Doğruluk Yolunda Bir Rehber: Eleştiri

Eleştiri

Doğruluk Yolunda Bir Rehber: Eleştiri

Fahri ATASOY

Doğruluk insan düşüncesinin en zor konularından birisidir. Zihin çoğu zaman kültürel ortamın etkisinde kalır ve birtakım kabullerle hareket eder. Bu durum hayatı kolaylaştırır. Kültür, neyi ne zaman yapacağımızı ve neyi ne kadar bileceğimizi sunar. Buna normal şartlarda ihtiyacımız vardır. Doğaya ve topluma uyum sağlamak için kültür önemli. Asıl önemli olan hayatımızı devam ettirecek kadar uyum sağladıktan sonrası… Felsefe orada başlar. Bilim ve teknoloji orada ortaya çıkar. Hatta din ve sanat bile mevcut kültürün üstüne çıkma çabası ve imkânı sağlar. Bu oldukça zor ve engebeli bir yoldur. Aynı zamanda kültürü zenginleştirir.

Eleştiri zihinsel bir eylemdir. Zihin kendi ilkeleri ölçüsünde aktif olarak çalışır. Kalbin atışı gibidir aslında. Ben düşünmek istemiyorum deseniz de zihin çalışmaya devam eder. Sadece bu zihinsel eylemi disipline ederseniz ortaya işe yarar bilgiler ve eserler çıkar. İşte zihnin disiplinli çalışma temposundaki aşamalardan birisi eleştiridir. Özellikle mantıktaki akıl yürütme sürecinde kendini gösterir. Doğru bilgi için mantık olmazsa olmaz yöntemlerin başında gelir. Eleştiriyi mantık çerçevesinde düşündüğümüzde daha kolay anlayabiliriz.

Türkçede eleştiri kavramı çoğunlukla felsefi bağlamından kopartılarak kullanılmaktadır. Bu durum doğal olarak yanlış anlamalara sebep olmaktadır. Bu yanlışlıkları da düzeltecek şekilde eleştirinin ne olmadığını da ortaya koymak gerekir. İlk olarak eleştiri duygusal ve kişisel bir tavır değildir. Birisine kızdınız veya birisini sevmiyorsunuz, her söylediğini ve her davranışını olumsuzluyorsunuz. Buna da eleştiri diyorsanız yanılıyorsunuz. Benzeri çok örnek verilebilir. Eleştiriyi bu anlamda öznellikten ve duygusallıktan arındırmak gerekir. Eleştirinin muhatabı bilgi içeriğine sahip önermeler ve çıkarımlardır.

Eleştiri, bilimsel ve felsefi bilgi içerikli önermelerle ilgilidir. Doğruluk bilgiyle ilgilidir. Doğru bilgiye dayalı ahlaki eylemlerin de doğruluk olarak adlandırılmasının arka planı yine bu önermelerdir. Sokrates’te ilk örneğini gördüğümüz “doğruluk” kavramı eleştiriyi anlamak için hayati öneme sahiptir. Sokrates, diyaloglar olarak bilinen konuşmalarında en çok yaptığı şey karşısındakinin iddialarında doğruluğa ne kadar uyduğunu sorgulamaktır. Bu sorgulama aynı zamanda içinde eleştiri barındırır. Sokrates önce ironik bir şekilde yaptığı itirazlarını bir süre sonra net olarak da ifade eder. Sonuçta muhatabının bilgilerini doğruluğa uygunluğu bakımından eleştirir. Doğru olmadıklarını diyalektik mantık yöntemiyle gösterir ve hatta muhatabına söyletir. Eleştiriyi anlamak için buradan başlamak işi kolaylaştırır.

