Zorba Dergi / 10 Temmuz 2023 / sinema, Tolga Oskar
Dali Diyarı : “Bir Dehanın Perde Arkası” TOLGA OSKAR
Yönetmen: Mary Harron
Senaryo: John Walsh
Görüntü Yönetmeni: Marcel Zyskind
Oynayanlar: Ben Kingsley, Barbara Sukowa, Christopher Briney, Ezra Miller, Andreja Pejic
Ülke: ABD, İngiltere, Fransa
Tür: Biyografi, Dram
Süre: 94 Dk.
Vizyon Tarihi: 2 Haziran 2023
Salvador Dali, tüm dünyada tanınan, Sürrealizm(Gerçeküstücülük) akımının en önemli temsilcilerinden biridir. Sanatla ilgilenen, ilgilenmeyen herkesin az çok kendisiyle ilgili bilgiye sahip olduğu bir sanatçıdır. Belki de bunun en önemli sebepleri; ortaya koyduğu eserleri dışında, aykırı görünüşü ve aykırı yaşam tarzıdır. En büyük süksesini 1931 yılında yaptığı ‘Belleğin Azmi’ ya da ‘Eriyen Saatler’ isimleriyle bilinen eseriyle yapmıştır. Filmin ana karakterlerinden biri olan Gala isimli kadınla tanışıp, tutkulu bir aşk yaşamıştır ve bir süre sonra da Gala’yla evlenmiştir. Dali’nin sanatına yansıyan esin kaynakları; korkular, rüyalar ve hayallerdir. Resim sanatında 1500’den fazla eser üretmiştir. Bunun yanında; heykel, film ve fotoğraf alanlarında da eserler vermiştir. Sürrealizm akımının sinemadaki öncülerinden Luis Bunuel ile birlikte ‘Bir Endülüs Köpeği’ adlı filmin senaryosunu yazmıştır. Bu film, sinema tarihi açısından önemli bir yerde durmaktadır. 1945 ve 1946 yılları arasında Walt Disney’le birlikte 8 aylık bir çizgi film çalışması yapmıştır. ‘Destino’ isimli bu çizgi filmin sadece 17 saniyelik bölümü tamamlanmıştır. Bu tarihte gerçekleşen İkinci Dünya Savaşı nedeniyle çalışmalarını devam ettiremezler. Fakat yıllar sonra, yani 1999 yılına gelindiğinde, Walt Disney’in yeğenlerinden biri rafa kalkmış projeyi yeniden ele alır. Dali’nin çizimlerini kullanarak filmi tamamlar ve 2003 yılında, Destino, yaklaşık 7 dakikalık bir filme dönüşür. Sanat tarihi kitaplarında eserlerine sürekli rastladığım Dali’nin, Picasso’yla tanışıklığını, Bunuel’le ortak çalışmalar yaptığını, Walt Disney’le çalıştığını ve hatta 1945 tarihli ‘Öldüren Hatıralar’ filminde Alfred Hitchcock’la çalıştığını biliyordum ama bunlar yüzeysel bilgilerdi. Dolayısıyla sanatın neredeyse her alanında çalışmalar yapan Dali’nin özel hayatını her zaman merak etmişimdir. Sürrealizmin sinemadaki bir başka temsilcisi olan Alejandro Jodorowsky’nin bir türlü gerçekleştiremediği projesi ‘Dune’ hakkında yapılan 2013 tarihli belgesel filmde(Jodorowsky’nin Dune’u) Dali’yle arasında yaşanan ilginç olayları anlattığını görünce Dali’nin özel hayatına dair biraz daha fikir sahibi olmama rağmen merakım daha da arttı. O nedenle ‘Dali Diyarı’ filmini görünce hemen sinemaya koştum.
