
Köy EnstitülerineFarklı Yaklaşım
Yücel Feyzioğlu
Dünyada benim bildiğim ilk örnek olan bir Ahi Evran geleneği var. Bunu görmezden gelerek Köy Enstitülerinin kuruluş felsefesini ve başarılarını açıklamak mümkün değil. Kendisi 1171 yılında Güney Azerbaycan’da doğmuş. Öldürüldüğü güne kadar öyle bir çalışma yürütmüş ki, etkileri yüz yıllar boyunca devam etmiş.
Ahi Evran unutulmaz bir meslek örgütçüsü, dönemini kavramış bir bilge, akıllara kazılan bir aksakal.
Ahi Evran,Ahmet Yesevi öğrencileriyle buluşup onlarla dost olmuş, kadın erkek eşitliğini o zaman özümsemiş, o çağlarda İslam uygarlığının beşiği sayılan Bağdat’a gitmiş,büyük İslam bilginleriyle tanışmış, Fahrüddin-i Râzî’nin veHamid Kirmanî hazretlerininöğrencisi olmuş. Felsefe, tasavvuf, tesfir, kelâm konularının yanı sıra tıp ve kimya eğitimi alarak uzmanlaşmış.
Ahi Evran, Hamid Kirmanî’ninkızı Fatma Bacı ile evlenmiş. 1205 yılında Konya’ya gelmişler, sonra başka bir kültür ve iş merkezi olan Kayseri’ye geçmiş. Orada deri –debbağlık- ile ilgili işyeri açmış. Deri atölyeleri ve deri sanayii çarşısını kurmuş. Ahi örgütünü bizzat giderek çeşitli kentlere yaymış.
Ahi Evran, “iş başında eğitim esastır” ilkesini benimsemiş. Eğitimin amacı mesleki beceri kazandıran, dürüst, işini iyi yapan bireyler yetiştirmektir demiş. Ahilikte iyi ahlak, doğruluk, kardeşlik ve yardımseverlik vardır. Kolaydan zora doğru beceriler geliştirilir.
Ahi Evran’ın bu uğraşısı ciddi bir ihtiyaçtan doğmuştur. Anadolu’ya akıp gelen Türkmenleri göçebelikten kurtarıp iş ve aş sahibi etme uğraşısıdır yaptığı. Bir yandan meslek eğitimi yapıp iş alanları açarak Türkmenleri yerleşik hayata geçirirken, bir yandan da Anadolu coğrafyasına Türkçe adlar verilmesini başlatarak muhteşem bir çalışma yapmıştır. Ceyhan, Seyhan, Yeşilırmak, Kızılırmak, Asi nehri, Arpaçay, Murat çayı, Elma Dağı, Ağrı Dağı,Kaz Dağı, Bozdağlar, Aydın Dağları, Türkmen Dağı, Uludağ, Tahtalı Dağlar, Bey Dağları... Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Yozgat, Aksaray, Balat ovası, Selçuk ovası, Çukurova gibi sayısız dağ, ova, nehir, kent adları vererek Anadolu coğrafyasını Türkçeleştirmeyi başlatmıştır.
Günümüzde ise her dükkân levhasına yabancı bir isim verenlerin utanması ve arlanması gereken bir durum değil mi?
Ahilik Eğitimine Dönelim
Eğitim on yaşında başlardı. Birey iki yıl yamaklık yaptıktan sonra bir törenle çıraklığa yükseltilirdi. Çıraklık üç yıl sürdükten sonra başarılı olan yine bir törenle kalfa olurdu. Bu da üç yıl sürdükten sonra ustalık mertebesine ulaşılır, kişi, atölye ve dükkân açma hakkını elde ederdi. O da iş içinde yamak, çırak, kalfa ve usta yetiştirme hakkına sahip olurdu.
Ahi Evran, yüzlerce yıl sürecek olan işte bu kuralları koymuş, 32 meslek çalışanını örgütlemişti. Bu örgütler, Moğol saldırısında kentlerini kahramanca savunmuşlar, Ahi Evran’ın kendisi de o savunma sırasında Mevlana’nın oğlu Alaattin Çelebi ile birlikte can vermişti.
