Yaşamına Bak! Gerisi Çorap Söküğü Gibi Arkandan Geliyor!

Deneme

Yaşamına Bak!

Gerisi Çorap Söküğü Gibi Arkandan Geliyor! 


Elnaz Bagheri

İnsanlar çoğunlukla doğdukları iklime, o yöreye ait olan kültüre, inancına, aldığı eğitime vb. konulara ayak uydurarak düşüncelerini ve davranışlarını yönetiyorlar.

Bu yazıya konu ettiğim şeyler aslında çok da yabancısı olduğunuz olaylar değiller. Yaşadığım şehirde fotoğraf çekimlerim esnasında en çok şahit olduğum olaylardan: Ilıman ve yağışlı halleri tezat oluşturan kentin kadınları ve erkeklerinin birbirine davranışları. Aşıkken, sevgiliyken, evlenirken, çocuk sahibiyken, aldatırken ve ayrılıkların ardından sürüklenirken…

Bu şehir, gözlemlemeye başladığım ilk günden bu yana olup bitenleriyle, bir an olsun hayretimden bir gıdım eksiltemedi! Herhalde şehrin havasından, suyundan ve insanlarının huyundan kaynaklanıyor diye düşündüm! 

Kent yazın aşırı sıcakken, kışın öylesine soğuktur ki, kadınını ve erkeğini de kendine benzetmede çok mahirdir! Burada insanlar ya ölesiye aşk yaşıyorlar ya da ölesiye birbirlerini ezip geçiyorlar. Tabii ki, çok değişik ortak prensibe sahiplerdir ki; neredeyse tamamı “bozuk frenle yola çıkarlar”. Kışın leyla ve mecnun gibi gezen aşıklar, yazın sövüp duran küfürlü halleriyle; kenttin en çok vurgulanan öfkeli heykelleri gibi duruyorlar: Aşıkken yakıcı ayrılırken yıkıcı…

Aslında kentin güzelliğine renk katacak mutlu çiftleri görmenin imkansızlaştığı; aksine bir sürü mutsuz kadın ve içine kapanmış, hıncını karşısındakinden çıkarmak isteyen erkeklerle dolu bir barut fıçısı!

Anlam veremediğim şey ruhsuz şehrin halleri mi, yoksa şehrin farklı kültürel yüzümü olduğu. Zaman geçtikçe bu tavrın zengini, yoksulu, eliti ya da varoşunun olmadığını gördüm. Sonunda en güçlü kadın- erkek eşitliğinin ne yazık ki; küfürleşmek ve bağırmak, olduğu kanısına kapıldım. Kentte “küfür ve bağırma” kat sayısı giderek arttıkça, yıllar önce duyduğum; yabancılar arasında geçen o meşhur deyimi doğruluyordu. “Sakın bir Türk erkeğine âşık olma… Sakın!” Çünkü onlar dünyanın “en yakıcı ve en yıkıcı aşkını sana yaşatabilirler”. Kendimce anlamaya çalıştığım cümleye verdiğim cevabı iyice hatırlıyorum; “En iyisi sen ayağını denk al ve asla ön yargılı olma! Yoksa hayat seni o deneyimin doruğuna düşürebilir,” demiştim. 

Zaman geçtikçe “şiddete maruz kalan kadınlar” ve “huysuz kadınlara maruz kalan erkekler” gördüm. Metroya bindiğimde defalarca kadınların şiddete maruz kaldıklarını, yüksek sesle arkadaşına anlatırken kulak misafiri olmuşluğum var. Sanki bir korku filmi izlemiş gibi ürperdiğimi, bir başka zamanda kadının erkekle öfkeli ve bağırarak telefon konuşmasına şahit olduğum günlerin şaşkınlığı hala üzerimde ilintili… Evet bunların hepsi şehirde yaşayan bir sürü mutsuz çiftin hikayesiydi. Öfke ve sinir paslaşması, kimin gücü neye ve neye yetiyorsa oraya kadar uzayıp gidiyordu …

