Latin Kilise diyarı ile bu diyardan etkilenen coğrafyalarda görülen haktan kopuk, hakikate temas etmeyen fikirler (logia) yığınından ibarettir.” Filozof (Philosophos) ise bu fikirlerin içinde kaybolmuş bir bireydir. Bu nedenle Grek-Latin Kilise diyarı ne öteden beri nakledile gelen ne de günümüz dünyasının ürettiği sorunlara dün olduğu gibi bugün de çözümler üretememektedir.
Koç’un felsefeye ve filozofa yüklediği olumsuz anlamdan hareketle kendisine “filozof” ve yaptığı işe de felsefe denmesinden uzak durmasının haklı gerekçeleri vardır. Çünkü Koç’a göre Grek-Latin Kilise diyarında yaygınlık kazanan felsefî fikirler, haktan kopmuş hakikate temas etmeyen düşünüşlerden ibarettir. Bu nedenle felsefenin ve filozofların ipliği pazara çıkarılmalıdır. Tabiri caizse Koç da öyle yapar. Felsefeyi, filozofları ve felsefî fikirleri, sıkı bir eleştiri ile yapı-söküme uğratarak çürütür. Yaptığı işe ise, felsefe değil “nazariyat” der. Nazariyat nefsin hafıza, muhayyile, idrak gibi güçleri sayesindedile doğan basit manzara seyri ile başlayan bir icraattır.
Koç, bir sistem kurar. Bir dil inşa eder. Dayanakları gözden geçirir. Türk hikmeti adına sıra dışı bir temellendirme yapar.
Koç, her ne kadar felsefeden uzak durmak istese de yaptığı işin bir felsefe olduğu ithamından kurtulması zor görünmektedir. Ancak onu eleştirdiğine indirgemekten de kaçınmak gerekir. Çünkü Koç’asadece bizim anladığımız ve tanımladığımız esasta felsefe yapıyor denilebilir. Bu durumda Koç’un karşısına aldığı; felsefe (hikmet) ile filozof (feylesof/hakîm) değil, “philosophia” ile “philosophos”tur.
Hemen uyaralım: Koç, eserlerinde “felsefe” ile “philosophia”yı, feylesof” ile “philosophos”u kesinlikle ayırmamaktadır. Onun nazarında felsefe, “philosophia”, filozof (feylozof) ise “philosophos”tur. Lakin bizim lügatimizde “Philosophia”, felsefe (hikmet); “philosophos”, filozof (feylozof/hakîm) değildir. Benzerlik sadece telaffuzdadır. İçerik özellikle Türk -İslam düşüncesi bakımından tamamen farklılaşmıştır.
“Philosophia”, felsefe (hikmet); “philosophos”, filozof (feylozof/hakîm) değildir” ifadesi, ilk etapta kafaları karıştırabilir. Ancak bizim anlatmaya çalıştığımız, öyle kafaları karıştıracak bir mevzu olarak düşünülmemelidir. Zira durum gayet açıktır. Kısaca izah edelim.
Grekçe kökenli “philosophos” sözcüğü, Osmanlı Türkçesine “feylesof” olarak aktarılmıştır. Feylozof kelimesinin çoğulu, yukarıda da ifade edildiği gibi, felâsifedir. Türk-İslam düşüncesinde feylesof, “hakîm” kelimesi ile eşanlamlıdır. “Philosophia” ise “hikmet” kelimesiyle karşılanmıştır. “Felsefe” ise, Grek-Latin Kilise düşüncesiyle temasa geçildiği dönemde sık kullanılan bir sözcük değildir. Hikmetin “philosophia”ya indirgenerek ona “felsefe” denmesi ise nispeten geç bir dönemdir. Koç, elbette karşısına hikmeti değil, “philosophia”ya indirgenen felsefeyi; hakîmi karşılayan filozofu değil, “philosophos” ile özdeşleşen filozofu almaktadır.