“Anadolu Bacıyan”Kuruluşu
Ahi Evran’ın eşi Fatma hanım da “Anadolu Bacıları” teşkilatını kurmuş, kadınlar arasında bu örgütü yaygınlaştırmış, dokumacı yetiştirerek kadınların meslek sahibi olmasına önayak olmuştu. Türkmenlerin yerleşik hayata geçmesi için gayret göstermiş, o da Moğol saldırısında Anadolu bacılarıyla toprağını kahramanca savunmuştu.
İş İçinde Eğitim
Anadolu Bacıları Teşkilatı, iş içinde kadınlara şu meslekleri öğretmişti: Çadırcılık, Keçecilik, boyacılık, halı ve kilim dokumacılığı, oya ve dantel işlemeciliği, kumaş dokumacılığı, nakışçılık ve terzilik...
Selçuklular Moğollara yenildikten sonra Ahi erenleri Osman beyin çevresinde kümelenmiş, Osmanlı devletini kuran aktif güç olmuşlardı. Ahi çalışmalarının devamcıları Osmanlılar döneminde esnaf arasında dayanışma sağlamak amacıyla lonca sistemini kurmuşlardı. Loncanın önemli bir amacı da çırak yetiştirmek, iş içinde gençleri eğitmekti.
Bu meslek eğitimi yüzyıllar içinde evrilmiş, Enderun mektepleri 15.yüzyıldakurularak sarayda, orduda ve hükûmet işlerinde çalışacak memurları ve hizmetlileri yetiştirmiştir.
1775 yılında Mühendishane-i Bahri Hümayun kurulmuş, İkinci Mahmut döneminde Tıp mektebi, mızıka-i hümayun açılmış, ardından askeri baytar okulu, ebelik eğitimi, İstanbul’un çeşitli semtlerinde, Urfa’da, Edirne’de, Bursa’da, Bayburt’ta sanayi mektepleri açılmış, ameli ziraat mektepleri, orman mektebi, ilk kız rüştiyesi (1859) telgraf memurları mektepleri açılarak insanlarıiş içinde eğitmişti. Ancak Osmanlı döneminde bunlar yeterli olmamıştı. Cumhuriyet bu işi kaldığı yerden nasıl devam ettirdi?
Cumhuriyet dönemi ve Köy Enstitüleri
Daha Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren meslekî ve teknik eğitim devlet politikası olarak ele alınmıştı. Meslekî ve teknik eğitimde, 1923-1940 yılları ulusal bir yapı oluşturma, bu eğitimin bir devlet politikasına bağlanması, bütüncül bir eğitim sistemi içerisinde örgütlenmesi, temel kavram ve ilkelerinin oluşturulması çabalarını kapsamaktaydı. Bu bağlamda eğitim ve öğretimde birliğin sağlanması amacıyla 3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiş, tüm öğretim kurumları Maarif Bakanlığına bağlanmıştı.
1923'te I. Heyet-i İlmiye Programında meslekî ve teknik eğitim üzerinde durulmuş, 1923'te toplanan İzmir İktisat Kongresinde çırak okullarının açılması kabul edilmişti. Gazi şöyle diyordu o kongrede: “Orta mekteplerin amacı ülkenin ihtiyaç duyduğu çeşitli hizmet ve zanaat elemanlarını yetiştirmek ve yükseköğretime aday hazırlamaktır.”
1927-1933 yıllarında meslekî eğitim kurumları yaygınlaştırılmış ve bu kurumlara öğretmen yetiştirmek için Avrupa'ya 133 erkek ve kız öğrenci gönderilmiş, 1928'de ulusal boyutta programlar hazırlanarak yürürlüğe konulmuştu.
1933'te Meslekî ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü kurulmuş, 1934-1936 yıllarında "Meslekî Tedrisatın İnkişaf Planı" hazırlanmıştı. Bu bağlamda, Çırak Okulları, Sanat ve Orta Sanat Okulları, Akşam Sanat Okulları, Tekniker Okulları, Mühendis Okulları ile Gezici Köy Kurslarının açılması ve yaygınlaşması başlamıştı.