Filmde, Salvador Dali’ye, bu yıl 80 yaşında olan, Oscar ödüllü oyuncu, Ben Kingsley’in hayat vermesi de beklentimi yükselten bir unsur oldu. Kingsley, Dali’nin bilinçli tuhaflıklarını, yaşlılığın getirdiği zayıflık ve aksiliklerini yansıtmada son derece başarılı olduğu için karaktere boyut kazandırmış. Dali Diyarı’nın yönetmen koltuğunda ‘Amerikan Sapığı’ filmiyle tanınan Mary Harron oturuyor. Filme dönecek olursak; hikaye Dali’nin yaşlılık döneminde geçmektedir. Dali, New York’ta açacağı büyük sergiye hazırlanmaktadır. Dali’nin yanında eşi Gala ve ilham kaynağı olduğunu söylediği ve yanından ayırmadığı Amanda Lear isimli trans bir kadın vardır. Bu rolde androjen model Andreja Pejic’i izliyoruz. Filmde gördüğümüz bu üçlü, gerçek yaşantılarında da birlikte yaşamışlar ve dünya çapında tatiller yapmışlardır. Bu sıra dışı birliktelik elbette Dali’nin eşi Gala’nın onayı sayesinde gerçekleşmiştir. Filmde, üzerinde durmamız gereken en önemli karakterlerden biri de, genç galeri asistanı James’tir. James, bir şekilde Dali’yi etkileyip onun yakınında olmayı başarır ve büyük sergi hazırlığında Dali’nin yardımcısı olur. Filmi James’in gözünden izleriz. Dali’nin perde arkasındaki yaşantısının aykırılığı ve kaosu James’le birlikte bizi de şaşırtır. Filmde ünlü müzisyen Alice Cooper da var. İlginç bir nokta da, Broadway’de İsa’yı oynayan Jesus karakteri ve kendisini bir tanrı gibi gören Dali’dir. Dali, ‘Kendimi Tanrı ile kıyaslamıyorum. Neredeyse bir Tanrı’yım. Tanrı olsaydım, Dali olmazdım,’ şeklinde kendini ifade eder. Dali ve Gala, lüks bir otelde şaşaalı ve aykırı bir yaşam sürmektedir. Gala, Dali’nin yaşamının tam ortasında olmasına rağmen kendine genç aşıklar aramaktan geri durmaz. Nitekim Broadway’de İsa’yı oynayan genç Jesus’la aleni şekilde yakın bir ilişki kurar. Bu durum, Dali’nin gözünden kaçmasa da, eşi Gala’ya olan tutkusu değişmez. Dali, titreyen ellerine rağmen, sürekli saçını, kaşlarını ve bıyığını siyaha boyamaktadır. Yaşadıkları otelde sex ve uyuşturucu eğlencenin temel unsurları olarak göze çarpmaktadır. James, Dali’yle birlikte çalışan genç bir kızla yakınlık kurar. Bir sahnede bu ikiliye başka bir erkek de eklenir ve üçü birlikte sevişirken Dali, onları bir röntgenci gibi izlemektedir. Dali’nin üzerinde çalıştığını söylediği çılgın bir projesi de vardır; ‘Dünyanın en büyük penisini yapmak.’ Filmde zaman zaman geriye dönüşler olmaktadır. Bu geriye dönüşlerde Dali’nin ve Gala’nın gençliğine dair bazı önemli anları görürüz. Genç Dali’ye hayat veren Ezra Miller da, kısa sahnelerine rağmen güzel bir oyun çıkarmış. Filmle ilgili irdelenecek başka meseleler de var elbette ama filmi görmeyenler için spoiler vermemek adına yazımı burada noktalamam gerek! Sonuç olarak; Salvador Dali’ye ilgi duyan, özel yaşamını merak eden herkesin kaçırmaması gereken bir film olduğunu düşünüyorum.
Not: Gerçeküstü resimler yapan ve bana göre en az Dali kadar ilginç ve başarılı bir ressam olan Max Ernst’i bilmeyen varsa eserlerine bakmalarını öneririm. Ernst’le ilgili bir belgesel film yapılmış ama ulaşamadım. Kim bilir, belki bir gün Ernst’in özel yaşamını içeren bir kurmaca film de yapılır?
Yeni yorum ekle