Sürekli aklımda dönüp duran tek soru; bu kadar düzgün giyimli, bakımlı, kültürlü görünen erkeklerin neden şiddeti bir çıkış yolu olarak görüyorlardı? Ya da neşeli ve mutlu olan bir kadın nasıl bu kadar huysuz ve kavgacı tabiata dönebiliyordu! Asla şiddetti kabullenemeyen birisi olarak; okuduğum ve haberlerde seyrettiğim hikâyelerde, adam nasıl bunca zaman kadının davranışlarına dayana bilmiş derken, öte yandan kadın bunca şiddeti görmesine rağmen nasıl olurda kocamı seviyorum diyebiliyor! Bu düşünce yapısını anlamakta güçlük çekiyordum…?

Nedense gördüğüm ve duyduğum hikâyelerin birçoğu birbirine benziyor. Bir ilişki yaşamaya başlayan kadınların çoğu gelecek kaygısından ya da korkusundan ilişkiyi terk edemiyorlar ve ilişki içerisinde var olan ayarsızlıklara ayak uydurmak zorunda kalıyorlar. 

Bu durumda şiddete maruz kalan kadının ruh hali ve neşesi kaçıyor ve istem dışı sinir sistemi çökerek tepki koymaya başlıyor. Tabi işin temeline iyimser bakınca erkeğin sevdiği kadını yanında tutabilme isteğinin ağır bastığını düşünüyor insan ama yolunu bilmeyince ilişki yönü değişmeye başlıyor ve birbirine çok değişik bir şekilde şiddet uygulayıp, ilişkilerini dengede tutarak, hikâyeye de “biz birbirimizi çok seviyoruz ama…” diye de kutsamaya kalkıyorlar!

Öte yandan frene basmadan ölesiye aşk yaşayanları da göz ardı etmek mümkün değil. Frensiz aşklar ve şiddet içerisinde yaşayan yanlış aşk ismiyle tanınan bu türden ilişkileri, dünyanın her köşesinde göre biliriz. Fakat düşündürücü olan “bu kadar tutarsızlığı bir araya getirebilecek sebebin ne olabileceği” Bu yüzden iyimser açıdan gözlemlemek ve aşıkların yaşamına bir göz atmak istedim:
 
Genç yaşta önce kendisini sonra birbirlerini tanımaya çalışmaktansa hemen âşık olduk diyerek mutluluklarını ailelerle paylaşıp, onlarla tanıştırmak safhasının akabinde düğün tarihi belirleyen çiftlerle çokça karşılaştım. 

Peki, yaşınız kaç diye sorduğumda 22, 23, 26 geçmeyen bir yaş gurubu… Kendimce bu erken yaşta aceleci evliliklerin nedenini sorgulamak istedim. Düşündüm ki acaba Yeni bir hayat kurma düşüncesi mi yoksa evlilik trenini kaçıracağının korkusu mu? Yirmili yaşımı aştım, ehliyetim var, üniversitem bitti, çalışıyorum gibi düşüncelerden kaynaklana bilir mi? Ya da istediğim hedeflere vardım, şimdi sıra evlilikte düşüncesi mi!

20 yaşını aşan bir genç için, bu duygulara kapanıp evlenmek ve hayatı kurmak yeterli neden sayılabilir. Böylece evlilik onları bir gecede yaşanmamış gençlik çağından alıp tek bir evetle evlilik yaşamının ortasına bırakarak karı koca ilan edebilir! Çoğu genç kız, yaşım geçmeden evlenmeliyim düşüncesindeyken, erkeklerde istediğim kızı o istemezse bile ikna etme yarışına giriyorlar.
 
