Murat Özsoy: PEKİN-2

Turizm

Murat Özsoy: PEKİN-2

Akupunkturdan Çin Seddi’ne, Yazlık Saray’a

 

Akupunktur, Şifalı Otlar

Çin’in başkenti Pekin’de akupunktur tedavisi yapılan bir hastanedeyiz. Batılı hekimlerin eğitim görmeye geldiği bir yer burası. İğneler yardımıyla vücudun çeşitli noktalarını uyaran akupunktur yanı sıra, şifalı otlardan yapılan ilaçlar ve masaj da geleneksel Çin tıbbının temelini oluşturuyor.

Daha pek çok ilginç tedavi yöntemi var Çinlilerin. Örneğin, kulağın belli noktalarına, bazı bitki tohumları koyarak ağır işitenleri tedavi ettiklerini, hem de bir haftada olumlu sonuç aldıklarını ifade ediyor Çinli hekimler. Aynı yöntemle, kalp çarpıntısından boyun ağrısına dek bin bir çeşit hastalığın çaresi bulunuyormuş Çin’de. Kimi hastalıklar da, hastanın kendi kulağına masaj yapmasıyla tedavi edilebiliyormuş.

Hastaneyi gezerken bir odaya giriyoruz ki tozdan dumandan ferman okunmuyor! İnsanlar, yataklara uzanmış baca gibi tütüyorlar. Daha yakından bakınca, dumanın hokka gibi bir kabın içine yerleştirilmiş purolardan geldiğini fark ediyoruz. Ancak, bu puroların içine tütün yerine kurutulmuş yosun konulmuş. Hastalar da bu yosun hokkalarını alıp sırtlarına, midelerine, bacaklarına koyuyorlar ve tütüyorlar da tütüyorlar.

Böyle tüte tüte, hazımsızlıktan ishale, karın ağrısından astıma dek bilcümle hastalıklar tedavi ediliyormuş. Isıtma yoluyla yapılan bu tedaviye maksabaşi ya da kısaca maksa diyor Çinliler. En az on kez, bazen kırk, elli kez bu tütme vaziyeti tekrarlandıktan sonra hasta tamamen iyileşebiliyormuş.

Geleneksel Tedavi Yöntemlerinin Sırrı

Çin’in ilginç tedavi yöntemlerinin, ne görmekle ne de yazmakla biteceği yok gibi sanki! Ama bunlardan bir tanesi var ki, insana eskilerin tabiriyle “cin işi, şeytan işi” dedirtecek nitelikte. Hekim, elini hastanın vücuduna on santim mesafede,  hiç dokunmaksızın gezdiriyor, sonra da hastalığı şıp diye tespit ediyor. Hastalığın tedavisi de yine aynı şekilde, dokunmadan gerçekleştiriliyor.

Çinli hekim, bir arkadaşımızı son derece rahat biçimde bir sandalyeye oturtuyor. Stresten uzak, gözlerin kapatılıp gerginliğin atılmasını istiyor. Hekim elini ağır ağır, ama kesinlikle dokunmaksızın arkadaşımızın başının üzerinde, sırtının çeşitli yerlerinde, omurunda gezdiriyor. Sanki ipnotizma gibi bir şey bu. Anlatılanlara bakılırsa, dokunmaksızın parmaklarıyla enerji veriyormuş.

Sonunda, arkadaşımızın boyun kemiği ile omzunda ağırlık olduğunu ve mide rahatsızlığı geçirdiği teşhisini koyuyor Çinli hekim. Arkadaşımıza bakıyoruz merakla. “Tamamen doğru.” demez mi?

Şaşırıp kalıyoruz. Hekimin parmakları kesinlikle derisine temas etmemesine karşın, arkadaşımız yüzündeki adalelerin titrediğini ve hatta yüzünün geriye gittiğini hissetmiş.