Düşünce tarihinde eleştiriyi en etkili yöntem olarak kullanan filozoflardan birisi de şüphesiz Rene Descartes’tır. Orta Çağı kapatan ve yeni modern çağı başlatan önemli mimarlardan birisi olan Descartes için skolastik çağın kabulleri, ezberleri olan mevcut bilgilerin tümü doğruluk bakımından şüphelidir. Düşünme esnasında kullandığımız bilgilerin doğruluğundan emin olmamız gerekir. Sağlam bir ontoloji ve epistemoloji kurabilmemiz için bu gereklidir. Descartes’ın hareket noktası mevcut bilgilerin doğruluğunu denetleme anlamında eleştiridir. Doğruluğundan kesin emin olabileceğimiz “doğruluğu açık seçik önerme” arayışı onu şüphe edilemeyecek bir bilgiye ulaştırır. Bu bilgi “benin şüphe ediyor olma hali” olarak karşımıza çıkar. Meşhur “düşünüyorum o halde varım” (cogito ergo sum) sonuç önermesi böylece karşımıza çıkar. Bu önerme eleştiri yönteminin uygulanması sonucunda ortaya çıkan bir kesin bilgi olarak kabul edilir.

Descartes’ın şüphe edilemeyecek derecede kesinliği açık seçik olan “düşünen ben” varlığı hakkındaki bilgi Modernite dediğimiz sürecin ve anlayışın temelini oluşturur. Tanrının varlığının ispatı bile bu düşünen benin zihnindeki apriori bilgiye dayandırılır. Bilim ve felsefe bu temel gerçeklik üzerinden hareket eder. Eleştiriyi doğruluğun bir güvencesi olarak kullanmayı sürdürür. Avrupa’nın diğer medeniyetler üzerinde egemenlik kurabilmesinin başarı sırlarından birisi burada saklıdır. Bilim, felsefe, sanat ve din alanında eleştiriye dayalı olarak elde edilen önemli başarılar yeni modern medeniyetin temelini oluşturmuştur.  

Eleştiri sadece bir köprüyü geçene kadar kullanılan bir yöntem değildir. Ataleti, teslimiyeti, ezberlemeyi önleyici en güçlü silahtır. Böylece din, bilim veya felsefe ile meşgul olanlar her söylediklerinin hesabını vermek zorunda kalırlar. Bir iddianın veya tespitin doğruluğunun (doğru mu değil mi) kontrolü eleştiri yolundan geçer. Dolayısıyla yeni kurulan medeniyetin olmazsa olmazı eleştiriye dayalıdır. Eleştiri gücü olduğu müddetçe kimse kimseyi aldatamayacak ve yanlış bilgiler ezber yoluyla toplumlara egemen olamayacaktır. Modern Batı sisteminde bunun çok örneği vardır. Örneklerden birisi ve belki en radikal olanı David Hume’dan gelir. Hume herkesin determinist bir zorunluluk olarak kabul ettiği dünyanın kendi etrafında dönmesine şüpheyle bakar.

Descartes sonrası eleştirinin devam ettiğini görürüz. John Locke özellikle epistemoloji alanında Descartes’ın iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyleyerek eleştiriye başlar. Ona göre bilgimizin kaynağı zihinde doğuştan gelen bilgiler olamaz. Bu konuda Descartes yanılmaktadır. İnsan zihni boş bir levha (tabula rasa) gibidir. Deneyim ve algılarımız ile bu levhayı doldururuz. Dolayısıyla Descartes’ın söyledikleri değerli olabilir ama eleştirilemez değildir. Çünkü önemli olan bir önermenin gerçekliğe uygunluğunun tespit edilmesidir. Eleştiri bu önermenin gerçekliğe uygun olup olmadığını ortaya çıkartan bir doğruluk kontrolüdür.