Tam da bu aşamada yüzyıllardan beri eğitimsiz kalan köylerde okulların açılması hızlandırılmış ve bir ihtiyaç ortaya çıkmıştı: Köy çocuklarının daha üst düzeyde eğitilmeleri ve meslek öğrenerek köyleri kalkındırmaları ihtiyacı. Böylece 17 Nisan 1940’ta Hasan Ali Yücel’in eğitim bakanlığı ve İlk Öğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla Köy Enstitüleri kuruldu. Köy çocuklarının yetiştirilip köylere öğretmen, sağlık memuru, çiftçi, arıcı, hayvan üreticisi olarak gönderilmesi tasarlandı. Bir de bu enstitülere öğretmen yetiştirmek için Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kuruldu. Bu kuruluşlar olağanüstü başarı gösterdi.
“1940-1946 arasında 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilerek üretim yapıldı. Aynı dönemde 750.000 yeni fidan dikildi. Oluşturulan bağların miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol enstitülü öğrencilerin emeği ile yapıldı.Ama halkımız ne hikmetse bu meslek okullarını savunacak yerde taa o zamandan kravatlı evlat görmek istiyordu. Bugün de öyle değil mi? Meslek okullarının arkasında durmadı. Böylece köy ağalarının etkisi ve dünya klasiklerinin komünist partisi üyelerince çevrilmesi –ki o dönemde dil bilen ve kültürlü olan onlardı- Başbakan Reşat Şemsettin Sirer’in işini kolaylaştırdı ve bu okulların kapatmasını imzaladı.
Köy Enstitülerinden çok başarılı 18 bine yakın öğretmen, çiftçi, sağlık memuru çıktı.Çocukluğumda gözlediğim Cilavuz Köy Enstitüsü,Artvin, Kars ve Ağrı’ya kadar büyük bir aydınlık getirdi. İlk kuşak öğrenciler, sonraki kuşaklaraörnek oldular. Ayrıca köy enstitülerindençok önemli yazarlar, sanat adamları yetişti. Bunların hepsi biliniyor.
Kimsenin pek dile getirmediği bir gerçeğedeğinerek bu yazıyı bitirmek istiyorum. Yüksek Köy Enstitüsünden yetişen öğretmenler daha sonra öğretmen okullarında görev aldılar. Köy enstitülerinde öğrendiklerini öğrencilerine öğrettiler, onları çok donanımlı yetiştirdiler. Bu öğretmenler arasında CilavuzİlköğretmenOkulundaki öğretmenleri saysam bir fikir verecektir. MüdürMuzaffer Öz,Hasan Dumlu, Talip Apaydın, İsmet Gülyiyen, MacitAşkan, Halil Öztaş, Selçuk bey, Aytaç bey, Orhan Özbek, Aşıkoğlu, Yusuf Dedeve adını anımsamadığım daha başka öğretmenler vardı. Bunların hepsi bölge için birer meşale oldu. Hele iş dersi öğretmeni Hasan Karayel’i unutmak mümkün mü? Kars’ta kış çok sert geçiyordu, okulun fargo marka bir kamyonu vardı. Kentten erzak getirmeye giderken öğrenciler donuyordu. Hasan Karayel: “Çocuklar çok üşüyorsunuz, gelin bu kamyonu otobüs yapalım,”deyince kollar sıvandı, kısa sürede fargodan bir otobüs çıkarıldı, öğrenciler donmaktan kurtuldu. Ahi Evran’ın başlattığı iş içinde eğitim devam ediyordu. Bunu anmak köy enstitülerini ve onun kurucularını küçültmez, tersine onların bilgili olduğunu ve tarihle bağları olduğunu açıklamış olur,onları yüceltir.
Kime Ne Yararı Var?
Sözün özüne gelince: Köy enstitülerini anlatan yüzlerce yazı ve birçok kitap okudum. Genel eğilim şöyledir; sanki ondan önce bir şey yokmuş, köy enstitüleri gökten zembille inmiş, bir anda her yanı ışığa kesmiş. Okullar kapatılınca da her şey bitmiş. Karşı görüşte olanları okuyorum, köy enstitülerinin adını bile anmıyorlar. Örneğin “Geçmişten Günümüze Fotoğraflarla Meslek ve Teknik Eğitim” adında birkaç yıl önce yayınlanmış bir kitap okudum. Güzel hazırlanmış, ama köy enstitülerinin adı yok.
Bu tip çalışmalar tek yanlı, bana göre anlamsız... Ahi Evran’dan günümüze akıp gelen o unutulmaz zinciri anmak daha anlamlı değil mi? Tersinde ısrar etmenin kime ne yararı olabilir?
Yeni yorum ekle