Yazmak, Çizmek, Boyamak, Yontmak, Kesmek, Biçmek

Sanat

Yazmak, Çizmek, Boyamak,

Yontmak, Kesmek, Biçmek

Prof. Hasan Pekmezci

 

Başka uluslarda nedir ne değildir sorusu ya da karşılaştırması çok yapılır bazı konularda. Ben bu konuda başkasının ne yaptığından, yapmadığından çok bizim ne yapıp yapmadığımızı sorgulamalardan yana olanlardanım. İnsanımıza nasıl baktığımız, ne yapıp yapamayacağı konusunda kalıplar- kayıtlar ve sınırlar yarattığımız. Bu gibi sınırlar elbette ta çocukluktan başlayan ve ne yazık ki bir daha yok edilemeyen ‘’Cısss’’ eğitimidir.

Öyle sözler var ki tartışmaya değer: Üzerinde çok durduklarımdan biri ‘’Bir koltuğa birden fazla karpuz sığmaz’’ saplantısıdır. Birkaç konuda bazı şeyler yapmak isteyenlere hemen yapıştırılır bu söz. ‘’Çok dallı budaklısın’’, ‘’Hercai gönülsün’’, ‘’Daldan dala atlarsın’’ gibi yakıştırmalar da cabası. Ben buna ‘’hayat oyununda tek kapıya gele atmak’’ olarak tanımlarım. Sadece bir kapı açılıp ötekilerin aileden, çevreden, toplumdan gelen etkilerle kapalı tutulması. Bu nedenle ‘’Açık tutun bütün kapıları, kimin hangi kapıyı çalmayı canı isterse çalsın, girsin. Elbette insani değerler dizgesi temel olmak üzere oranın kendi koşulları içinde debelensin, oynasın, uğraş versin, oranın kavgasında başarı adına yerini alsın.  

Bu kalıplar yaşı, başı ne olursa olsun, pek çok insanda ‘’onu yapamam, bunu beceremem. Cin Ali bile çizemem, elim yakışmaz. Bana göre  değil, onu yapabilenler yapsın ben haddimi bilirim, bana ne’’ gibi sözleri çok duyarız.

Benim 1958 yılından itibaren içinde olduğum resim dalı doğal olarak en çok karşılaştığımız bir alan. Bende yetenek-metenek yok, Çöp adam bile çizemem  ki? Benim elim yakışmaz her şeyi berbat ederim’’ Ne yani, çizip-boyayıp da Picasso mu olacağım, nerdeee’’

Bu aforizmalar yakınlarına, onu idol sayan çocuklarına anında yapışır kalır.  Bazı konular sanki ulaşılmaz, ona ancak bazıları ulaşabilir inancı gibi.

Bizim şansımız aldığımız eğitim sistemleri içinde ‘’Bir insan eğer isterse birden fazla alanda başarılı olabilir; hatta çok başarılı olabilir’’. İnancının çok etkili olmasıydı. Bu nedenle öğrenci daha ilk günlerden başlayarak çeşitli anlardan örneklerle karşılaştırılır, bunlarla ilgili deneyimler, uygulamalar yapması, hayatında yer alması için bazı kıvılcımların çakılması sağlanırdı. Resim, seramik, heykel, şiir, öykü, roman, anı, müzik, tiyatro, sporun bütün dalları öğrenciye açık kapı bırakırdı. 

Bazı konuları yazarken, konuşurken kendi yaşamımdan somut örnekler veririm. Kitabi bilgiler, alıntılar yerine önce kendi yaşam deneyimlerim. 1 Kasım 1958 hiç unutmadığım bir gündür. Türkçe öğretmenimiz Mehmet Ali Aladağ çok üzgün geldi dersimize. ‘’Bugün Türk edebiyatının, şiirimizin büyük şairi Yahya Kemal Beyatlı vefat etti. Dersimizde onun yaşamını ve şiirlerini ele alacağız’’ Radyonun bir nimet olduğu, başkaca iletişim olanaklarının nerdeyse yok sayıldığı yıllarda, Torosların yamacında bir yatılı okulda öğretmenimizin yaşamı takibi.

O gün ve ertesi günlerde bizim aklımız Yahya Kemal ve onun şiirlerindeydi.  İlk Cumartesi gece etkinliklerinin ana konusu büyük sınıflardan ağabeylerimizin yaptığı Yahya Kemal programlarıydı. Bunların etkisi ile hepimiz kısa-uzun şiirler yazmaya başlamıştık. Aynı öğretmenimiz ayrım yapmaksızın hepimizin yazdıklarını önemseyerek onurlandırıcı sözler söylerdi. Yıllar sonra bile İvriz’liler sitelerinde şiirlerini okuduğum arkadaşlarım.