Her şey iyi güzel de, madem geleneksel tedavi yöntemleri bu derece etkili, neden birçok Batı ülkesinde bunların şüpheyle karşılandığını ve uygulanmadığını da sormadan edemiyoruz doğrusu. Bunu, Batılı hekimlerin bu yöntemleri tanımamasına bağlıyor Çinliler. “Biz iki bin yıldır bu yöntemlerle hasta tedavi ediyoruz, hastalar da iyileşiyor. Sizce bu, sonuç alıyoruz demek değil midir?” diye soruyorlar.

Çinli hekimler, sadece kulaktaki renk değişimine bakarak bile, hastanın örneğin boynundaki ağrıyı keşfediveriyorlar. Hani neredeyse “idrardan karakter tahlili” gibi bir durum, ancak bu yöntemlerle, hastaları tedavi ettiklerini ısrarla ifade ediyor Çinliler.

Sonuç olarak, Çin’de hastalar iki bin yıldır sırt, mide, kol ve bacaklarını kurutulmuş yosunlarla ısıtarak, bedenlerinin belli noktalarına iğneler batırıp iğnedenliğe dönerek, kulaklarına bitki tohumları yerleştirerek, ipnotize edilerek ve şifalı otlar yiyerek turp gibi sapasağlam oluveriyorlar.

Çin Mutfağı

Çin tıbbının inceliklerine vardık, şimdi de Pekin’in ünlü lokantalarından birine, meşhur Pekin ördeğini tatmaya gidiyoruz. Bir fırının içine, dizi dizi asmışlar ördekleri. Görünen o ki, fırını yakmakta kullanılan odunlar ördeğe özel bir koku veriyor. Doğrusu lezzeti mükemmeldi ördeklerin.

Odun ateşinde nefis ördek kızartan Çinliler, sofra konusunda da son derece yaratıcılar doğrusu. Lokantalarda, ısmarlanan tüm yemekleri masanın ortasında, dönen bir yuvarlağın üzerine koyuyorlar. İnsanlar o yuvarlağı çevirip istedikleri yemeği,  şıp diye önlerine getiriveriyor. Bu ülkede gıda hayli ucuz, lokantalarda da bahşiş sistemi yok.

Çin’in yemek kültürü son derece kendine özgü. Balığı, başı dışarıda kalacak biçimde, çok kısa bir süre için kızgın yağa sokup çıkarıyorlar. Üzerine bir sos döküp servis yapıyorlar. Masaya geldiğinde balığın ağzı hâlâ açılıp kapanıyor. Rivayete bakılırsa, balık taze ise, yerken kılçıklara ulaşıldığında dahi kıpırdarmış. Pekin dışındaki kimi bölgelerde kedi, köpek eti yanı sıra hamamböceğinin bile yenebildiği söyleniyor. Süt, peynir yaygın değil. Kahvaltıda çorba içiliyor. Ekmek yerine de pirinç yeniyor. Çin’de çayın tarihi ise ülkenin tarihi kadar eski; dört bin yıllık!

Akşam Karanlığında Gölgeler ve Tai Chi

Sabahın erken saatlerinde parklarda Tai Chi yapan Çinlileri izliyoruz. Çin’de çok eski zamanlardan beri yapılan bir spor Tai Chi. Yaşlı amcalar, teyzeler ağır ama keskin hareketlerle bedenlerini hareket ettiriyorlar. Başlangıçta savunma amaçlı yapılan bu sporun, aynı zamanda ruhsal dengeyi sağlayıp derinlerde bulunan bir enerjiyi serbest bıraktığı da düşünülüyor.