Neticeyi kelam felsefe ile filozofun Grek-Latin diyarında rastlanan philosophia ile philosophus sözcüklerindeki ses benzerliği, sadece Grekçe yahut Latince ya da başka bir dildeki bir sözcüğün Türkçede ifade edilmesinden ibarettir. Bir başka ifadeyle; Grek-Latin diyarının “philosophia” ve “philosophos” sözcüğüne yüklediği anlam ile Türk muhayyilesinin felsefe ve filozof kelimesinden anladığı özdeş değildir. Bu nedenle Grek- Latin diyarının “philosophia”sını, Türk düşüncesinin felsefesine, “philosophos”unu da filozofuna indirgenmesi doğru değildir. Açıktır ki, kültürel çeşitlilik dikkate alındığında bir dildeki kelime ve kavramları özdeşleştirme yanılgı doğurur. Bu nedenle asıl olan, bir dilde olanı anladıktan sonra onu diğer bir dilde ifade etmektir. Ancak bu, birebir nakletme değil, yaklaştıran bir anlamlandırmadır. “Philosophos”un filozof, “philosophia”nın felsefe olarak ifade edilmesi de böyledir. Bir yaklaştırma çabasıdır. Yaklaşık anlamalar özdeş değildir. Bu nedenle yaklaştıran ifadeleri özdeş görme indirgeyici bir tavırdır. Düşünürken indirgeyici tavır sıkça karşılaşılan hatalı bir durumdur. İndirgeme hatası, anlamı daraltır. Anlam kaymalarının üzerini örter. Hatta gerçek anlam tamamen kaybolabilir.
Hâsılı “philosophos”, anlam bakımından da “feylesof” (filozof) ile örtüşüyor ise -ki bu çok mümkün görünmüyor- Yalçın Koç, “feylesof” (filozof) değildir. Ama feylesoftan murat, “hak zemininde hakikatten taviz vermeden yaşadığı devrin bazı sorunlarına çözümler sunabilen hikmet ehli bilge insan” ise -ki bizce feylesoftan kasıt budur- Koç, bugüne kadar özellikle “nazariyat” bakımından ortaya koyduğu 17 kitap dikkate alındığında; “hak zemininde hakikatten taviz vermeden yaşadığı devrin bazı sorunlarına çözümler sunabilen hikmet ehli bilge insan” olarak iş gördüğünden feylesoftur. Bu haliyle Türkiye’de görece nicedir yaşanan “feylesof” yetişmeme sürecini bitirip eserleriyle “kaht-ı felâsife” sorununun nasıl aşılacağının yolunu göstererek Türk felsefe-biliminin önünü açmaktadır. Bu yaptığı iş itibariyle açığa çıkan felsefedir. Felsefeleri eleştiren nevi şahsına mahsus bir felsefedir. Lakin Koç ona felsefe değil, yukarıda da ifade edildiği gibi, “nazariyat” demeyi tercih eder.
“Philosophos” da yaşadığı devrin bazı sorunlarına çözümler sunmuştur. Ancak “philosophos”, “hak zemininde hakikatten taviz vermeyen bir düşünür” olamamıştır. Elbet “hak zemininde hakikatten taviz vermeme” kapalı bir ifadedir. Gerçekten de “hak zemini” ne demektir, “hakikat” nedir, “hak zemininde hakikatten taviz verilip verilmediği” nasıl tespit edilebilir, ölçüsü nedir? Soruları çoğaltmak mümkündür.
Toparlarsak, Koç’un yaptığı işin “philosophia” değil, felsefe (hikmet) olması ve onun bir “philosophos” değil de filozof (feylesof/hakîm) olması, yukarıda tevcih edilen suallere nasıl yanıt verilebileceğinin yolunu uygulamalı olarak göstermiş olmasından ileri gelmektedir. Kendisinin “nazariyat” dediği bu yöntem onu Grek-Latin kilise diyarı ile bu diyarın etkisinde kalan “philosophos” ile “philosophos”un icraatı olan “philososphia”dan kesin çizgilerle ayırmaktadır.
Eflatun da kendine filozof, yaptığı işe felsefe dememişti. Lakin dünya onu büyük bir filozof yaptığı işi de felsefe olarak gördü.
Bakalım Koç, kitaplarında “dil kalpazanı” olarak görüp eleştirdiği Eflatun’a yüklenen “filozofluk” nitelemesinden uzak kalabilecek mi?
Yeni yorum ekle