Bir başka öğretmenimizce tiyatroya yönlendiriliyorduk, bir tiyatro oyununda yer alıyordum daha o yaşlarda. Daha sonra Gazi Eğitimde öğrenci iken ‘’1965 yılında Ankara Devlet Opera ve ‘’Balesi Kuğu Gölü Balesi’nin, Türkiye'de ilk olarak Ankara’da sahnelendiği zaman, eser 4 perde olarak izleyicilere başarıyla sunulmuştu.’’https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/necla-cikigil/ankara-da-ruslardan-kugu-golu-temsili/3483/

 (İşte bu Kuğu Gölü Balesine karlı-kışlı bir günde bilet almak için akşam saat 20.00’te kuyruğa girip, tüm gece soğukta bekleyerek, sabah saat 11.00’de altı bilet alan ve Kuğu Gölünü ilk izleyen sayılı insanlardan biriydim) Müzik alanı zaten her öğretmen adayının mutlaka çok iyi bir müzik aleti çalması gerektiği üzerine kuruluydu. Resim-seramik, heykel gibi alanı saymıyorum, içindeydik zaten. Spor her gün  her birbirimizin yarıştığımız bir alandı. İlgi alanı çeşitliliğine örnek olsun diye not ediyorum. Arkeoloji dersimiz vardı. ‘’Bir arkeolojik kazı nasıl, hangi koşullarda, hangi disiplinler uygulanarak, izinler alınarak yapılır’’ üzerine yetkin öğretmenlerle, yerinde ve örneklerle. Öyle ya öğretmen olacak, gittiği dağ köyünde nelerle, hangi tarihi değerlerle  karşılaşacak, hangi kaçak kazıcılarla cebelleşecek?

Bunları neden yazıyorum. 17 Nisan 2025 Köy Enstitüleri’nin 85. Kuruluş yılı. Köy Enstitüleri’nin kuruluş felsefesinde ‘’Bir insanın birden fazla alanda başarılı olabileceğinin inancı yatar. Biz buna Rönesans insanı modeli diyoruz. ‘’Tek kapılı, tek kitaplı’’ değil, bütün kapıları zorlayacak, bütün kitapları kaynak sayabilecek çok geniş bir akıl ve bilinç felsefesi. Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü girişinde Rektör rahmetle andığımız Tuncalp Özgen zamanında yapılan devasa bir heykel ve kaidesinde bu yazı vardı; kurgulamalarla gelen yöneticiler tarafından kaldırıldı bir gece yarısı.

Leon BattistaAlberti 15. yüzyıl İtalya’sında Rönesans’a özgü evrensel ve bireysel insanın temsilcilerindendir. Çok yönlü kişiliğini ressam, mimar, mühendis, geometrici, oyun yazarı, ozan, Latin yazını uzmanı ve tanrıbilimci gibi meslekler ile ortaya koyar. 1435'te Latince, 1436'da İtalyanca basılan "DellaPittura" (Resim Üzerine) adlı kitabındaki kuramları ile çağının ressamlarını etkiler.  http://lebriz.com/pages/lsd.aspx?lang=TR&sectionID=12&articleID=803&bhcp=1

XV. ve XVI. yüzyıllarda pek çok dahî yetişmiş ve bunlarçalışmalarını birleştirmişlerdir. Rönesans insanı yetenekli bir insandırve bu durum Alberti’nin“İnsan isterse her şeyi yapabilir”özdeyişi ile çok net açıklanabilmektedir. Rönesans sanatçısına iyi birörnek de Alberti’nin kendisidir. O, üstün bir mimar, ressam, sanatkuramcısı, şair, bilim adamı, matematikçi ve iyi bir at binicisi de olansportmen bir insandır.MIM 206 Ders 5 Rönesans.pdf

Çağının ötesinde bir vizyona sahip olan Alberti’nin yazılı eserleri arasında De Pictura (Resim Üzerine), De Statua (Heykel Üzerine), De Re Aedificatoria (Yapı Sanatı Üzerine) gibi ünlü kuramlar bulunmaktadır.Leon BattistaAlberti Mimarlığı, Deniz DEMİR YİĞİTfile:///D:/Downloads/LEON_BATTISTA_ALBERTI_MIMARLIGI.pdf*

Bu giriş yazısının ana nedeni Onu yapamam-bunu yapamam inancıyla eli kolu bağlanan insan konusuna değinmek.

Her eğitim kademesinde görev yaparak belli birikime sahip olduğuma inanarak bir iddialı sözle başlıyorum:

Her insan çizebilir, boyayabilir, kesip biçebilir, yontabilir, biçimlendirebilir. Yani resim yapabilir, her insan şarkı söyleyebilir, her insan şiir yazabilir ama kendisi kadar. Bunu engellemek onun kendisi olmasını engellemektir. Resim sadece birilerinin ‘’aman ne güzel kuş olmuş, ne güzel ağaç olmuş, ne güzel çiçek olmuş’’ demesi değildir. Çizgilerle, lekelerle, renklerle bir resim yüzeyinde cebelleşmek, oynamaktır. Bundan birileri bir şey çıkarır çıkarmaz; anlar anlamaz. Önemli olan onu oynayan, orada iç dünyasını deşifre eden, edebilendir.