Çin’e geleli henüz birkaç gün olmuştu. Açık havada uygulanan Tai Chi geleneğinden habersiz, bir parkın içinden geçiyordum. Akşam karanlığında birden bu keskin hareketli gölgelerle karşılaşıverince, bir an ne yapacağımı şaşırdığımı anımsıyorum.

zorbatv.dergi

Çin Seddi Dünyayı Dolaşıyor  

Çin Seddi’nde surların kapladığı alan o denli geniş ki surun içi neresidir, dışı neresidir anlaşılmıyor. Kuzeyden gelen akınlara karşı yapılmış Çin Seddi. Toplam uzunluğu 6 bin kilometreyi buluyor. Rivayet o ki, uzaydan bakıldığında çıplak gözle görülebilirmiş. Uzaya çıkmak nasip olmadığı için ne desem boş.

Seddin ilk yapılan bölümlerinin tarihi, iki bin yedi yüz yıl gerilere uzanıyormuş. Bu, uçsuz bucaksız seddin, sadece Ming Hanedanı döneminde yapılan bölümünde kullanılan taş, toprak bir araya getirilse ve 1 metre kalınlığında, 5 metre yüksekliğinde bir duvar inşa edilse imiş, bu duvar dünyanın çevresini kuşatmaya yeter de artarmış bile.

Sing, Han ve Ming Hanedanları döneminde yapılan Çin Seddi’nde kullanılan malzemeyle ise duvarımızın dünya etrafında atacağı tur sayısı bir düzineyi geçermiş. Çin Seddi’nin uzunluğu, birçok tarih kitabına göre, altı bin kilometre olarak gösterilse de, ücra yörelerde ve dağlarda yapılan yeni yeni araştırmalar sonucu, seddin uzunluğunun 10 bin kilometreye ulaştığı bile rivayet ediliyor. Ancak, seddin yaklaşık üçte ikisi yıkılmış durumda.

Merdivenleri tırmanıp yukarı vardığımızda şaşırıp kaldık. Çünkü Çin Seddi, üzerinde, beş atlının, rahatlıkla yan yana gidebileceği kadar geniş! Gözetleme kuleleri de iki ok atımı mesafede ve içindeki askerlerin dört aylık bir kuşatmaya dayanacak kadar yığınak yapabilmesine olanak verecek şekilde inşa edilmiş...

Kimi destanlara bakılırsa, bir imparator Çin seddini tek başına yapmış. Sihirli atının tırnaklarının toprağa değdiği yerlerde de gözetleme kuleleri oluşmuş. Ne diyelim, olur mu olur!

zorbatv.dergi

Yazlık Saray’da İmparatoriçe 

Yazlık Saray’daki sevimli Çinli kızlar imparatoriçe giysileri içinde doğrusu pek zarif. Kızların ayakkabıları ise bizim takunyaların Çin tipi gibi sanki. “Ancak, bunların üzerinde yürümek için, az da olsa, ip cambazı mahareti zorunlu olsa gerek.” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz.

Çin saraylarında bir zamanlar Türk elbiselerinin çok moda olduğunu öğreniyoruz. Ancak Çinli hanımların tek tutkusu Türk elbiseleri değilmiş tabii. Polo oyununa da pek meraklıymış o dönemin hanımları.

Çin'de ipek pek bol. İpekli giysiler, kimi kez kumaş olanlardan daha ucuz olabiliyor. Çin’i ilk kez ziyaret ettiğim 1990 yılında ilginç bir anım olmuştu ipeğe dair. Bir arkadaşımız, son derece ucuza satılan ipek kravatlardan almıştı birkaç tane. Tam dükkândan çıkarken, gözüne hayli pahalı bir kravat takılmış. “Hayatta bir tanecik de doğru dürüst bir ipek kravatım olsun.” diye düşünüp paraya kıymış, almış kravatı.

Türkiye’ye dönünce, kravatını özenle çıkarmış, jelâtinini açmış. Ve bir an, gözü, kravatın arkasındaki yazıya takılmış. Gözlüğünü yerleştirip bir kez daha okumuş dehşet içinde “Yüzde 100 polyester” yazısını. Çin’de ipek kravatın, polyester kravattan kat be kat ucuz olduğunu böyle bir deneyimle öğrenmiş olduk.

 

 

zorbatv.dergi

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.