Kültür mü, toplum baskısı mı, kadın fizyolojisi ve doğurganlığı süresi mi, kız ve erkek olsun küçük yaşta evlenmeliler inancımı?  Anne ve çevredeki diğer kadınların çocuklara enjekte etikleri nesilden nesile geçmiş arkaik bilgileri bir yana bırakırsak; düne kadar pek fazla sorumluluk üstelenmemiş bir genci, ertesi gün bir ‘evet’ ile sorumluluk ve ailelerin beklentilerini yerine getirme istekleri içerisinde bulabiliyoruz. Anne babaya gelince; onlar gayet mutlular, yaşam felsefesine göre sadece kızımı gelinlikte ya da oğlumu damatlıkta görmek ve hikâyenin sonunu torunla bitirmek isteği. Evet gençlere evlilik sürecini basit gösterip ve yaşam böyle bir şeydir deyip geçebilmeleri, kendi istek ve statülerini toplumun beklentileriyle örtüştürme hinliği olsa gerek! 

Bildiği gibi gençlerin gelişimi ve olgunlaşma süreci, cinsiyet-aile ve yöresel kültürden aldıkları eğitimden dolayı birbirinden çok farklı olabiliyor. Kız çocuklarını küçük yaşlarından itibaren eğiten aile, erkek çocuklarına gelince baskıya gerek duymadan onlara fazla özgürlük alını yaratıyorlar. Kız çocukları, ev ortamında ve çevrelerindeki kadınlardan yaşam hakkında doğru ya da yanlış birçok şeyi duyduklarını ama erkeklerin çoğunun bu dünyaya yabancı kalarak büyüdüklerini söyleyebiliriz. Kadınlar kötü anlarında bile konuşa konuşa iletişimlerini sürdürebilirken, erkekler içlerine kapanarak onarım yapmayı ve kendi yalnızlıklarında kalmayı tercih ediyorlar. Belki bu kadar zıtlık aşıkken göze çarpmayabiliyor, fakat iletişim zaman içerisinde hep aynı kapının eşiğinde durmadığına göre; evlilik, annelik ve babalık aşamasında, kadın erkek farklılığını özellikle de soğuk iklimlerde yaşayanlar için farkını süreçte ortaya koyabiliyor.
 
Kadınların dünyasından uzakta büyüyen erkeklerin; kadınları tanımak ve onlarla zaman geçirmeye hevesli oldukları zaman, bir kadına âşık oldukları zamandır diye biliriz. Çünkü sadece bu dönemde erkekler sevdiği kadını gözlemlemek, onun isteklerine, düşüncelerine değer verip ve onların duygularını daha çok önemsiyorlar. Birçok erkek bu dönemde elde ettiği bilgilerle sevdiği kadınla bir ömür hayat sürdürebileceğini düşünüyorken, her insanın zamanla davranışları, istekleri ve zevklerine güncelleme geldiğini unutabiliyorlar. Dikkatinizi çekmek istediğim bir gerçek var ki; o da kadınların her ay bu güncelleme içerisinde yer almalarının gerektiğidir!

Erkeklerin kadınları tanıma süreçleri bundan ibaret kalabiliyor, ama kadın sürekli eşine ayak uydurmaya çalışıyor. Büyük uykudan uyandığında bakıyor ki, tek yön caddede tek başına hareket ediyormuş ve bu ayak uydurma çabasının sadece kadın tarafında kaldığını anlamaya başlıyor. Eşinin âşık olduğu dönemden sonraki zamanda, iletişimi güncel tutmak ve kendi hislerini ifade etme becerisinden giderek uzaklaşmayı başardığını üzülerek görüyor.

Bunları göz önünde bulundurarak iki gencin evlilik sonrası, aldıkları en hızlı kararın çocuk sahibi olmak isteği olması çok ilginç değil mi! Bu anlamda da çiftlerin süreç içerisindeki yaşadıkları içsel duyguları ve birbirine karşı davranışları hep dikkatimi çekti ki, bunu da gelecek yazının konusu yapalım!

Yorum

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.