Jackson Pollock geleneksel-klasik resim anlayışına inat  ‘’boya karıştırma, fırça kullanımı gibi alışılagelmiş uygulamaları bir kenara bırakmış, yere serdiği devasa boyutlardaki tuval bezleri üzerinde hareket ederek boyayı dökme, damlatma, fırlatma suretiyle sonradan aksiyon/hareket resmi adı verilen resimler yapmıştır.’’1956’da ölmesine rağmen bugün bu resimlerle yaşamaya devam ediyor, müzelerde.

Görsel kaldırıldı.

Jackson Pollock (1912-1956)

Yıllardır bir uygulama yapıyoruz. Yaşı başı ne olursa olsun; Atölyemize gelenlere kağıt-kalem ya da mürekkep kıvamında siyah boya ve fırça veriyoruz. ‘’Kağıt üzerinde oyna bunlarla’’ diyoruz. Bir konu, alışılmış, bilinen bir biçim değil, özgürce oynamak. ‘’Aman bana göre değil’’ diye başlayanların ikinci, üçüncü kağıda başladıkları da görülür.

Bunu kendi yaşamımızda zaten hep yapıyoruz. Sayısını bilmediğimiz kağıt üzerine, defterlere çizimler, lekelerle, çizgilerle oyunlar.

Herkese şunu öneriyoruz. 300 sayfalık bir çizgisiz defter alın. Boyutu, kâğıt kalitesi önemli değil. Yanına da bir kurşun kalem ya da tükenmez kalem. Her gün bir sayfa açın. İçinizden geldiğince karalayın; alt alta, üst üste çizgilerle oynayın. Bittiğini düşündüğünüzde  altına ‘’Bugün de yaşıyorum- yaşadım’’ yazıp tarihiyle, imzanızı ekleyiniz.

Bu ne demektir:

Elim, parmaklarım kalem tutuyor.

Gözüm görüyor,

Beynim çalışıyor,

Muhakeme yapabiliyorum.

Adımı, yaşadığım günü biliyor, yazabiliyorum.

Ben yaşıyorum.

Ertesi gün, daha ertesi gün. Bir ay, üç ay sonra bakın çizdiğiniz şeylere.

Hiçbiri birbirine benzemeyen. Hepsi de sizin elinizden, içinizden çıkma. Yani sizin o güne ait, bu güne taşınmış yaşam iziniz. 300 gün sonrasını düşünün. Üç yüz gün öncesinin yaşam iziniz karşınızda, yaşıyor. Bir başka yakınınız, arkadaşınız, eline alıp bakıyor, Siz yokken de masanızın üzerinde o yaşamaya devam ediyor.

Bu gibi düşünceler, tavırlar çok ütopik, uçuk kaçık gibi gelebilir kimilerine. Ama zaman denen ve yaşam denen ve fırtına gibi esip giden bir doğal gerçek karşısında, insan denen canlının kendini-varlığını el izini, ayak izini sorgulamasıdır.  Bir çizim, bir resim, bir yontu, birkaç sözcükle ifade edebildiğiniz bir şiir ya da geniş anlamıyla sanat ürünü yaşam fırtınasından, tsunamisinden ya da yangınından kurtarılmış cevher gibidir.

Şiir konusuna değinmiştim ta başta. Neden herkes şiir yazmasın. Sözcüklerle ağıtını, özlemini, aşkını dile getirenler hangi fakültede eğitim gördü. Yaşam eğitimi dışında. 

‘’Resim çizdim, boyadım diye ressam; şiir yazdım diye şair demelerini niye bekleyeyim.  Ben kendimi anlatmaya çalıştım ya bunun iç doyumu az şey mi’’ Düşüncesi her şeyden önce gelir. Hele hele her günü travmatik yaşanan bir toplumda bu gibi anlatım yolları rehabilite alanları sayılır, insanı dengeler bu gibi anlatım yolları.

Resim yapıyorum, şiir yazıyorum, anılarım, makalelerim, hepsi kendim kadar; çapım kadar. Bir gün bile ben kendimi ressam, şair, yazar-mazar diye sıfatlamadım. Kimseyle de yarışa girmedim ki. ‘’Ustamın adı Hıdır, elimden gelen budur’’  Bunları anlatım hazzı yanında  dostlarla, paydaşlarla paylaşmak, kadar zenginlik var mı?

Ankara Mart. 2025

Yorum

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.