Descartes çok güçlü bir ontoloji kurmuştur ve Avrupa entelijansiyası bu temel üzerinden bilim ve felsefe yapmaya girişmiştir. Fakat bazı iddialar tartışılır niteliktedir. Yani çok sağlam değildir. Örneğin matematiksel sisteme dayalı mekanik evren düşüncesi zorunlu bir determinizm öngörmektedir. Bu katı determinizm doğada (evrende) gerçekten var mıdır yoksa bizim zihnimizin gözlemlerden kaynaklanan bir alışkanlığı mıdır? Belki de bilim ve felsefe tarihinin en önemli sorusudur. Bu radikal soruyu soran İngiliz filozof David Hume olmuştur. Halbuki ne güzel mekanik determinizm üzerinden bilimsel çalışmalar yapılmakta ve çok ciddi başarılar elde edilmektedir. Newton bu bağlamda yeniçağın simgesi olmuştur ama Hume’un bu sorusu Albert Einstein için çok önemli bir kapı açmıştır. Doğanın sırlarını çözmek için söylenenleri ezberlemek yerine tetkik etmek ve eleştiri süzgecinden geçirmek Batı medeniyetine çok şey kazandırmıştır.

İnsan doğasında merak ve eleştiri eğilimi olduğu kadar ezber ve inanç zaafı da vardır. İnanç metafizik alanla ilgili insanın zihinsel gücünün yetmediği yerde normaldir. Ama bilim ve felsefe alanında devreye girdiğinde insan için zaaf noktası olmaktadır. Bilim ve felsefe bilgileri iman meselesi değildir. Eleştirinin muhatabıdır. Doğruluğu sürekli denetlenmeli ve tartışılmalıdır. Eğer iman edilecek şekle gelirse ortaya ideoloji dediğimiz sistemler çıkar. İdeolojiler doğruluğundan şüphe duyulmayan bilgiler sistemi olarak insanların kabulüne sunulur ve itibar gördükçe güçlenir ve insanlığın başına bela olurlar. Hatta din yerine hayatı belirlemeye ve zorunluluklar buyurmaya başlarlar. İdeolojinin egemen olduğu yerde eleştiri ölür ve yok olur. Hatta insanlar da görmezden gelinir ve hatta yok edilir. Özellikle de eleştiren ve düşünen insanlar.

Eleştiri üzerine yazılacak çok şey var. Bizim toplum hayatımızda ve kültürümüzde eleştirinin yeri ve önemi başlı başına bir problem alanıdır ve sayfalarca tartışma gerektirir. Felsefenin olmadığı yerde eleştiri kültürünün oluşması mümkün görünmemektedir. Felsefe bu bağlamda hayatımıza girmesi gereken en önemli zihinsel eylemdir. Ezberlenecek bilgi değildir. Bir hayat tarzı ve tavır olarak felsefeye hayatımızda yer açtığımızda çok şeyin değişeceğini görebiliriz.

*Dr. Kırıkkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü. Öğr. Üyesi

İpek Yolu Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Derneği Başkanı

Yorum

Asuman Sahin (doğrulanmamış) Ct, 17 Eylül 2022 - 17:11

Fahri bey
Doğruluk beynin bir eseri ise izafi olmaz mı. Eleştiri de öyle akıl eyvallah. Ama objektif olmak ya da doğru kalmak daha çok vicdanın işi olabilir mi. Teşekkür ederiz

Asuman Sahin (doğrulanmamış) Ct, 17 Eylül 2022 - 17:11

Fahri bey
Doğruluk beynin bir eseri ise izafi olmaz mı. Eleştiri de öyle akıl eyvallah. Ama objektif olmak ya da doğru kalmak daha çok vicdanın işi olabilir mi. Teşekkür ederiz

Konuk (doğrulanmamış) Pa, 18 Eylül 2022 - 11:37

In reply to by Asuman Sahin (doğrulanmamış)

Asuman hanım bu konu felsefe tarihinde çok tartışılmış. İnsan bilgisi için öncelik özne midir yoksa nesne mi? Kant bu konuyu en yüksek seviyede yorumlamış, açıklamış. Onun görüşlerine kritik felsefe adı verilmiş. Sonuçta doğruluğa karar verecek olan insan düşüncesidir. Bu da mantık yoluyla gerçekleşir. Temele aldığı önermeler ise mutlaka nesneye (gerçekliğe) uygun olması beklenir.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.